Erendiz Atasü
Çok “güzel” bir kitap okudum; ince duyarlıklarla dolu, narin ve içli bir anlatı… Selim İleri’nin sözleriyle “kırık incelikler şairi” ve edebiyatımızın büyük isimlerinden Behçet Necatigil’in anısına yakışır bir anımsayışlar kitabı… Belki o dokunaklı, çağrışımlı kapak fotoğrafından başlamalı… Açık deniz kıyısında öylece bırakılmış yalnız bir valiz… unutulmuş mu, birisi bulsun diye bilerek mi bırakılmış… Sahibi nerede, ufkun ötesinde mi? Sonsuzluğa göçen her yazardan geriye kalan sonsuz sayıda evrak mı var içinde, mektuplar, günceler, karalamalar, müsveddeler… Değerli öykücü ve romancımız Ayşe Sarısayın, babası Behçet Necatigil’e ve baba evine, ailesine dair anılarla başlıyor bu anımsayışlar kitabına; iki aydınlanmacı öğretmenin Huriye ve Behçet Necatigil’in kurduğu yuvadan esintilerle. Öyle içten, öyle dokunaklı ki… Gözyaşlarımı tutamadım okurken, belki aynı kuşaktan iki öğretmenin kızı olduğum için anlatılanlar büsbütün yakın geldi bana… Ah, Atatürk gençliği, “sahip olunan her şeyin, savaş söz konusu olduğunda anlamını nasıl yitirdiğinin bilincine” çocuk yaşlarında varmış olan kuşak (s.47)… Değer bilen insanlar, vicdanlı, fedakar, vefakar, azimli, çalışkan nesil… Sadece Cumhuriyete, göreve, devrime değil, aşka da aşıktı onlar; neyleyelim ki, yüzyılların tutuculuğunun omuriliklerine şırınga ettikleriyle mustarip idiler ve bu dürüst, sessiz, güvenli evlerde “pazar günleri hep kasvetli” (s. 53) geçerdi.
“Görev”, “özgörev”dir onlar için. Necatigil’i, şiirlerine vereceği emeği, ayıracağı zamanı, bu ülkenin gençleri dünya edebiyatıyla tanışsın, tek boyutluluğa hapsolmasın diye, hiç yüksünmeden çeviri faaliyetine vakfettiği çalışma masasının başında düşünmüşümdür hep. Thomas Mann’dan, Knut Hamsun’dan, Strindberg’den yaptığı o nefis çeviriler… Sobalı evlerde, tatil günlerini kapsayan özgörev… Onu şiir yazarken canlandıramıyorum imgelemimde; nasıl canlandırabilirim ki, şiir yazmak Necatigil’in deyişiyle “Şiir bir çıkartmadır, uyuyan topraklara uyumayışlardan” (s.79).
Ayşe Sarısayın bu orta halli ama kültür açısından zengin evlerdeki çocukluğunu, büyüme çağlarındaki o pek doğal anne-kız evlat çekişmelerini, aile bağlarını, bizi yazı dolu valizlerle, çekmecelerle, dolaplarla bu kıyıda bırakıp sonsuzluğa göçenlerin ardından duyulan özlemi büyük bir içtenlikle anlatır, bu anılar kitabında. “Aslolan, hatırlanan ve anlatılan hayattır.” (s.7) dememiş midir Gabriel Garcia Marquez?
Sonra sıra gelir edebiyatçı dostlara. Ayşe Sarısayın kendini geri çeker ve anne baba evinde önce küçük bir çocuk, sonra bir genç kız olarak tanıştığı bu amcaların, teyzelerin, yavaş yavaş onun edebiyat dünyasını şekillendirecek yazarlara dönüşmesini büyük bir içtenlik ve ustalıkla verir, Tahir amca, Tahir Alangu’ya; Oktay Amca, Oktay Akbal’a dönüşürken. Biz okurlara yansıyan, artık Ayşe’nin yaşamı değil, 20. yüzyıl edebiyatımızın yaratıcılarının Ayşe’nin duyarlıklar aynasında beliren yansımalarıdır. Kitabın büyük bölümünde, Sait Faik’ten, Gülten Akın’a, Sennur Sezer’den Demir Özlü’ye, Kamuran Şipal’dan Sevgi Soysal’a, Adalet Ağaoğlu’ndan Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’e, daha nicelerine edebiyat dünyamızın birbirinden değerli isimleri bizimle olacaktır. Burada ilginç olan Ayşe Sarısayın’ın bu kişiliklere hem öznel hem de nesnel olan ikili yaklaşımıdır; onları ya da eserlerini önce anne babasının aracılığıyla tanımıştır ama giderek kendisi bir edebiyatçı olarak bu yazarların, şairlerin, çevirmenlerin değerini, çocukluk ve ilk gençlik anılarından kaynaklanan ama giderek nesnellik kazanan bir bakışla değerlendirmektedir. Örneğin Ayşe Sarısayın’ın Sevgi Soysal’ın verimine yaklaşımı: Ayşe, Sevgi Soysal adını babasından Tante Rosa bağlamında duyar ve yapıtı okur. Behçet Necatigil, Sevgi Soysal’ın son derece özgün Tante Rosa’sını beğenenler arasındadır; oysa Ayşe henüz çok gençtir ve yapıtı kendine yakın bulmaz; yıllar sonra yeniden okuduğunda, kitaba tamamen nüfuz edecek ve babasının yargısına hak verecektir.
Başka bir ilginç nokta, anılan edebiyatçılarımızla Behçet Necatigil’in düzeyli, saygılı ve içten ilişkisidir; imrenilesi dostluklardır, yazarlar arasındaki bütün farkları aşarak var olan dayanışmadır. Bugün artık rastlanmayan, hasreti çekilse de giderek vefa limanından, kıran kırana rekabet dünyasının tehlikeli sularına açılan toplumsal ilişkiler karmaşasında kavuşulamayan, -eski bir sözcük ile- “hasletler”dir bunlar. Adalet Ağaoğlu, Sennur Sezer, Gülten Akın, Edip Cansever, daha niceleri bu örnek alınası ilişkilerin şahsiyetleridir. Şair’in öğrencisi Demir Özlü, Ayşe’ye yazdığı bir mektupta Necatigil’in edebiyat dostluklarına temel olan özelliklerini şöyle dile getirecektir:
Bu ahlak, çalışmaktan, alçakgönüllülükten, kendini övmemekten, edebiyattaki yerini sadece yazdıklarıyla kazanmaktan geçer. O, (Necatigil) kendi “ben”iyle dolu değildi. (s. 176)
Bu vefalı insana, yani Behçet Necatigil’e, vefatından sonra öğrencisi ve/veya dostu olmuş edebiyatçıların gösterdiği vefa bugün için hayranlık vericidir: Necatigil’in Bütün Eserleri’ni yayına hazırlamayı, dostu Ali Tanyeri ve vaktiyle Behçet hocanın öğrencisi olmuş, değerli şair Hilmi Yavuz üstlenmişleridir: İki yıla yakın bir süre, cumartesi öğleden sonraları Necatigillerin evinde buluşulur ve bu özgöreve emek verilir (s.68). Bu nasıl bir vefa, nasıl bir özgörev duygusudur; sadece vefat eden şaire değil, edebiyata, dilimize, edebiyatın kalıcılığına, geleceğin okurlarına duyulan bir sorumluluk.
Kitabının son bölümüne, “Bilinmeyen Hayatlar, İz Bırakanlar” başlığını koymuş, Ayşe Sarısayın. Burada yakın çevrelerinin dışında kamunun tanımadığı ama birçok hayata dokunmuş, iz bırakmış yakınlarına, dostlarına vefatlarının ardından birer güzelleme, birer mersiye yazmıştır yazarımız. Kimler yoktur ki aralarında, Ayşe’nin kayınpederi, eniştesi, iş hayatındaki amiri… Sıradan hayatlar deyip geçilen yaşantılarda saklı ne çok emek, ne çok bağlılık ne çok deneyim gizlidir, ve ne çok ıstırap. Ayşe Sarısayın’ın gönlü bu birikimin silinmesine razı olmaz; onun yapıtı, deyim yerindeyse bir “vefa-name”dir. Aramızdan göçmüş insanları Ayşe’nin kaleminden tanırız; sonsuzluğun ötesinden ve kitap sayfalarından uzanıp hayatımıza dokunurlar; onların hatırasına sevgi ve saygı duyarız, sadece edebiyatımızın büyük isimlerinin değil, Ayşe sayesinde tanıştığımız onun dostlarının da bize katkıda bulunabildiğine tanık oluruz. Sıradan yaşanmış hiçbir hayat yoktur aslında…
Kaleminiz hiç susmasın, sevgili Ayşe Sarısayın.
Ayşe Sarısayın, Bir Roman Kadar Uzun, Can Yayınları, İstanbul, 2023.