Burak Akbalık
Yaşamda kaosu mu ararız yoksa denge mi kurmaya çalışırız? Gelecek mi bizi ilgilendirir daha çok, yoksa geçmiş mi? Kendi benliğimizi sürekli olarak tekrar kuruşumuz nasıl gerçekleşir? Soruların sayısını arttırmak mümkün, ancak sorular arttıkça cevaplar da bir o kadar artar ve çeşitlenir. Şüphesiz her insanın içinde, benzeri sorulara farklı cevaplar verilir.
Celal Kadri Kınoğlu’nun ilk romanı Armağan’ı da bu sorulara verilmiş bir cevap olarak okumak mümkün. Kitap felsefi olarak oldukça derinlikli bir metin ve okura basit bir dille, çoğu kişinin anlayabileceği biçimde sunulmuş. Ana karakter esaslı bir “okur”, ancak artık yaş almaya başlamış ve unutkanlığın dehlizinde kaybolmak istemediği için “hayatının eseri”ni ortaya koymaya kalkışmaktadır. Burada “hayatının eseri” bir başyapıtı değil, kelimenin gerçek anlamıyla hayatının eserleştirilmesini imler. Kitap bu büyük proje için bir asistan arayışıyla başlar, ismi metin içinde geçmeyen karakterimiz gazeteye asistan ilanı verir. CV’lerde ve düzenin çarkı hâline gelmiş insanlarda aradığını bulamaz ancak oldukça gayri nizami bir mailde bulur. Bu gayri nizami asistan Felsefe mezunu Alev’dir. Alev’le karakterleri oldukça farklıdır. Alev; genç, dinamik, ani planlara açıkken, karakterimiz; yaşlı, dengeli, düzenlidir. İlk tanıştıkları andan itibaren çoğu yerde kendisinin Alev’in hızına, dolayısıyla gençliğin ve çağın dinamizmine yetişmeye çalıştığını görürüz. Eser, karakterle yapılan röportajlardan, onun hayatından, onun tanımlarından oluşur. Asistanı görüntü ve ses kayıtları alır, ayrıca onun için çeviriler ve okumalar yapar. Bu eser, kişinin yaşamının bir anlamda kanıtlaşmasını ve “yaşadım” diyebilmenin süresiz olanaklılığını oluşturur. Böylece karakter kendi varoluşunu zaman ve mekân içerisinde taşıyabilecektir. Kitaplar onun için gerçek hayattan bir kaçışı sağlar. Yalnızlığını önleyecek bir şey olarak düşün ve edebiyat dünyasına sarılır. Karakter kendi yalnızlığından ve hayatın bayağılığından kaçışı kitaplarda görür, kitaplarını kendi dünyasının “oyuncakları” hâline getirir:
“Bir oyuncak, kendisine bir şeyler söylenmeyince, kendisinden fazla olamayınca, biter. Sonu gelmeyecek bir oyuncak yapma kararı alıyorum.” (s. 26).
Karakterin dengeli, düzenli ve kendi hâlinde bir hayat yaşaması, asistanından ünlü muhafazakâr filozof Roger Scruton’dan konferanslar istemesi, sürprizler ve ani program değişikliklerinden kaçınması onun süregiden hayatın muhafaza edilmesi isteğini gözler önüne serer. Asistan Alev de en başta bu sisteme dahil edilmeye çalışılır ancak bu başarısız olur. Alev karakterin hayatında sürprizler ve ani planlar yaratır: “Altüst ettiği dünyamı baştan kuruyor bu kız.” (s. 106). Karakter Alev’in boşluklu bir şeyi (kendi hayatını) dolduran bir kişi olarak ortaya çıktığını söylemektedir.
Genç yenilikle ve yaşlı gelenekle özdeşleştirilmiştir romanda. Gençliğin kendi dili olduğundan bahsedilmesi, gençlik alt kültürlerine gönderme içermektedir. Örneğin karakterin e-maillerden mektup diye bahsetmesi gelenek vurgusuyla alakalıdır. İstanbul’un hep yarına koştuğunu söylemesiyse İstanbul’un da yenilikle, değişimle ve sonuç olarak gençlikle bağını vurgular.
Yaşlanmanın bir muhafazakarlığa doğru bir eğilim yarattığı[i] varsayımsal olarak metinde yet alır. Karakter gençliğinde üniversitede solcu olduğunu vurgularken sonraları gelenekten kopuştan rahatsız olur, evdeki ufak değişiklikler bile onu rahatsız eder. Gençliği şöyle tanımlar:
“Gençlik?”
“Küçük odamızda başlar maceramız. Duvarda resimler, aklımızda deli şarkılar, şiirler, aşklar, hayaller… Birikip gelir ardımızdan anılar… Gençlik bitene kadar.” (s. 134).
“Gençlik imkânsıza, aşka inanır.” (s. 157).
“İnsanın gençliği artık kendisi sayılmaz.” (s. 47).
Dolayısıyla gençliğin bitişi, maceranın bitişi ve artık yerleşmenin başladığı anlamına gelir. İmkânsız olanın gerçekleşebileceğine dair inanış biter ve imkânsız sahiplenilir.
Kitabın otobiyografik öğeler taşıdığını söylemek mümkün. Örneğin semtleri (Pangaltı) aynıdır. İkisi de bir süre Gaziantep’te yaşamışlardır ve İTÜ Makine Mühendisliği bölümünde okumuşlardır. Ancak karakterimiz bölümü bitirip mühendislik mesleğini icra ederken, yazar bu bölümü son sınıfta bırakıp Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne girmiştir. Örneğin şu cümlelerde yazar kendi yaşamına göndermede bulunur:
“Öğrencilik yıllarında yanlış üniversiteye gidenler, hemen okulu bırakıp ikinciye devam ettiler. Ben korkup bitirdim İTÜ’yü ve halt ettim.” (s. 163).
Son olarak, kitap yazarın kızına bir armağanı olarak ortaya çıkar, adı da buradan gelmektedir. Ancak bununla beraber romanın anlatısında da karakterin hazırladığı “eser” en baştan bir armağan olarak düşünülmüştür. Dolayısıyla yazarın kendi hayatı ve kurmaca arasındaki sınırları silikleştirdiğini söylemek mümkün.
[i] Jonathan C. Peterson, Kevin Smith, John Hibbing, “Do People Really Become Mor eople Really Become More Conser e Conservative as The e as They Age?”, The Journal of Politics, S: 82, 2020, s. 600-611