
Esra Açıkgöz
Pandemi ve yasakların sebep olduğu yoksulluk derinleştikçe, birçok ülke basınında şu soruluyordu: Almanya`da sosyal devlet işleyişi nasıl bu kadar iyi uygulanıyor? İthaki Yayınları`ndan çıkan “Almanlar Neden Daha İyi Yapıyor/Gelişmiş Bir Ülkeden Notlar”, bu sorunun yanıtını ve daha fazlasını çözmek için iyi bir kaynak. Dengelerin değiştiği bu zamanda dünya konjektörünü anlamak için de. Kitap, daha adıyla bir ikileme düşürüyor okurunu. Yazarı, gazeteci John Kampfner, bir soru mu yöneltiyor yoksa bir kanıyı mı söylüyor? Yanıtı bulmak için sayfaları çevirmek gerekiyor…
Aslında yazarın Almanya “yolculuğu” 1930’lara kadar uzanıyor; Yahudi olan babası Fred’in, Hitler’in ordusu Çekoslovakya’ya ilerlerken yaşadığı Bratislava’dan kaçış sürecine. Babasının yaşadıklarını, “Anne ve babasıyla birlikte tren vagonları ve arabalarla Almanya’nın öbür ucuna kaçıp ülke dışına çıkmayı başardı. Birkaç kez neredeyse yakalanacakken ya şans eseri ya da vicdanlı insanların yardımları ile kurtuldular. Akrabalarının çoğu toplama kamplarında öldürüldü” diyerek anlatıyor. Bu nedenle Kampfner’in hikâyesi, İngiltere’de başlıyor. 1960 ve 1970’lerde Almanları hedef alan savaş şarkıları, şakalar ve TV şovlarına maruz kalıyor. 15`inde Almanca’yı öğrenmeye başlayıp da Goethe, Brecht, Max Frisch ve Nina Hagen ile tanışınca bir kırılma yaşıyor. Onu, yirmilerindeyken Almanya’ya muhabir olmaya götüren de bu oluyor. Yıllarca Almanya’da çalışıyor. Hala Times’ta yazılarına devam eden bir gazeteci Kampfner.
Dakiklik ya da Belki Bira
Kitabın çıkış hikâyesine gelince; John Kampfner’i, “Almanlar Neden Daha İyi Yapıyor?” sorusunun peşine düşüren, 2019’da Alman arkadaşları Cari ve Januscz için gerçekleştirdiği bir dizi video röportaj oluyor. Bu proje için herkese bir soru yöneltiyor: “Almanlar neyi iyi yapar?” Ancak yanıt alabilmesi kolay olmuyor: “Yoldan geçenlerin çoğu bu soruyla karşılaştıklarında adeta şok oldu, bir cevap bulabilmek için mücadele etti. Bazen ciddi, bazen ironik bir şekilde şunları söylediler: Dakiklik, doğruluk, eksiksizlik. Biri şunu söyleyecek kadar ileri gitti: Sertiz ama dürüst ve açık sözlüyüz. Sözümüzü tutarız. Pek çok kişi ise sığınacak yeri ekmek veya birada buldu… Yine de Almanların neyi daha iyi yaptığını ve aslında hangi dersleri öğretmeleri gerektiğini ya da daha doğrusu öğrendiklerini merak ettim. Bu soruları sorarken, bir üstünlük örneği sunmayı değil, bu ülke hakkında farklı türden bir tartışmanın fitilini ateşlemeyi, yakın tarihin dengesini düzeltmeyi umuyorum.”
Kampfner için kitabın yazılma zamanı da önemli. Çünkü Almanya’nın sürdürülebilir ekonomik büyüme döneminden çıkarak belirsizliklerin arttığı bir döneme girdiğini gözlüyor. Bu sadece onun gözlemi de değil: “Bu kitap için görüştüğüm Almanlar, önde gelen politikacılardan çokuluslu şirketlerin CEO’larına, sanatçılardan mültecilere yardım eden gönüllülere, eski eşlerden sıradan insanlara kadar rasgele seçildi, hepsi işlediğim teze ve kitabın başlığına irkildi. Üstelik tek bir istisna olmadan. `Bunu söyleyemezsin` diye karşı çıktılar ya da garip bir şekilde güldüler. Daha sonra ülkenin karşı karşıya olduğu sorunlar ve yanlış giden şeylere ilişkin uzun bir liste sıraladılar. Almanlar nereye baksalar endişeli hissediyorlar. Değer verdikleri her şeyin tehdit edildiğini düşünüyorlar. Donald Trump’tan Vladimir Putin’e, Recep Tayyip Erdoğan’dan Jair Bolsonaro’ya kadar popülistlerin ve güçlü adamların demokrasiyle açıkça alay ettiği bir dünya görüyorlar.”
Ülkeyi Bugüne Getiren Dört Kilit Yıl
Kampfner, Almanya’da savaştan bu yana dört kilit yıl olduğunu düşünüyor: 1949, 1968, 1989 ve 2015. Ona göre, Almanya’yı bugünkü haline getiren dönüm noktaları bu yıllarda yatıyor: “1945’ten 1949’a kadar, harap olmuş ve işgal edilmiş bir ülkenin yeniden inşa edilmesi gerekiyordu… Savaşı mutlak biçimde kaybetmenin travması ulusal bilince egemen oldu. Müttefikler, özellikle de Amerikalılar, ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağladı. Almanya’daki tüm kamusal yaşamın merkezinde, 1949’da onaylanan Grundgesetz (Temel Kanun) vardır. Bu, savaş sonrası yeniden yapılanma ve rehabilitasyonun en büyük başarılarından biri olan olağanüstü bir belgedir. Söz konusu yasa hem geçerliliğini sürdürdü hem de zamana göre değişebilmeyi başardı… Almanya ekonomisini şaşırtıcı bir başarıyla yeniden inşa etti ancak kefaret, tarihsel hesaplaşma, savaştan hemen sonraki yıllarda gerçekleşmedi.”
Kitapta özel bir bölümü Nazi soykırımına ve Almanların bu dönemden sonraki yüzleşmelerine ayırıyor Kampfner; önde gelen Nazi liderlerden biri olan Adolf Eichmann’ın duruşmasına ve asılmasına, davayı izleyen Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” tabiriyle yaptığı çıkışa… Çünkü Almanya’nın savaşa bakış açısı üzerinde durmanın öğretici olduğuna inanıyor. Tabii bu noktaya ulaşılması kolay olmuyor. Bunun için 1968 isyanlarının beklenmesi gerekiyor. Almanya’nın genç nesli, aileleriyle geçmiş hakkında yüzleşmek için kolları o zaman sıvıyor: “Artık sessizliği, eksik ve yanlış öğretilen şeyleri kabul etmek istemiyorlardı. Yaşlı insanlardan içinde yer aldıklarını ya da görmezden geldiklerini bildikleri dehşet hakkında cevaplar istiyorlardı. Birkaç yıl sonra 1968 ruhu, Baader-Meinhof Grubu’nun terörizmiyle şiddetli ve çirkin bir renk aldı. Ülke yine tehlikedeydi. Almanya bir başka uçurumun kenarına kadar geldi ancak bundan demokrasisi güçlenerek çıktı.”
Üçüncü kilit yıl elbettte, Duvar’ın yıkılması ve iki ülkenin yeniden birleşmesi. Kampfner, Margaret Thatcher’ın, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bir ay sonra, “Almanları iki kez yendik. Şimdi yine oradalar” lafını hatırlatıyor.
Sınırlar Açıldı, Almanya Değişti
Dördüncü ve son dönüm noktasını ise, 2015’teki mülteci krizi olarak belirliyor. “Hayır kurumları, güvenlik servisleri ve ordu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan AB’nin en güneyindeki limanlarına gelen göçmen dalgasının sürdürülemez hale geldiğini bildiriyordu. O sırada Yunanistan’ın borç kriziyle meşgul olan Merkel neler olup bittiğini kavramakta yavaş kaldı. Yine de nihai tepkisi dikkat çekiciydi. Almanya, komşularını şaşkınlık içinde bırakarak savaşın sona ermesinden bu yana Avrupa’da görülmeyen bir insan akışına kapılarını açtı. Bunun için siyasi olarak büyük bir bedel ödedi. Toplumsal yaralar yeniden gün ışığına çıktı. Aşırı sağ, göçmen karşıtı `Almanya için Alternatif (AfD)` yükselişe geçti. Almanya bu karardan hala ürkse de doğru ve iyi bir karar verdi.”
Kampfner’e göre, Merkel’in sınırları açma kararı Almanya’yı sonsuza dek değiştirdi. Kitapta önemli bir bölümü Merkel’e ayırmasının tek nedeni bu değil ama “Angela Merkel’in yükselişi ve çağdaş Almanya’yı tanımlamada oynadığı rol, 21. yüzyılın başlarına ait en alışılmadık siyasi hikâyelerden biridir. Bir kadın, bir Protestan, eğitimli bir fizikçi ve boşanmış bir kadın olarak bu iş için daha az uygun görünemezdi.”
Tabii Yeşiller ve yükselişi de kitapta ayrı yer tutuyor: “Son birkaç yılda, kısmen SPD’nin çöküşünün hem sebebi hem sonucu olarak, kısmen iklim konusunda yükselen aciliyet nedeniyle ve kısmen de Avrupa çapındaki milliyetçi-popülist tehdide bir yanıt olarak daha da büyüdüler. Savaş sonrası düzen partileri tarzında siyaset yapan Yeşiller, anayasaya bağlı geniş bir grup haline geldi. Dikkat çekici olan şey, etkinliklerini hippi/yenilikçi kentli grupların ötesine ve Almanya’nın küçük kasaba ve köylerine kadar genişlettiler… Almanya’nın dünyanın en eski ve en etkili hareketlerinden biri olan Yeşil Hareketi, yarım yüzyıl önce ülkenin güneybatısındaki şarap üretim bölgesi Kaiserstuhl’un kıyısındaki Wyhl adlı bir köyde ortaya çıktı.”
Bu sırada çelişkileri de gözler önüne sermeyi ihmal etmiyor. Mesela, Alman hanelerinin yarısından fazlasının otomobil derneği ADAC’ın üyesi olduğunu belirtirken, abonelere dağıtılan derginin 11 milyon basıldığını ve bunun, ülkedeki herhangi bir yayın için açık ara en yüksek tiraj olduğunu eklemeyi unutmuyor. Bu kadar ekoloji konuşulan bir ülkede araba sevdasının yerini muhattaplarına sormayı da. Berlin’deki Ekoloji Enstitüsü’nün kurucusu Andreas Kraermer, yanıtı şöyle veriyor: “Birçok meslekte insanlar şöyle düşünüyor: ‘En yeni BMW’yle işe gitmezsem ciddiye alınmayacağım.’… Onlarca yıldır, araba büyümenin ifadesi. Özgürleşmeyi ilan ediyor. Bu bir gurur kaynağı.”
Ancak genç kuşak arasında bu durum değişiyor. Özellikle de metropollerde. Diğer örneklere gelince; Almanya 1970’lerde kömüre olan bağımlılığından uzaklaşmaya başladı ancak 2038’e kadar kömürden kurtulamayacak. Almanya hala dünya çapında sahip olduğu yaklaşık yüzde 2’lik payla en fazla CO2 yayan altıncı ülke.
Ekonominin Arkasındaki Gizli Şampiyonlar
Kitapta, Almanya ekonomisiyle ilgili iki istatistik öne çıkıyor: Alman GSYH’sinin yaklaşık yüzde 80’i aile şirketlerinden elde ediliyor. Başırılı küresel Mittelstand şirketlerinin üçte ikisi, elli bendine az nüfusa sahip yerlerde yerleşik. Büyük kentlere yönelik göç, Fransa, İngiltere, Polonya veya İspanya gibi diğer ülkelere göre çok daha az. Batı dünyasındaki diğer birçok ülkede, endüstriyel ve ticari operasyonlar büyük şehirlerde yoğunlaşarak merkezi hale gelirken, Almanya’da gelişmiş imalat, uluslararası katılım ve yerelcilik birlikte hareket ediyor.

Almanya’yı diğerlerinden ayıran en önemli unsur, daha küçük ölçekli firmalar. İş statejisti ve yazar Hermann Simon bu firmaları, “gizli şampiyonlar” olarak niteliyor. Kampfner’e göre, Almanların başarı için izlediği yol, imalat ve mühendislik; ihracat; sağlam kamu maliyesi; yüksek beceri seviyesi ve sosyal dayanışmadan geçiyor. Kampfner`in paylaştığı bir istatistik oldukça ilginç: İngiltere’de, Aralık 2019 itibariyle toplam kişisel borç, on yılda 180 milyar sterlinden 225 milyar sterline yükseldi. Ortalama olarak her yetişkin toplam 4300 sterlinlik ek hesap, kişisel kredi ve kredi kartı borcuyla yaşıyor. Almanlar için bu lanet bir şey olurdu. Onlar için önemli olan, riske dayalı varlık satın almak değil kişinin geleceğini risk almadan güvence altına almasıdır.
Yazar Bir De Görev Yüklüyor Kitabın Sonunda
Kitaptaki en etkileyici cümlelerden birini, Alman Marshall Fonu’ndan Jan Techau İngiltere ve Almanya’yı karşılaştırırken kuruyor: “Her şeyi berbat etsen bile tarihin doğru tarafında olduğuna inanıyorsun. Siz İngilizler kimliğini dünün büyüklüğü etrafında inşa ederek kendi komplekslerinize teslim oldunuz. Bunu öne çıkarırken konforlusunuz. Bizim kurallara ihtiyacımız var. Almanlar, risk aldıklarında doğru tarafta olacaklarına dair sıfır güvene sahipler. Bu yüzden risk almak istemiyorlar.”
Tam da bu nedenden Almanya’nın birleşik bir Avrupa’ya ihtiyacı var, sadece ticaret için değil, amaç duygusu için de. “Bugünle mücadele eden ülkeler, gerçek ya da hayali geçmiş zaferlerin özlemiyle teselli bulur. Tarihi nedeniyle Almanya bunu yapamaz” diyor yazar Kampfner, “Almanya, içinden geçtiğimiz milliyetçilik, aydınlanma karşıtlığı ve korku çağında Avrupa’nın en büyük umududur. İngiltere her zaman bir yol gösterici olarak görüldü. Amerika da; ancak her iki ülke de daha geniş dünyaya karşı sorumluluklarının çoğunu görmezden geldi. Hızla değişen bir dünyada Avrupai değerleri kim temsil edecek? Otoriter rejimlere kim karşı çıkacak? Liberal demokrasiyi kim savunacak? Almanya yapabilir çünkü ülkeler tarihten ders almayı başaramazlarsa ne olacağını bilir.” Yine de Almanlar pek çok açıdan daha iyi yaptıkları yönündeki fikre hala katılmıyor. Herhangi birine bir ders verebilecekleri fikrinden endişe duyuyor. Ancak Kampfner, bir önermeyle başladığı yolculuk sonunda vardığı noktayı, şöyle anlatıyor: “Ama yakın tarihlerini nasıl ele aldıklarına, siyaset yapma alışkanlıklarına, iş yapma biçimlerine, krizleri yönetme şekillerine, birbirlerine ve dış dünyaya karşı tutumlarına baktıkça bu önermeye daha çok kani oldum. Özellikle bu zor zamanlarda, diğer ülkeler için Almanya’nın duygusal olgunluğunu ve sağlamlığını görmezden gelmeleri aptallık olur.” Haksız da sayılmaz…