
Nihan Abir
“Afiyet Olsun” köşesinin şimdiye dek üzerine yazmakta en zorlandığım kitabı oldu Nefaset Lokantası. Bunun birden fazla sebebi var. Birinci sebebi; romanın tadı öyle bir damağımda kaldı ki üzerine ne yazacağımı uzun süre bilemedim. İkinci sebebi Tuğba Doğan’ın dikkati, hassasiyeti, edebiyat ve sosyoloji eğitimi metne o kadar güzel temeyyüz etmişti ki bir süre şaşkınlık ve hayranlık duydum. Üçüncü sebebi, romanın ana konusu Türkiye’den gitmek ya da gidememek meselesi, eserin yayımlandığı 2019 yılından beri şiddetlenerek gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Dördüncü sebebi şahsî: Aynı ismi taşıdığım Nihan. Romanın ana karakteri Salih’in sevgilisi olarak metne girdi ve sayfalar ilerledikçe metinle arama koymam gereken mesafe uçtu gitti. Mesafeyi ayarlamak zaman alsa da sonunda Nefaset Lokantası üzerine kaleme aldığım bu yazı ortaya çıktı. Tuğba Doğan’ın eline sağlık, size Afiyet Olsun.
Nefaset Lokantası ve Huzursuzluğun Kitabı
Nefaset Lokantası, farklı mizaçları ve geçmişleri olan bir grup insanı veda yemeği dolayısıyla bir araya toplar. Romanın ana karakteri Salih için organize edilen bu yemek hem gerçek vedalara hem de umulmayan itiraflara ve başlangıçlara ev sahipliği yapar.
Tuğba Doğan’ın gitme ve gidememe, ait olma ve kaybetme, yaşam ve ölümün hayret vericiliği, tutamak arayışı ve tutunamama gibi pek çok meseleyi ele aldığı Nefaset Lokantası adlı romanı, açılışında Fernando Pessoa’nın “Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.” cümlesine yer verir. Felsefecilerin, psikologların, sosyologların ve edebiyatçıların üzerine ciltler yazdığı bu konuları yüz yirmi yedi sayfalık metinde tertemiz bir dille anlatan Tuğba Doğan’ın ilk cümleyi Huzursuzluğun Kitabı’ndan seçmesinin tesadüf olmadığı Nefaset Lokantası’nı okuyup bitirince daha net anlaşılır. Bu sebeple metni, kendi yapısı gibi üç bölümde ve Huzursuzluğun Kitabı eşliğinde okumayı deneyeceğim.

1.Bölüm: Salih Gitmeyi Başarabilir mi?
“Ben böyleyim işte, işe yaramaz ve duyarlıyım, ister iyi olsun ister kötü, soylusundan ya da bayağısından bütün coşkulara olanca varlığımla kaptırabilirim kendimi. -ne var ki asla kalıcı bir duygu, asla ruhun özüne nüfuz eden kalıcı bir heyecan duyamam. Bende ne varsa, bir başka şeyi izleyerek varlık kazanır; ruh kendine karşı, yaramaz bir çocukla uğraşırcasına sabırsız; giderek büyüyen ve hep aynı kalan bir sıkıntı var.”[1]
Huzursuzluğun Kitabı’nda yer alan bu satırlar Nefaset Lokantası’nın ana karakteri Salih’in ağzından çıkmış gibidir. Salih; huzursuz, mütereddit… Salih; gururlu, zihnindeki mükemmelle baş etmeye çalışıyor. Salih; coşkulu, vasatlığa tahammül edemeyecek kadar donanımlı, Salih’in “tutunabilmesi” zor.
Romanın birinci bölümü, ustaca betimlenmiş bir mezarlık sahnesiyle açılır. Ana karakterin zihninden geçenleri ilk sayfalarda öğreniriz: “Basıp gitmek”, “ülkeyi terk etmek”. Geriye dönüş tekniği ile Nefaset Lokantası’nda düzenlenen veda yemeğine konuk olduğumuzda Salih’in bu isteğini gerçekleştirmek üzere olduğunu, müdavimi olduğu lokantada son defa toplanıldığını ve sofranın onun sevdiği yiyeceklerle donatıldığını öğreniriz. Nelerdir bunlar? Köpoğlu, fava, Girit ezme, havuçlu kereviz, yoğurtlu semizotu, barbunya pilaki, pancarlı humus ve balkabaklı humus, bademli roka salatası, zeytinli zahter salatası, enginar ezmesi, buğday cacığı, mercimek köftesi, çerkeztavuğu, kremalı fırın patates, pastırmalı paçanga böreği, pazı borani, muska böreği, cevizli pırasa mücveri, içli köfte, fırında kuzu kaburga, şehriye pilavı ve lokantanın sahibi Afitap Hanım’ın spesiyali, Salih’in en sevdiği tatlı: Sütlü Nuriye.
Mezesinden ara sıcağına, ana yemeğinden tatlısına tam teşekküllü bir sofradır bu. Etrafında toplanan kişiler kadar çeşitli olan bu menü; bir yandan Salih’in gidişine, çalıştığı gazeteden kovuluşuna, geçmişine, itiraflara, orada bulunan insanların gitmek üzerine düşüncelerine; öte yandan Türkiye’de aydın olmak, tutunamamak, liyakat gibi meselelerin ülkeden ayrılma kararları üzerindeki etkisine eşlik eder. Bu ülkede sorgulayan, düşünen, eğitimli bir bireyin yaşadığı ve hissettiği duygular yüzyıllardır aynıdır. Oğuz Atay’ın “tutunamayanlar”ı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “evlatlarına başka bir şeyle meşgul olma imkânı” vermeyen ülkede kalıp kalmamakta mütereddittir artık. Çünkü “kimse bütün değerlerin ucuzlaştığı bir ortamda tutunmanın en iyi ihtimalle onursuz bir beceri olduğundan bahsetme[z].”[2] Tutunamamaktan yaşayamamaya evrilen bir süreçte göç edenler en çok yüksek eğitim almış kişiler olur. Tuğba Doğan’ın sosyoloji ve edebiyat eğitimi; Türkiye, Türkiye’de eğitimli olmak, göç, toplumsal hareketler konusunda metne o kadar güzel sirayet eder ki ilk bölüm 1950 sonrası Türk romanının ana meselelerinin çoğunu kapsar.
Masanın etrafındaki onca farklı görüşe rağmen Salih gidecektir. Kararlıdır. Oysa onun için planlanmış başka bir gelecek, saatin son tiktaklarıyla karşısına dikilir. Senelerdir düzenli yemek yediği lokantanın sahibi, dünyanın en güzel sütlü nuriyesini yapan Afitap Hanım’ın sürprizi Salih’in gitme planını bir müddet ertelemesine yol açar. Romanın ilk bölümü; Türkiye’den giden, gitmek isteyen, gitmeye kafa yoran herkes içindir. Vasatla mücadeleye gücü yeten, yetmeyen, ondan kaçmayı başaran veya tuzağına düşüp onun gibi olan herkes için.

2.Bölüm: Nihan, Ah.
“Sevilmek, gerçekten sevilmek nasıl büyük bir yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir yorgunluktur! Özgür olmayı, hep özgür olmayı istemiş bir insanı sorumluluk hamalına dönüştürmek: bazı duygulara cevap vermek, mesafeli davranmama inceliğini göstermek, sırf başkaları kendimizi bir heyecanlar prensi yerine koyuyoruz, insan ruhunun verebileceğinin azamisini kabul etmek istemiyoruz sanmasınlar diye. Nasıl da yorucudur varlığımızın bir başkasının duygularıyla olan ilişkisinin esiri olduğunu hissetmek! Öyle ya da böyle, ister istemez bir şey hissetmek, gerçekte tam bir karşılık bile bulmaksızın, biraz da olsa sevmek zorunda olmak nasıl bir yorgunluktur!”[3]
Nefaset Lokantası’nın ikinci bölümünde karşımıza bir yan karakter çıkar: Nihan. Oyuncu (hem meslek hem mizaç anlamında), neşeli, konuşkan, müziğe âşık, yürümeye ve insanları gözlemlemeye tapan bir kişidir. Yurtdışında yaşayan Nihan, İstanbul’a gelmiştir ve dönmesine iki gün kala vapurda Salih’le tanışır. “Hayat sahiden dönüşmek istiyorsa bir viraj peyda olur ve orada da mutlaka büyük bir karşılaşma bekliyordur.”[4] Salih ve Nihan, o karşılaşmayı yaşar, ikisi için de hayat sahiden dönüşür. Nihan’ın yurtdışında farklı şehirlerde katıldığı festivaller Salih’le buluşma zamanları olur. Farklı şehirler, otel odaları, kimseyi tanımadıkları ve kendilerince oyunlar icat ettikleri şehir meydanları onlarındır. Birlikte olmadıkları zamanlar; mektuplarla, özlemelerle, sıçrayarak uyanılan uykularla geçer. İyi birer arkadaş ve iyi birer sevgilidir Nihan ile Salih. Birbirlerini severler, öğrenirler, öğretirler, eğlenirler. Oysa Nihan’ı kaybettikten sonradır, Salih’in Nihan’ın hayatının gerçeklerine dair çok az şey bildiğini anlamamız. Nihan’ın sonsuz gidişi, intiharının bile ona ilk düşündürdüğü “beni sevmemiş, gerçekten sevmemiş”tir. Hâlbuki Nihan yorgundur. “Her intihar girişiminin arkasında anlamsızlık duygusu bulunmasa da, uğruna yaşamaya değer bir anlam ve amacın farkında olması halinde bireyin kendi yaşamına son verme dürtüsünün üstesinden gelinecektir.”[5] Nihan’ın üstesinden gelemediği anlamsızlık değildir. Aksine; yazdığı son mektuptan anladığımız kadarıyla çok fazla anlam, çok fazla düşünce, çok fazla hayat, çok fazla duygu, çok fazla korku vardır. Nihan bunların hepsinden yorulur, üzüntüden kaçmayı tercih eder. Bu intiharı daha da trajik kılan ise zamanlamadır. Salih Türkiye’den ayrılarak Nihan’ın yanına taşınmaya karar vermiş, bunu ona telefonda değil yüz yüze söylemeyi tercih etmiş ancak bu görüşme gerçekleşemeden Nihan’ın yazdığı son mektup eline ulaşmıştır.
Salih, Nihan’ın yanına da gitmek istemiştir. Gidememiştir. Şimdi yine gitmek istemektedir. Gidemeyecektir.
3. Bölüm: Gidemeyeceğimiz Geleceğimiz Değil Geçmişimiz:
“Asla gerçekleşmiyoruz.
Karşı karşıya duran iki uçurumuz biz- Cennet’i hayranlıkla izleyen bir kuyu.”[6]
Romanın üçüncü bölümü Salih’in çocukluğu, ailesi ve güncel zaman arasında gider gelir. Bu bağlamda yukarıdaki cümlede yer alan iki uçurumun Salih’in gitmesiyle kalması, Nihan’la olması ve olamaması, geçmişi ve geleceği olduğunu düşünebiliriz. Bu karşı karşıya duran uçurumlar Cennet’i, yani Salih’in bugününü izler. Afitap Hanım, lokantayı Salih’e bırakmıştır. Kendi de bu roman için başlı başına bir karakter olan lokanta, varlığıyla Salih’in hayatına başka bir yön, anlam verecektir.
2. Dünya Savaşı yıllarında toplama kamplarında esir olarak tutulan psikolog Viktor E. Frankl, o dönemde yaşadığı tecrübelere binaen logoterapi adlı bir bakış geliştirir. Bu bakışı anlattığı İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabında Frankl, insanın anlama üç yoldan ulaşabileceğini söyler: Bunlardan ilki bir eser yaratmak ya da iş yapmak, ikincisi birini içtenlikle sevmek, üçüncüsüyse kaçınılmaz acıya karşı tavır değiştirmektir.[7]
Nefaset Lokantası’nın ana karakteri Salih, çalıştığı gazeteden kovulur ve işini kaybeder. Sevdiği kadın intihar eder ve onu sonsuza dek kaybeder. Acıya karşı tavrını gitmeye karar verip aksiyon alarak değiştirdiğinde hayat karşısına yeni bir anlam çıkarır: Nefaset Lokantası Salih’indir. Tüm kayıplara ve ölümlere rağmen, kendini daima yeniden yaratan bir mutfak gitmekten daha iyi bir çözümdür bazen. Cennet, bugündedir. Salih için cennet gitmek değil, bel/li/ ki bu lokantanın mutfağıdır.
[1] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yay., 25. Bsk., İstanbul 2019, s. 39.
[2] Tuğba Doğan, Nefaset Lokantası, YKY, 7.bsk., İstanbul 2021, s.15.
[3] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yay., 25. Bsk., İstanbul 2019, s.300.
[4] Tuğba Doğan, Nefaset Lokantası, YKY, 7.bsk., İstanbul 2021, s.62.
[5] Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, , OkuyanUs Yay. 52. Bsk., İstanbul 2019, s.154.
[6] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yay., 25. Bsk., İstanbul 2019, s.40.
[7] Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, OkuyanUs Yay. 52. Bsk., İstanbul 2019, s.125.