Melike Sönmezer
melikesonmezer@sanatkritik.com
Bu sefer bir soruyla başlamak istiyorum. Siz hiç bir eylemi yaparken tutkuyla bağlanıp tüm hayatı askıya aldınız mı? Gecenin bir yarısı yataktan fırlayıp o işin başına oturduysanız ya da tüm o kurulu “düzeninizi” yıkmayı göze aldıysanız bence şanslı kesimdensiniz. Oyuna geçmeden evvel, oyunun künyesindeki bir ifade beni bu soruyu düşünmeye itti. Öldün, Duydun Mu? Oyunun yazarı Yiğit Sertdemir’in künyesinde şu ifadeler yer alıyor: “…İtü’de tiyatro ile uğraşırken mühendislik eğitimiyle amatör olarak ilgilendi.” Tiyatro ya da sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenen birinin künyesinde bu ifadeler tam tersi şekilde verilir. Tüm dayatmalara, zorluklara rağmen hayallerinin peşinden koşan, koşamayan herkesin hikâyesini sahneye taşımış Yiğit Bey.
Pelin Budak, Tankut Yıldız ve Emrah Can Yaylı’nın 75 dakikalık tek perde olarak sahnelediği oyunun yönetmenliğini Burçak Çöllü üstlenmiş.
Sertdemir, 25 yaşının başlarında anlatmaya değer bulduğu hikâyeleri; içinde bulunduğu Y kuşağını, distopya ya da ütopya kavramları arasında bir yere oturtamayacağımız bir dünyada sunuyor. Hâlbuki ben oyunun adını ilk duyduğumda bir metnin bizim sahnemize uyarlanmış hali diye düşünmüştüm. Oysa ne büyük yanılgı. Sertdemir’in kalemi o kadar yaratıcı o kadar sosyolojik ki. Karnaval gibi bir dekorda kahkahası bol farkındalığı yüksek bir oyun izliyorsunuz.
Sahne dumanların içinde rengârenk bir küvette yatan bobilop karakteriyle açılıyor. Bobilop ölümünün ardından yaşadıklarının ona bir defter üzerinden okunmasıyla başlıyor. Bobilop Türkiye’de 1970’lerde dünyaya gelmiş, muhtemelen 2000’lerde yetişkinliğini yaşamış bir gençtir. 2 defa başarısız sonuçlanan intiharının ardından 3. intihar girişimi küvette el bileklerini kesmesiyle başarıya ulaşmıştır. Ya da ulaştığını düşünmekteyiz. Oyunu izleyecek okuyucular için burasının şaibeli olduğunu belirteyim. Hikâye 4 kişilik bir aile olan Bobilop’un (oyunda bu isim insanları temsil etmektedir) bebeklik, çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağındaki günlerinin sorguda ona okunmasıyla seyirciye verilir. Bobilop’un hep gizliden yaptığını düşündüğü şeyler, her birimizin hatıra defterlerinde yazılıdır. Öyle ki o anılar okundukça salondaki farklı yaş gruplarına mensup izleyiciler tüm içtenlikleriyle kahkahalara boğulurlar. Çünkü biliriz ki her birimiz aynı dünyayı aynı yollarla ama farklı yolculuklarla tamamlamaktayız.
Dört duvar arasında neden mutsuz olduğunu çözemediğimiz –en azından ben çözemedim- bir baba, duygularını ifade etmekten imtina eden bir anne ve de bir abi vardır. Bu aile aslında o dönem Türkiye’sindeki ailelerinin bir fotoğrafı gibidir. Siz sahnedeki esprilere gülerken Türkiye ve dünya tarihi arkada akar. Bunları yakalamak için bilincimizin adeta çift mesai yapması gerekiyor. Abi 80 darbesiyle hapse giriyor. Çıktığında hiç konuşmadan televizyona bakıyor, çok sonra annesi istediği için mahalledeki “kız kurusu” biriyle evlendiriliyor. Abinin hikâyesi sıradan bir akış gibi kayıyor oyunda. Trajik bir an barındırmıyor, seyirci zihnini açık tutarsa yakalıyor. Baba da intihar ediyor. Bobilop’un bu nedenle babasına çektiğini söylüyorlar. Baba neden intihar ediyor? Bobilop neden mutsuz? Oyun tüm soruların cevabını size boşluklar halinde verirken, sahnede devleşen oyunculuklar sizi zihninizde bir tura çıkarıyor. O tur bittiğinde tüm izlediklerinizin bir yanılsama mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamanız için salonun ışıklarının yanması da yeterli olmuyor. Ve şunu fark ediyorsunuz; evler, anneler, babalar, ilk öpüşmeler, dolandırılmalar, yaslar, kayıplar her biri insana ait duygu, yani toplumsal. Kısaca her insan sosyolojik bir unsur. Yaşamın içerisinde o kadar odaklanıyoruz ki kendimize, hikâyemizin biricikliğinden diğer hikâyelerin biricikliğini kaçırıyoruz. Hâlbuki şunu her birimiz biliyoruz; yaşamlar bir zincirin halkası. Evlerde ne kadar farklı anlar yaşansa da bilmediğimiz insanüstü duygularımız yok.
Bu duygular karmakarışık dünya düzeninde modernleşmenin etkileriyle bizlerde görünmez duvarlar örmekte. Bu duvarlar bazen dış dünyada bazense bizim ruhumuzda bir yerlerde. Kendimize ulaşmamızda bir barikat.
Dünyanın tüm Bobilopları birleşelim! Birleşip birbirilerimizin yaralarını saralım, ilham olalım, gerekirse bir omuz olalım. Değişen dünyada, bilgiye birçok yoldan ulaşabildiğimiz, alternatifin çokluğundan seçme süremizin arttığı her anda tiyatrolar kadar zihin ve duygularımız bütünleştiren çok az şey var.
İlk perdesini 12 Ocak 2022 tarihinde seyircisine açan bu nefes kesen oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda halen sahneleniyorken lütfen izleyin. Böylesine bir kaleme, oyunculuklara ve de tüm motivasyonuyla çalışan tiyatro emekçilerinin yüreklerine sağlık!