.

Bir Çatışmalar Romanı Olarak Kazı: John Preston ve Kazı

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

John Preston’ın geçtiğimiz aylarda Türkçe’ye çevrilen romanı Kazı (The Dig), okuyucuyu 1939’ların İngiltere’sine götüren, bir yandan yaklaşmakta olan II. Dünya Savaşı’nın ayak izlerini, öte yandan kişilerin kendi menfaat ve çıkarları uğruna nasıl da her şeyi pervasızca yok edebileceklerini gösteren bir eser. “Toplumun bir parçası olarak var olma” ile “birey olarak ön plana çıkma” çatışması içerisinde kişilerin kimi zaman ne derece savruklaşabileceği meselesini de içerisinde barındıran roman, temel olarak “alaylı/çekirdekten yetişme” bir arkeolog ve kazıcı olan Basil Brown’ın yaşam hikâyesine dayanıyor.

Bütün Avrupa’nın büyük bir kaosa sürüklendiği ve bu durumun dalga dalga tüm dünyaya sıçradığı bir zaman aralığında geçen Kazı, arkeolog/kazıcı Basil Brown ile onu bir kazı çalışması için işe alan Bayan Pretty’nin hikâyesine odaklanır. Bayan Pretty’nin Suffolk’taki çiftliğinde geçen roman, herkesten ve her şeyden uzakta, büyük şehirlerle aralarında dünya kadar measfe olan kır insanının da kendisine göre sorunları olduğunu, ancak her şeyin ufukta beliren bir ikbal meselesiyle allak bullak olabileceğini ortaya koyar. Uzun süredir arazisindeki höyüklerde oldukça kıymetli bir hazine gömülü olabileceğini düşünen Bayan Pretty, nihayet arkeolojik kazılara uygun olduğunu tasavvur ettiği bu alanda bir kazı çalışması yürütmeye karar verir ve bölgedeki yerel kazılardaki marifetleriyle adını duyuran Basil Brown’ı bu amaçla işe alır. Başta bir mevsim sürecek basit bir kazı gibi dursa da bu süreç bir süre sonra romandaki herkes için tarihin yeniden yazılmasına yol açacak bir keşif sürecine dönüşür. Romanın ana iskeletini oluşturan hikâyede yer alan Bayan Pretty, Basil Brown, Maynard, Robert, Reid Moir ve Bayan Piggott gibi birçok isim daha sonra “Sutton Hoo” olarak anılacak bu kazı çalışmalarına girişirken aynı zamanda kendilerine, bir parçası oldukları topluma, dünyanın geleceğine ve hayata dair de birçok şey öğrenir.

Sutton Hoo kazıları, 1940’lar

Gerçek bir olaydan, Sutton Hoo kazılarından yola çıkılarak kaleme alınan Kazı’da okura ilk olarak eserin tarihsel bir arka plana sahip olduğu hissettirilir, metnin gerçeklikle sıkı bir ilişki kurduğu çizilen çerçeve hikâyeyle gösterilir. Bu durum romana konu olan tarihsel süreci bilen kişiler kadar metinde yer alan ipuçlarından da fark edilebilir. Anlatıcı kahraman(lar)ın yaptıkları tarihsel atıflar ve verdikleri veriler o ân için yaşanmakta olan hadiselerin aslında başka bir gerçekliğin parçası olduğunu, yazar-anlatıcının bu hadiseleri daha sonra biçimlendirerek okura sunduğunu fark ettirir. Burada ilgi çeken bir diğer konu, romandaki kimi karakterler ile yazar John Preston arasındaki kişisel bağ ve ilişkidir. Kazı’da yakın akrabası olan ve Sutton Hoo kazılarında yer alan Bayan Piggott’ın yaşam-öyküsünü romanlaştıran Preston, bu konuda özellikle Piggott’tan dinlediği hikâyelere eserinde geniş bir şekilde yer verir. Romanın özellikle ikinci bölümünde kendisini yakından duyuran bu bölüm, Piggott ile çevresindekilerin ne tür ilişkiler geliştirdiğini ve birbirlerine bakış açılarının zamanla nasıl farklılaştığını görünür kılar. Romanın ilk bölümünde ön plana çıkan ana kahramanlar Bayan Pretty ile Brown’ın eserin ikinci bölümünde arka planda kalıp yerini Bayan Piggott’a bırakmalarında bu kişisel yakınlığın da önemli bir rolü vardır. Ancak kimi yerlerde romanı zayıflatan bir unsur gibi görünen bu durum, kimi yerlerde ise okura aslında bu keşif sürecinde tek bir başat unsurun söz konusu olmadığını, Sutton Hoo’nun tek bir kişi tarafından değil, bir ekip tarafından bulunarak gün yüzüne çıkarıldığını duyurur. Dolayısıyla anlatılması gereken yalnızca Bayan Pretty ile Brown’ın değil, bütün bir ekibin, Maynard’ın, Piggott’ın, Reid Moir’in de hikâyesidir. Preston’ın romanın ilk bölümüyle ikinci bölümünde kurguyu farklı karakterler üzerinden kurmasına bu şekilde yaklaşmak mümkündür. Tüm bu durumlar da aslında yazarın kişisel yaşantı ve bağlarıyla roman çerçevesinde ön plana çıkarmak istediği hikâyeyi kurgu sırasında birleştirdiği, dolayısıyla romana hâkim olan birçok kahramanın kendi içlerinde farklı değerlere işaret ettiğini gösterir.

William Shakespeare, Fırtına’sında “Geçmiş, artık yeni oyunun önsözü sayılmalı,” (Shakespeare, 2020: 44) der. Geçmiş, insana kendini değiştirebilme ve gerçekleştirebilme potansiyeline dair birçok şey söyler. Kimisi için bu durumdan uzaklaşmak gerekirken kimisi için geçmiş ancak güç alınması gereken, bugünün meselelerinin kökenini daha iyi anlaşılmasını sağlayan bir dönemdir. Romanda sergilediği değişim ile dikkat çeken Bayan Pretty için de benzer bir durum söz konusudur. Kocasını yıllar önce kaybetmiş dul bir çiftlik sahibi olan Bayan Pretty, romanın ilk bölümlerinde vaktinin çoğunluğunu çiftlik işleri ve oğlu Robert ile geçiren bir kahraman olarak görünür. Başlangıçta hayata olabildiği kadar dar bir açıdan bakan ve zamanını çiftlik işleriyle geçiren bir kahraman olarak dikkat çeken Bayan Pretty, kazı ilerledikçe klasik bir burjuva figür olmanın ötesine geçer. Roman boyunca onunla ilgili en çarpıcı konu, zamanla nasıl değiştiği, başta oğlu ile ilgili gözüken duyarlılığının zamanla nasıl da çevresindeki tüm insanları içine aldığıdır. Romanın başlarında kurallara son derece riayet eden burjuva bir karakter olarak gözüken Bayan Pretty, bir süre sonra yaşadığı bölge, çiftlik ve tüm ülkede, hatta Avrupa’da neler olup bittiğini yakından takip eden, verdiği kararlarda kendisi kadar çevresindeki insanları da düşünen bir yapıya evrilir. Bu yönüyle okura bir insanın nasıl zamanla değişip farklı bir kişiliğe bürünebileceğini de gösteren roman, insanın yaşamı boyunca olduğu yerde duran bir nesne değil, çevresinde olup bitenlere bağlı olarak değişip dönüşebilen, farklı bir karaktere sahip olabilen etkileşime açık bir canlı olduğunu hatırlatır. İşte bu noktada devreye giren geçmiş, Bayan Pretty’nin hayatında yeni bir sayfa açmasını sağlar. Her zaman güçlü bir karaktere sahip olan Bayan Pretty, bu güçlü kişiliğini çevresindeki insanları korumak için kullanır. Daha önce hayatının merkezine kendisini ve soyluluğunu koyarken bundan sonraki süreçte Sutton Hoo kazıları ve çiftliktekiler âdeta onun hayatının asıl belirleyicileri olur. Dolayısıyla başlarda oldukça basit bir arkeolojik girişim gibi görünen kazı çalışmaları, bir metafor olarak Bayan Pretty’nin kendi yaşamını kazması ve kendi derinlerinde bulduğu duygulanım ve değerleri gün yüzüne çıkarması olarak da görülebilir. Brown, çiftliğin kurak topraklarını deştikçe yalnızca Sutton Hoo hazinelerini değil, aynı zamanda Bayan Pretty’nin güçlü ve dirayetli kişiliğini de bulup herkes için gün yüzüne çıkarır.

Bayan Pretty hep belirli düşünceler ekseninde hareket eder; zaman zaman kendi çekirdek ailesini, sıkça anne babası ile olan ilişkisini ve bir süre önce vefat eden otoriter bir figür olarak bahsedilebilecek albay eşini düşünür. Bu üç başlık aslında onun hayata da nasıl bir düşünce yapısıyla motive olduğunu gösterir. Eşini ve ailesini kaybeden Bayan Pretty için geriye tek bir aile üyesi kalmıştır: oğlu Robert. Aile geçmişi ve evliliğini düşünmek ona sürekli güçlü bir karakter olmasını söylerken Robert onun için korunup saklanması gereken değerli bir hazineye dönüşür. Tam da bu noktada devreye giren Basil Brown, Bayan Pretty’nin dönüşümündeki ana faktör olur. Çevresindeki yerel halktan insanlar ve çiftlikteki çalışanlar ile içten ve paylaşıma dayalı bir ilişki geliştiren Brown, Bayan Pretty’e başka türlü bir insan ilişkisinin de mümkün olabileceğini hatırlatır. Hayat sadece Robert’ın veya onun değil, tüm insanların etrafında benzer bir şekilde dönmektedir. Birçok kişi yakınlarını, aile üyelerini, eşlerini ve hatta çocuklarını kaybetmekte, ancak bu yasları kendi içlerinde taşıdıkları kadar çevresindekilerle de paylaşmaktadır. Bu düşüncelerin gelişimiyle Bayan Pretty’nin dönüşümünün de ilk aşaması gerçekleşmiş olur. Bayan Pretty’nin kendisi gibi olmayan insanlarla yüzleştiği bu tanışma, beraberinde birçok farklı düşünceyi getirir. Önceleri zamanının çoğunu çiftlik ile geçiren Bayan Pretty, zamanla çiftlik dışında olan bitenler ve çevre bölgelerde yaşayanlarla da ilgilenir. Böylece ilgi alanı giderek genişleyen Bayan Pretty’nin hayata bakışı da farklılaşmaya başlar, çevresine karşı duyarlılığı artar. Bu da aslında insanın istediğini ne tür büyük değişimlere yol açabileceğini, kişinin kendisi kadar çevresini de değiştirebileceğini (okura/kahramanlara/herkese) hatırlatır.

Kazı, kendi içerisinde sınıfsal bir mücadele de taşır. Burjuvaya mensup kişilerin alt sınıflardan insanlara karşı nasıl bir tavır takındığını açıkça gösteren roman, bu sınıfsal mücadelenin toplumun birçok kesiminde uzun süredir var olduğunu ve bu durumun şehirler kadar kırsalda da sürdüğünü ortaya koyar. Dolayısıyla Kazı’ya bir sınıfsal çatışmalar romanı olarak yaklaşmak da mümkündür. Romanda yatay ve dikey olarak birçok farklı çatışma söz konusudur. Burjuvaya mensup karakterlerin alt sınıflara karşı tavrı kadar kendi içlerinde belirledikleri hiyerarşik düzen de son derece önemlidir, çünkü romandaki ilişkiler ağını belirlemede bu durum son derece çarpıcıdır. Bu çatışmalar salt çiftlikteki insanlar arasında değil, Sutton Hoo kazılarının duyulmasıyla bölgeye üşüşen yerel ve ulusal devlet görevlilerini eliyle de iyice ayyuka çıkmaya başlar. Dolayısıyla önceleri alttan alta hissedilen bu durum, bir süre sonra meselenin özü hâline gelir, açık bir mücadele alanına dönüşür.

Edith Pretty
Basil Brown

Suffolk’ta tarihin akışını değiştirebilecek derecede önemli çeşitli bulgulara rastlanması İngiltere’deki birçok önemli ismin dikkatini çeker. Özellikle arkeoloji ile yakından ilgilenen müze ve resmî kurumlar bu kazıdan kendilerine pay çıkarmak ve isimlerini birer “kâşif” olarak duyurmak için bölgeye akın eder. İngiltere’nin büyük şehir ve üniversitelerinden Suffolk’a akın eden resmî görevliler, akademisyen ve profesörler kazı çalışmalarının bu konuda ehil ve “eğitimli” kişiler tarafından yönetilmesi için yerel yöneticilere baskı yapmaya başlar. Bu aşamadan sonra da romanın odak noktası aslında sınıflar arası ilişkiler, şehirlilerle taşralılar arasındaki mücadele olur. Bayan Pretty romanın bu aşamasında oldukça kritik bir rol üstlenir. Ülkenin dört bir yanından gelen birçok önemli ismi idare eden ve kendi çiftliğinde bulunan bu kazıyı olduğu gibi sahiplenen Bayan Pretty, kendi emri altında çalışan Basil Brown’ı onurlandırmak ve bu hikâyenin (profesörler, akademisyenler, gazeteciler ve tarihçiler tarafından) başka türlü yazılmasını engellemek için şehirlilerle çetrefilli bir mücadeleye girişir, tüm sürecin aslında Suffolk ve çiftlik sakinlerine öncülük eden Brown’ın gayretiyle büyük bir keşfe dönüştüğünü kamuoyuna açıklar. Birçok profesyonel arkeolog tarafından alaylı olduğu için küçük görülen ve yalnızca bir “kazıcı” olarak görülen Brown, Bayan Pretty ile geliştirdiği bu duygusal ve güvene bağlı ilişki sayesinde işini ve kazıyı korumayı başarır. Brown’a karşı büyük bir güven duyan ve aslında onun kendisiyle birlikte çiftlik halkını da değiştirdiğini, herkese bir neşe ve umut saçtığını düşünen Bayan Pretty, tüm baskı ve eleştirilere rağmen kazıyı Brown’ın devam ettirmesini sağlar. Böylece onun roman boyunca sergilediği erdemli ve kararlı tutum da böylece büyük bir değere işaret eder. Tüm bu başarının mimarı Basil Brown’dır ve o, bu keşifle birlikte yalnızca tarihi değil, çiftlikteki herkesi değiştirmiştir. Dolayısıyla son raddede Bayan Pretty’nin mücadelesiyle büyük kentten gelen ve “yüce değerler”i temsil eden şehirliler arka planda kalırken Suffolk halkı bu başarı hikâyesinin asıl sahibi olurlar.

Öncelikle Basil Brown ve Reid Moir arasında başlayan ve daha sonra işin içerisine giren diğer ulusal müzelerin (sözgelimi British Museum’dan Charles Philips gibi) de etkisiyle sınıfsal derinliğini giderek arttıran kazı çalışması, İngiliz toplumunun kültürel kodlarını ve farklı sınıftan insanlara nasıl yaklaştığını göstermesi bakımından da oldukça çarpıcıdır. Egemenlerin diledikleri her şeyi istedikleri gibi yapabilmekten kaynaklanan özgüvenini olduğu gibi esere taşıyan anlatıcı, burada toplum içerisindeki anlaşmazlıkları belirli karakterler üzerinden sembolize etmekten de sakınmaz. Buna göre toplum içerisinde birleştirici bir unsur olan Brown hiçbir zaman göze batmazken varlığı her şeyi dengeleyen bir figür olarak belirir, âdeta işçi sınıfının yükselen bir değeri olarak ön plana çıkar. Buna karşılık Reid Moir ve Charles Philips, İngiliz-beyaz-eril-egemen sınıfın temsilcisi olarak belirir. Gerek tavırları gerekse kazıda kendilerinden önce yapılan tüm girişimleri yok sayarak her şeyi kendi bildikleri ve arzuladıkları şekilde yönetme isteği, onları çevrelerine karşı duyarsızlaştırır; kendileri ve görüşleri haricindeki her şeyi yok saymaya yönlendirir. Onların bu kuşatıcı ve yalnızca kendi aldıkları kararları önemseyen tutumları, kendileri haricindeki herkesi birer işçi, çalışan ve büyük amaca hizmet eden küçük birer parça olarak görmelerine neden olur. Dolayısıyla aslında kazının önemli bir bölümünü yöneten Brown, onlar için ancak bir aracıya dönüşür; ondan işini yaptıktan sonra yollarından çekilmesi beklenir. Roman boyunca öncelikle Ipswich Museum yöneticileri tarafından sahiplenilmek istenen kazı, daha sonra oyuna dâhil olan daha büyük oyun kurucuların talepleriyle bu kez British Museum’un kontrolüne geçer. Bu da zamanla büyüyen sınıfsal mücadelenin ve farklı sınıflar arasındaki yarışın giderek daha geniş bir alana yayıldığını gösterir. Üstelik tüm bunlara ek olarak bütün Avrupa’yı kasıp kavuran savaş söylentilerinin kuzey İngiltere’ye kadar ulaşması, işin vahametini ve boyutunu da arttırır.  Nihayetinde dünya tarihini değiştirebilecek kadar önemli olan Sutton Hoo kazıları, profesyonel arkeologlar ve Cambridge gibi önemli okullardan gelen çalışanlar ile yönetilmeye başlanır. Philips ve Moir gibiler arasındaki güç mücadelesi Basil ve çiftlik çalışanlarını hiç etkilemezken onlar için önemli olan bu kazıları nihayete erdirmek olur. Basil Brown, bahçıvan John Jack Jacobs, bekçi William Spooner ve işçi Bert Fuller dünya tarihini değiştirecek denli belirleyici olan bu keşfi hep beraber sürdürür ve süreç boyunca yalnızca Bayan Pretty’den emir alırlar. Onların bu davranışları iş verenleri tarafından her şey olup bittikten sonra dahi takdirle karşılanır, isimleri büyük bir övgüyle kamuoyuna bildirilir. Kazı artık önemli bir aşamaya geldiğinde elde edilen bulguları tüm basın ve dünya ile paylaşan Bayan Pretty, çalışanlarını onure etmekten geri durmaz ve her şeyin onların emeği ile gün yüzüne çıkarıldığını açıklar. Bu da romandaki sınıfsal mücadelenin Suffolk halkı lehine sonuçlandığı anlamına gelir. Büyük bir heyecanla Suffolk’a gelen şehirliler mağlup bir şekilde geldikleri yere dönerler.

John Preston
Kaynak: Amazon

Kazı içerisinde önemli bir yerde duran ve sınıfsal mücadele kadar ayrıksı bir yerde duran bir diğer mesele farklı kuşakların birbiri ile olan ilişkisi ve alışverişidir. Romanın ilk bölümünde Bayan Pretty’nin hikâyesine odaklanan yazar, daha sonra eserini Peggy ve Robert üzerinden devam ettirir. Bu da tüm romanı aslında 1939’tan 1965’e doğru kronolojik bir çizgide farklı kuşaklar üzerinden belirdiğini ortaya koyar. Farklı kuşaklarla birlikte değişen değer yargıları, düşünce biçimleri ve insan ilişkileri, romanın ana iskeletini oluşturan günlük notlarında kendisini gösterir. Romanı farklı bölümlerde farklı anlatıcıların ağzından kaleme alan Preston, söz konusu bunca kuşak üzerinden aslında hikâyenin nasıl gerçekleştiği kadar zaman bu hikâyeyi nasıl dönüştürdüğünü de ortaya koyar. Bayan Pretty’nin mücadelesi uzun yıllar sürerken özellikle 1945’te II. Dünya Savaşı’nın sonlanmasıyla herkes için farklı bir dönem başlar. Brown tarafından keşfedilen Sutton Hoo, koruma altına alınarak tekrar gömülür ve uzun yıllar toprak altında herkesten uzak bir köşede saklanır. Daha sonra herkesin bir bir ölmesiyle hikâye manipüle edilmeye, kazıyı gerçekleştiren ekiptekilerin isimlerinin yerini farklı isimler almaya başlar. Değişen her kuşak, bu hikâyeye dair eldeki bir veriyi/bilgiyi değiştirir ve böylece ortaya saf gerçek değil, zamanla yazıya geçirilmiş bölük pörçük bir anlatı kalır. Her kuşağın Sutton Hoo’ya dair kendi hikâyesini yazması, Preston’ın bu kuşak hikâyesiyle okurun olaylara çok daha geniş bir perspektiften yaklaşmasını istediğini gösterir.

Seda Çıngay Mellor tarafından Türkçe’ye çevrilen ve geçtiğimiz aylarda SALTOKUR tarafından yayınlanan Kazı, okuru gerçek bir olaydan yola çıkarak kaleme alınmış, İngiltere’nin büyük şehirlerinden ve kalabalıktan uzak bir köşede tarihe yön verecek derecede önemli bir keşfin hikâyesini yeniden hatırlamaya çağırıyor.