.

Beynin İçinde Derin ve Dar Bir Yolculuk

Ahmet Özbek

İnsan beyninin, insanı kendi  katili olmaya yönlendirmesi düşüncesi, yüksek olasılık taşıyan bir şey değil. En azından teoride böyle değil. Bir şeylerin farkında olmaksızın, düşünce yapısı nedeniyle yaşamını bitirenlerden de söz etmiyoruz. Biyolojik varlığı neredeyse ‘Tanrı’dan bir virüs almış’ talihsiz bir beynin hikâyesi bizimki. Kay Redfield Jamison*, yaşamla ölüm/delilikle akıl arasında hep gidip gelirken mutlaka en onulmaz dertlerde için için söylediğimiz “neden ben..neden ben” sözünü belki de bin birinci çığlığında yine tekrarlamıştır muhtemelen.  Ve bu satırlar yazılırken de, belki  mani krizlerinden birinin bitimiyle çok yükseklerden düşüşünün acısını haykırıyor da olabilir şu an. Şans mı şanssızlık mı, anlamak/anlatmak mümkün değil. Ancak yine de manik depresiflik gibi çağın en acı psikiyatrik hastalıklarından birine yakalanmış bir insanın, bir psikiyatri profesörü olması şaşırtıcı bir görüntü. Kitabı okurken zaman zaman yazarla özdeşleşsek de, iyileştirmekle yükümlü bir insanın kendini yaşamda tutmasının zorluğundaki akıl almazlığı da sadece izleyebiliyoruz Durulmayan Bir Kafa‘da. Yazar (aynı zamanda da hasta tabii), önceleri, bir ruh bilimci olmasına rağmen, hastalığını açıklamaktaki çekingenliğini,  bunu gerçekleştirirse dostluklarında, üniversitedeki ayrıcalıklarında olabilecek ‘kayıpların’ olası nedenine bağlasa da, daha sonra etik açıdan ve saklanmamak adına  bu işi yaptığından sıkıntı duymadığını belirtmektedir kitabında. Rastlantının böylesi dedirten insana, karşınızdakinin çaresizliğiyle bütünleştiğinde, karşınızdaki insanın acısının dehşet verici ağırlığını birden kavrıyorsunuz. Jamison, kitabının ilk sayfalarında, ilk gençliğini anlatırken doğal olarak kendinde keşfettiği ilk ‘bulguların’ doğal insan davranışları çizgisinde kaldığını düşünmektedir. “Uçuş” ve düşüş anlarındaki şaşırtıcı durumların bir rastlantı olduğuna üniversite hocalığının ilk yıllarında da inanacak; yaşadığı depremlerin, fazla çalışmak, tatil yapmamak, aşırı yorgunluk, yanlış yaşanmış bir çocukluk benzeri yaşantılardan kaynaklandığını sanacaktır bir süre. Ta ki bu sendromlar kişinin yaşamını tehdit eder bir düzeye gelinceye kadar. Jamison kitabı 1995 yılında yazmış bizdeki bilgilere göre (Oğlak Yayınları 5.basım tarihi ise 2010) . Yani hastalığa yakalandığından yıllar sonra. Bunu yayınladıktan sonraki durumunu ise çok iyi bilmiyoruz. Ancak doğrusu okuyan herkesin akıl hastalığına bakışını yüzde yüz dönüştürebilecek bir kitap Durulmayan Bir Kafa.

Kitap, “Başımı geriye atmış, saç örgülerimden birini düşlerken, tepemden uçan jetin sesini dinliyordum.  Gürültü her zamankinden fazlaydı, demek ki uçak iyice yakındı. Bizim okul Washington’un hemen dışındaki Andrews Hava Kuvvetleri Üssü’ne yakındı; çoğumuz pilot çocuğuyduk, dolayısıyla bu ses günlük yaşamımızın bir parçasıydı. Ancak günlük yaşamın bir parçası olmakla büyüsünden yitirmiyordu ve içgüdüsel olarak başımı kaldırıp el salladım. pilotun beni göremeyeceğini biliyordum elbette. Ayrıca görecek bile olsa o pilotun babam olması ihtimali çok zayıftı. Gene de öyle, kendiliğinden yapılmış bir hareketti işte; ayrıca gökyüzüne bakabilmek için hiçbir fırsatı kaçırmazdım. Meslekten hava kuvvetleri pilotu olan babam, her şeyden önce bir bilim adamı, ikincil olarak da pilottu.  (…..) Jetin gürültüsü daha da fazlalaşmıştı. Öteki arkadaşlarımın da birden başlarını yukarı doğru çevirdiklerini gördüm. Uçak çok alçaktan uçuyordu, derken bahçeyi ıskalayarak yanı başımızdan geçti. Biz çocuklar dehşet içinde  birbirimize sokulurken hemen ilerimizdeki ağaçların içine çakıldı ve anında gözlerimizin önünde patladı..” sözleriyle başlıyor. Bir uçağı okul bahçesindeki çocukların ölümüne neden olmamak için uzak bir yere düşürüp de ölen insanla, kendisi arasındaki benzerliği de kitabın sonlarına doğru açıklayacaktır Jamison, daha sonraki satırlarında, ‘İnsanların tıpkı bu kahraman pilot gibi, bu tür ideallere ne çok ihtiyaç duyduklarını, ama onları gerçekleştirmenin ne kadar ölümcül olabileceğini anladığını’ ekliyor Jamison bu sözlerine. Kay, manik depresif hastalığın ilk krizlerine lise son sınıfta yakalandığını, “Çılgın bir sansar gibi oradan oraya koştuğunu, türlü plan ve projelerle fıkır fıkır kaynadığını, sürekli spor yaptığını, geceler boyu uyumadığını, arkadaşlarıyla gezdiğini, eline geçen her şeyi okuduğunu, gerçek dışı tasarılar kurduğunu” söylüyor bu bölümde (sayfa 47). Ancak geçen yıllar, bir tıp öğrencisi bile olsa insan, bütün yaşamsal kaynaklarının önünün kapanmasıyla çocukluğundaki çaresizliğe sert bir dönüş gibi algılanacaktır yazarın beyninde. Kay, bütün manik depresiflerin o ortak özelliği olan uçuş ve düşüş anlarının karakteristik özelliklerini (bence fazla ağır olarak) öğrenciliğinde ve meslek hayatının büyük bir bölümünde yaşayacak; ancak sorunlar hayatını tehdit eder hale gelinceye kadar yaşadıklarının bir hastalık olduğunu algılayamayacaktır. Ama ne hastalık; bir psikiyatri profesörünü defalarca hastane binasının en üst katına çıkarıp da atlamak ya da atlamamak seçeneğinin korkunçluğuyla baş başa bırakacak bir hastalık! Oysa hastalığını tamamen öğrendiğinde, alacağı riskler (üniversitedeki ayrıcalıkları yitirmek, akademisyenliğinin engellenmesi ihtimali, sürekli lityum almanın berbatlığı) ve de yaşamda kalmak arasındaki ince çizgide yürümek; bir de salt biyolojik olan bir hastalık nedeniyle zehir olmuş bir hayata katlanabilmek…Bütün bu olanlar, sonunda şunları da dedirecektir ‘yazar’a: “Manik depresyon hem öldüren hem de hayat veren bir hastalık. ateş, doğası icabı, hem yaratır hem de yok eder..” (sayfa 136). Yine Kay Redfield’in kendisine ve tüm psikiyatri ve de tıp dünyasına sorduğu şudur: “Sonuçta klinik çalışmalar yapan biri olarak kendime sorduğum en önemli soru, akıl hastalığı olan birinin başka hastaları tedavi etmesine izin verilmeli mi?”  (sayfa 216). Doğrusu Jamison’ın bu ‘dar hüzünlü hikâyesini’ okurken insanın içinde de hüzünlü kıpırtılar olmuyor değil; ve yaşamlarımızda şahit olduğumuz nice insan acılarına onları anlamadığımız için seyirci ve yabancı kalışımızı çok iyi anlayabiliyoruz. Bir de bu tür bir hastalığın insan düşüncesiyle kontrol edilemeyeceğini, çünkü bunun salt bir beyinsel hastalık olduğunu anlıyoruz, en azından bu kitabı okuduğumuzda. Lityumdur sorunu çözen tek şey; ve inanılmaz olan şey, sıradan bir insanın değil bir psikiyatri profesörünün lityum almaya bu kadar zor ikna edilebilmesi. Bunun da nedenleri var: çünkü manik dönemler uçuş dönemleridir ve hastayı bu canlı ve heyecanlı anlardan koparmak onu hasta olduğuna ikna etmek pek de kolay değildir. Kay, bu anları şöyle açıklıyor kitabında:   “Bu tür deliliğin kendine özel bir iç sızısı, coşkunluğu, yapayalnızlığı ve dehşeti var. Uçtuğunuz an ise harikasınız. Düşünceler olsun, duygular olsun müthiş bir hızla, yoğunlukla üst üste geliyor, aynı kayan yıldızlar gibi. Gövdenizin her yanını müthiş bir duyarlılık sarıyor; baştan çıkarmak, baştan çıkarılmak karşı konulamaz bir istek haline geliyor. Ama bir noktadan sonra bütün bunlar değişiyor. Kafanıza üşüşen fikirler onulmaz bir biçimde birbirine karışıyor. Düşünceleriniz birden tersine dönüyor. Sinir, öfke ve korku birbirini izliyor. Bellek yok oluyor. Kafanızın en karanlık mağaralarına dalıyorsunuz”  Gördüğünüze göre yasa iki duyguyu birbirinden ayrı ama birbirini dengeleyici olarak tutuyor, çünkü ikisinden birini tek başına yaşama şansınız yok. Zaten yaşasanız da buna dayanma olanağı da yok. Kay Redfield Jamison’ın bu kitabı, aslında psikiyatride kullanılan ilaçların gerekliliği konusunda da bazı soruları yanıtlıyor gibi: Evet, bazı psikiyatrik hastalıklarda ilaç kullanımı olmaksızın sağaltım yapmak neredeyse olanaksız gibi bir şey; bunu da buradan anlıyoruz, benim gibi bu kadar karmaşık uğraş arasında psikiyatrik farmakolojiye kafa yoran bir insan için de epey açıklayıcı. Kay Redfield’in hikayesi, bir hayatta kalma hikayesi, neredeyse -lityumu saymazsak- çaresiz bir hastalığa karşı; ancak ne yazık ki bütün manik depresifler onun kadar hastalık konusunda bilgili ve şanslı değil. Ne yapalım, biz de insana yaşamı zindan eden bu hastalıkların tedavisinde yeni olanaklar bulunmasını dileyelim ve salt insan kardeşlerimizin acılarına yabancı kalmamak için “Durulmayan Bir Kafa” içinde, derin sarsıcı ve acıtıcı empatik bir yolculuğa çıkalım isterseniz.

*Kay Redfield Jamison (14 Ekim 1946 doğumlu)  Psikiyatri profesörü, Johns Hopkins Üniversitesi. Ve  St. Andrews Üniversitesi  fahri profesörü. Kendi Manik depresif bozukluğunun ona yaşattıkları, Durulmayan Bir Kafa (Oğlak Yayınları), “Erken Çöken Karanlık” (Ayrıntı Yayınları) gibi kitapları kazandırdı yazın dünyasına.