Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
“her şey başka ama yine de tanıdıktı”
Birgül Oğuz’un geçtiğimiz yıl yayınlanan “uzun hikâye”si İstasyon, okurları arkadaşlık, yalnızlık, güven, birbirini anlama, ortak bir kaderi paylaşma ve daha nice mesele üzerine düşünmeye çağıran özel bir metin. Deniz’in bir başına yaşamaya başladığı istasyonda önce Arkadaş, ardından da Elif ile şekillenen dünyasını okurlarla buluşturan kitap, bir yol hikâyesi olduğu kadar yolculuğun bizatihi kendisi olarak da okuru farklı bir serüvene çağırmayı ihmal etmiyor.
İstasyon, metnin ana kahramanı Deniz’in uzak bir adada bir başına, kimsiz kimsesizlere ev sahipliği yapan ve içerisinde bekçiden başka hiç kimsenin uzun süre yaşamadığı bir istasyonda geçirdiği birkaç aylık periyodu okurlarla buluşturan bir kitap. Deniz’in istasyona uğrayıp geçenler, yolu düşenler, başı sıkışanlar ve yardıma muhtaç olanlarla kurduğu ilişki üzerinden devam eden eser, öncelikle hayatımızda neyin kalıcı, neyin genelgeçer olduğu meselesini tartışmaya açar. Zira minimal bir dünya olarak kabul edebileceğimiz istasyon, kendisine sığınan herkesi bağrına basıp kimseyi kovmamakla birlikte kimseyi uzun süre içerisinde de tutmaz. Herkes bir ân, bir gün, bir ay, belirli veya belirsiz ama nihayetinde sınırlandırılan bir süre içerisinde bu istasyona konuk olabilir. İstasyon bir ev değildir, bir mabet veya uzun süreli kalınabilecek bir mekân da. Yolu düşen herkes orada kalabilir, ama orada kalan herkes de bir gün yola çıkacağını, orada sonsuza kadar kalamayacağını bilir. Âşık Veysel’in “İki kapılı bir handa, gidiyorum gündüz gece” deyişi gibi bu istasyon da konuk ettiği herkesi önce bağrına basar, ardından da onu iyileştirip yolcu eder. Öncelikle Nihal, bir iş teklifi için istasyondan ayrılır; onun yerine gelen Deniz misyonunu tamamlayınca; Arkadaş, Deniz adayı terk edince; Elif de tüm bunlardan biraz önce istasyonla vedalaşır. Orada kimse veya hiçbir şey kalıcı olamaz. Herkes konuk, herkes yolcudur. Duvarlardaki resimler de değişir, masadaki vazo da, vazodaki çiçekler de; bu iki kapılı istasyonda hiçbir şey kalıcı ol(a)maz. Gece gündüz, her şey bitimsiz bir devridaim içindeymişçesine devrilir, dönüşür ve terk edilir. İnsanoğlu, nihayetinde bu dünyaya kazık çakmaya değil, bir uğrayıp dostlara merhaba demeye gelmiştir. İstasyon da bu yapıyı vurgular. Şifa bulan, kendine gelen, geçmişiyle hesaplaşan, yaralarını sağaltan herkes zamanı gelince buradan ayrılır. İstasyon bu anlamda tıpkı bir şifahane gibi kendisine gelen herkesin yarasına merhem olur; ancak bu yaralar gözle görülür, elle tutulur yaralar değildir; kişinin içinde, çok daha derinlerinde olan yaralardır. Bu nedenle de istasyona gelen hiç kimseye neden, nereden, nasıl geldiği sorulmaz. Soru sormak yasak, hatta günahtır. Kimse bu günahı işlemek istemez, ta ki Deniz, biraz da kendi anlam arayışından bu düzeni sarsana, Elif ile iletişime geçmeye çalışana, onu sorguya çekene dek.
İstasyon, aslında tam bir iletişimsizlik mabedidir. Orada her şey bildirime dayalıdır, çünkü iletişim diyalog gerektirir. İstasyonun asıl görevlisi Nihal’in Deniz’e söylediklerine, hatta dikte ettiklerine göre bu durum, konukların kimliklerini araştırma, onları sorgulama, onlarla iletişime geçmeye çalışma yasaklanmıştır. Zaten istasyonun bir ev değil, konargöçer herkesin konaklayabileceği bir yer olmasının anlamı da budur. Kimse birbirini tanımak zorunda değildir. Orada olan herkes birbirinin bir şeylere ihtiyaç duyduğunu veya bir şeylerden/birinden kaçtığını bilir. Bu, kimi zaman kaçılan bir zorba, kimi zamansa insanın görmezden gelmek, unutmak istediği geçmiştir. Mefhum değil, mânâsı önemlidir. Bu nedenle kimse kimseye soru sormaz. Bu da istasyondakiler için tüm iletişim yollarını kapatır. Men edilmiş iletişim, kişiler arasındaki ilişkileri daha başlangıçtan itibaren kesintiye uğratır. Her şey belirli komutlar, uyarılar, uyaranlar üzerinden belirlenir, tıpkı Pavlov’un köpeği örneğinde olduğu gibi. Yemek saati bir zil aracılığıyla duyurulabilir, bulaşıklar bir yere istiflenebilir, istasyona gelen polisler kimseye hiçbir şey sorulmaması gerektiğini bilebilir. Kurallar açıktır ve herkesten onlara riayet etmesi beklenir. Ta ki daha önce de belirtildiği üzere Deniz, bu yapıyı sarsana, Elif ile diyalog kurmaya çalışana dek. Deniz, kendisine men edilen bir şeyi yaparak sınırları ihlal eder ve böylelikle tüm çözülmeler bu eylemin peşi sıra yaşanmaya başlar.
İstasyonu Nihal’in yokluğunda çekip çevirmek için yıllardır yaşadığı şehirden ayrılıp bu küçük adaya gelen Deniz, bir kitap yazarak burada vaktini değerlendirmek ister. Çalıştığı kurumdan uzaklaştırılması, sosyal çevresiyle arasına giren mesafe ve onca sıkıntı, onda böylelikle yeni bir arayışın başlamasına neden olur. Tüm bu zorlu şartlar içerisinde istasyon onun giriştiği bu yeni arayış, bu yeni serüven demektir. Tüm dertlerini, sıkıntılarını, umutsuzluklarını arkada bırakarak bu kitap projesine odaklanmak isteyen Deniz, kendisini bambaşka bir sürecin içerisinde bulur. Önce uzun süredir adada yaşayan sahipsiz bir köpek olan Arkadaş ile kurduğu dostluk, ardından önce Nihal’e günlük raporlar şeklinde yazmaya başlayıp bir süre sonra günlüğe dönüşen notları, nihayetinde de Elif ile kurduğu ilişki onu farklı sorunlarla yüzleşmeye yönlendirir. Annenin herkesten uzakta, bir başına kendine dair bir hayat yaşaması ve kızını bu dünyanın dışında tutması; babanın genç bir kadın için annesini ve bir anlamda onu terk etmesi; ve tüm bunların ardından gelen boşanma Deniz’i farklı şekillerde etkileyen büyük olaylar silsilesini meydana getirir. Okur tüm bunları Deniz çözülmeye başladıktan, Elif ile karşılaştıktan sonra öğrenir. Dolayısıyla Arkadaş’ın güveni ve dostluğu tetiklediği noktada Elif, Deniz için geçmişi, yüzleşmek zorunda olduğu sorunları imler. Uzun yıllar verdiği edebiyat derslerinin elinden alınması ve nihayetinde işsiz kalması ise bu sürecin patlak vereceği âna işaret eder. Deniz, aile yaşantısında da profesyonel iş hayatında da birçok sorunla yüzleşmek zorunda kalır ve tüm bunlar onu giderek yormaya başlar. Tebdili mekânda ferahlık vardır, düsturunu takip edişi de biraz bundandır. Bu sayede hayatı için yeni bir adım atan Deniz, kendini bulma yolunda önemli bir dönemece girer.
Deniz, istasyona tam olarak neden gittiğini bilmez. Amacı Nihal’e yardımcı olmak, artık kendisini ait hissetmediği bu şehirden uzaklaşmak ve uzun süredir yazmak istediği kitaba odaklanmak olsa da asıl meselenin bu olmadığı bir süre sonra ortaya çıkar. Karşılaştığı her olay ve her bir kahraman ona geçmişine dair farklı bir kapı aralar. Deniz’in geçmişinde hesaplaşması gereken birçok mesele vardır ve bunlardan en önemlileri anne, baba ve diğer ölümcül şeylerle ilgilidir. Özellikle annesi ile ilgili olarak çocukluğundan itibaren ciddi bir travmanın içinde olan Deniz, ruhunun derinlerindeki bu yangını giderek körüklemiş, ama bunun farkına varamamıştır, ta ki Elif ile karşılaşana dek. Elif, Deniz’in kendi çocukluğunun yetişkinlik zamanında karşısına çıkan bir yansıması gibidir. Deniz, onun da kendisi gibi olmasını istemez ve bu durum onu giderek daha çetrefilli sorunlarla yüzleşmeye iter. Elif ile arasındaki iletişimsizlik, bir gün aradaki sınırların ihlal edilmesi ve Deniz’in onun telefonunu suya düşürmesi ile bambaşka bir hâl alır. Elif’in annesi ile iletişim kurabildiği tek yol olan telefon böylece devre dışı bırakılır. Elif’in dış dünya ile arasındaki tek bağın kopmasıyla oklar Deniz’e yönelir. Elif ile Deniz önce bu durumdan kaynaklanan bir özür, ardından da zamanla gelişen bir yakınlık ile bir süre sonra dost olma yolunda önemli adımlar atarlar. Bu dostluk büyük bir sırdaşlık veya paydaşlık içermez, ancak iki insanın tüm bunlar olmadan da ortak bir kaderi paylaşabileceğini, birbirini anlayabileceğini, birbirinin yarasına merhem olabileceğini imler. Bu durumu telafi etmek için Elif’in peşine düşen Deniz, uzun bir yolculuğa çıkar. Bu adada girişilen fiziksel bir yolculuk olduğu kadar onun içinde öznel bir yolculuktur da; çünkü Elif’in annesine bağlılığı ancak buna rağmen annesinden uzakta olması, Arkadaş’ın da Elif ile birlikte giderek onu istasyonda yalnız bırakması, adadaki herkesin Deniz’i yok sayması, bu anlamda çok önemlidir. Nihayetinde Deniz’in uzun süredir içinde biriktirdiği, biraz öfke biraz da acıyla hatırladığı, geçmişe dair olan tüm sancılar bu sürecin devamı olarak büyük bir patlamayla gün yüzüne çıkar. Romanda Deniz’in kendi derdini alabildiğine görünür kıldığı kısımlar da böylece kendisine vücut bulur. Bu anlamda Elif, Deniz’i hareketlendiren ilk domino taşıdır ve hızla diğer taşları da tetikler.
İstasyon, tüm sınırların ihlal edildiği bir dünyanın içinde sığınılabilecek ender mekânlardandır. Kar, tipi, çamur, rüzgâr… Birgül Oğuz, bu uzun hikâyede tüm sınırları, ada ile ana kara, ev ile sokak, deniz ile kara arasındaki tüm sınırları kurduğu atmosfer ile ihlal eder, bulanıklaştırır. Herkes ve her şey sanki büyük bir belirsizliğin, büyük bir salınımın, büyük bir fırtınanın ortasında gibidir. Herkes bir yere savrulur ama kimsenin nereden gelip nereye gittiği belli değildir. Kimin kim olduğu, çevresindeki insanlarla ilişkisinin hangi şartlarda nasıl geliştiği, nerede ne iş yaptığı belirsizdir. Tam bir izolasyon hâli söz konusudur. Zaten ada da bu durumu tetikleyen en önemli unsurlardan birisidir. Oğuz’un sınırları bu şekilde ihlal etmesi, kahramanlarının kurduğu ilişkilerde de açıkça görünür. Sözgelimi Deniz’in Bahar ile kurduğu ilişki da Feride ile kurduğu dostluk da başı sonu olmayan, ancak zamanla dönüşen bir ilişkiler ağını vurgular. Bu ilişkilerde de net sınırlar yoktur. Önce kimi zorunluluk ânları vesilesiyle başlayan bu ilişkiler bir süre sonra kahramanlar için farklı anlamlar ifade etmeye, hatta dostluğa dönüşmeye başlar. Ancak tam da bu noktada yine anlatıcı devreye girer, Deniz adanın dışına, yeniden ana karaya taşınır. Her şeyin yoluna girmeye başladığı sırada Deniz, böylece sınırları belirsiz, herkesin kendisine bir şekilde yer bulabildiği bu dünyadan çıkarılır. Buradaki temel durum, yaraları sağaltılan kişinin şifa bulması, şifa bulanın da artık kendi kişisel yaşamına geri dönmesidir. Deniz de artık iyileşmiş, sınırları belirli o küçük dünyasına geri dönme hakkı elde etmiştir. Aslında bir bakıma istasyonun işlevi de budur. Kendi yaşantısında boşluğa düşen, yardıma ihtiyaç duyan, yaraları şifa bulmayan herkes bu adaya, bu istasyona sığınır, zamanı gelince de ayrılır. Bir tür araf hâlidir bu. Üstelik bu istasyonun ve orada çalışanların dünya üzerinde örgütlenen özel bir yapılanma meydana getirdiği de düşünüldüğünde işin rengi değişir. Nihal, sınırları bulanık bu tür mekânların dünyanın farklı noktalarına serpiştirilmiş olduğunu ifade eder. Nihayetinde sınırlar, kahramanlar tarafından birçok kez ihlal edilir.
İstasyon, Deniz üzerinden insan ilişkilerine, arkadaşlık bağlarına ve bu bağların ne kadar derin veya savsak olduğuna, kişinin kendisi ve geçmişini yeniden keşfediş, ona yeniden kafa yorma serüvenine, daha önce anlamlandıramadığı yahut derinliğine vâkıf olamadığı meseleleri yeniden gün yüzüne çıkarır. Deniz, her şeyden önce görevinden uzaklaştırılan, haksızlığa uğrayan, sırf farklı düşündüğü ve kendisine verilen emirlere biat etmediği için sistem dışına sürülen bir akademisyendir. Güvensizlik, onun karakterini meydana getiren en önemli unsurlardan, kavramlardan biri hâline gelmiştir. Ne ailesi ne de dost çevresi bu durumu gideremez. Tam da bu noktada Deniz, güvensizlik kuyusunun dibini boylamışken Arkadaş ile karşılaşır. Uzun yıllardır adada yaşayan ve sahipsiz kalmış bir köpek olan Arkadaş, hızla Deniz ile dost olmuş, ilişkileri hızla ikisi için de özel bir sırdaşlığa dönüşmüştür. Bu durum istasyonda birlikte geçirdikleri zaman dilimlerinde de, ada boyu çıktıkları yürüyüşlerde de, sahildeki kulübeyi ziyaret edişlerinde de kendisini gösterir. Üstelik Arkadaş, Deniz’in şirazesinin şaştığı noktalarda ona karşı koymayı, Elif ile birlikte onu terk ederek onun gerçekler ve kendi hatalarıyla yüzleşmesini sağlamayı da başarır. Bu noktada Arkadaş’ın varlığı da yokluğu da Deniz için önemli bir değer ifade eder, onu kendisine getirir. Anne, baba ve diğer ölümcül şeylerin ardından Arkadaş, deniz için güvenin, dostluğun ve bir ev sıcaklığının karşılığı olur.
Birgül Oğuz’un bir uzun hikâye olarak tanımladığı İstasyon, arkadaşlığa, birilerine güven duyma arzusuna, kişinin kendisiyle ve geçmişiyle yüzleşmesine ve nihayetinde kendisini yeniden bulmasına dair bir kitap.