.

995 km’de Myrmidonlar’ın Ayak İzleri – II

murathan-mungan-995-km

Aytuğ Tolu

Dün ilk kısmını yayımladığımız yazımızın bugün devamını okuyabilirsiniz.

İsimsiz Bir Militanın Portresi

Ne kadar benziyoruz şimdi,

Aynı tezgâhtan çıkmış testilere

Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

[Ahmet Hamdi Tanpınar]

995 km’nin başkarakteri olarak romanın yapısında yer alan tetikçinin ismi yoktur. İsim, çağrılmanın ve varoluşun göstergesidir. Başkarakterin isimsiz olması bireysel bir kimlik inşa edememesinden kaynaklanır. Bunun nedeni ise Cihadın Askerleri’nin ideolojisinin, yaşam biçiminin ve hayatı algılayışının gruba mensup olan kişinin bireysel kimliğini silerek onun yerine grubun kimliğini yansıtan kişilik üretmesindendir: kimlik yitimi. İsminin bir önemi yoktur çünkü o ismi diğer isimlerden ayıracak bir kişisel kimliğe ve karakter inşasına sahip değildir. Gruba ait olan kişiler birbirinin kopyası olacak şekilde iradelerini dikey hiyerarşi içinde cemaate teslim etmiştir. Aynılaşma süreci bu şekilde gerçekleşerek birbirinin kopyası kimlikler toplamı da geniş bir grubu/kitle hareketini oluşturmuştur. Grupta yer alan kişiler birer prototiptir. Bu yönüyle isimsiz bir karaktere odaklanan kurgu, bireyci bir edebiyat anlayışını yansıtmaz çünkü birey üzerinden grubun patolojik ruh hâli ve kimliğine ulaşılır. Albert Camus’nün Doğrular adlı tiyatro metnindeki Stepan ve giriş bölümünde değindiğimiz eserlerdeki başkarakterlerin birer isimleri olsa da benlik yitimine uğradıkları için 995 km’deki başkarakterle benzer kişilik özellikleri taşır. Edebiyatın, insan gerçeğine dayanma görevi bu noktada ortaya çıkar. Değinilmesi gereken başka bir husus da kimliğini Müslüman şeklinde kabul etse de anadili olan Kürtçeye geliştirdiği bağlılığıdır. Cemaatin ideolojisi ve ortak kimliği gereği kavmiyetçilik yapmasa da anadiliyle küfretmemesidir çünkü anadilinde küfretmeyi bu dili “kirletmek” olarak algılar.

Tetikçi anne babasız büyümüştür, aile sevgisinden yoksundur. Arkadaşlık bağı ona yabancı gelir. Merhamet duygusu ona göre değildir çünkü kendine bile merhamet etmez; sadece “delilere” merhamet benzer bir duygu besler, ona göre bu insanlar Allah’ın emanetidir ve deliliği de kimsesizlik olarak kabul eder, cemaat olmazsa kendisi de kimsesizdir. Bu yönüyle Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre aidiyet ihtiyacını Cihadın Askerleri’ne dahil olarak karşılamaya çalışır. Yaşadığı bu örselenmişlik onu suça iter. Çocukken kendisine tokat atan bir adamı 15 yıl sonra bir sabah namazı çıkışı çarşının ortasında tek kurşunla öldürür. Kindar bir hafızası vardır. Örselenmişliğin yarattığı kin duygusunun onu taşıdığı zemin olan intikam alma eylemi, Cihadın Askerleri’ne dahil olduktan sonra, öldürülen cemaat mensubu insanların “hesabını” sormak için onu harekete geçirir. İntikamını alma konusundaki sabırlılığı, eyleme geçeceği en uygun zamanı beklemesi ve şiddeti bir araç olarak kullanması Volkan’ın (Volkan, 2012: 199) “Sadizm-mazoşizmin bileşimi, bir mümini örneğin bir bombalı intihar eylemcisini- kendisini feda etme ve başkalarına karşı şiddet uygulama konusunda istekli kılmaktadır” tespitini doğrular. Kin duygusunun bu derece kişiliğini ele geçirmesi insani duygulara ve kendine yabancılaştığının işaretlerindendir.

‘’Birleştirici etkenlerin en kolay bulunanı ve en geniş kapsamlısı ‘nefret’tir. Nefret, bir insanı kendi kendinden koparıp ayırır ve ona dertlerini ve geleceğini unutturarak onu kıskançlık ve menfaatperestlikten kurtarır. O kişinin artık en içten arzusu, kendi benzerleriyle kaynaşıp ateşli bir kitle haline gelmektir’’ (Hoffer, 2005: 135).

Diyarbakır’ın kenar mahallelerinde geçirdiği gençlik yıllarında suça meyilli gençlerle birlikte kavgaya gider. Cemaatin Şura’sında yer alan Hoca, onu keşfederek cemaate kazandırır. Gerekli dersler ve okumalar yaptırarak onu sohbet halkalarına dahil eder ve ona özel bir önem verir. Cemaatin “küçük” diye kabul ettiği işlerde onu görevlendirmez çünkü daha “büyük” eylemler için gereklidir o. Bu yüzden kimliği deşifre olmamalıdır. Cemaatin infaz timlerine gözcülük yapar. “Tağut” rejim diye kabul ettikleri yönetimin camilerinde cuma namazı kılanları takip ederek fişleme faaliyetlerine katılır. Dikey hiyerarşi içerisinde iradesini cemaate teslim ederek nesneleşen bir karaktere dönüşür. Hoca’nın her sözü onun için değerlidir. Bu yüzden Hoca, eksikliğini duyduğu baba figürünün karşılığıdır. Aralarındaki ilişkinin paternalist bir yönü bulunur. Onun takdirini kazanarak cemaat içinde görevlendirildiğinde bunu mutluluk olarak kabul eder. Aidiyet ihtiyacını kitle hareketlerinin karşılaması adına önemli bir detaydır bu: “Bir kitle hareketinin canlılığı, taraftarlarındaki ‘birlikte hareket ve nefsinden fedakârlık’ etme isteğinden ve eğiliminden meydana gelmektedir” (Hoffer, 2005: 97). Bu yüzden cemaat olmadan kendisi de anlamsız, idealsiz ve yetersiz bir insandır. Onun bu yapısı Hoffer’in şu görüşünü doğrular niteliktedir: “Kitle hareketlerine göre kendine yeterli insan aciz, sefil ve suçlu bir yaratıktır. Bu yaratığın tek kurtuluş yolu kendi kendini reddetmesinde ve kutsal bir topluluğun bağrında kendine yeni bir hayat bulmasındandır” (Hoffer, 2005: 127).

Cemaat tarafından kendine verilen görevi İslam adına bir misyona sahip olmak diye algılar ve buna iman eder. Cemaatin hedeflediği düzene ulaşıncaya kadar 99 “mürtedi/kafiri” infaz etmek gibi bir ideal belirler kendisine. Eğer bu ideali gerçekleştirmeden yaşamını yitirirse görevini tamamlayamayacağı için ölüm ona ağır bir yük olarak gelecektir fakat ölürse de bu yolda “şehit” olacaktır: “Kolektif ahlak duygusuyla birleşen arınma ritüelleri, haklılık duygusu ve insanlıktan çıkarma ile gölgelendiği zaman ölümcül bir senaryoyu, kötücül geniş grup gerilemesinin en dehşet verici işaret ve belirtilerini şekillendirmektedir” (Volkan, 2012: 163-164). Bu yüzden, Saim Baran’ı öldürmesi onun 41. infazıdır. Bunun “mutluluğunu” kendisine “41 kere maşallah!” diyerek dile getirir.

“Kolektif ahlak duygusuyla birleşen arınma ritüelleri, haklılık duygusu ve insanlıktan çıkarma ile gölgelendiği zaman ölümcül bir senaryoyu, kötücül geniş grup gerilemesinin en dehşet verici işaret ve belirtilerini şekillendirmektedir” (Volkan, 2012: 163-164).

Her cinayet sonrasında Antep’te hamama gider. Suyun tenine temas etmesi onu mutlu eder. Onu asıl mutlu eden, yaşlı bir tellağın onun başını sabunlamasıdır. Tellağın parmaklarının onun saç diplerinde gezmesi ayrı bir huzur verir ona çünkü sevmek dokunmaktır ve bu dokunuş başını okşayan bir babanın eksikliğini doldurur. Cemaat adına JEM’e katıldığında sorguda işkence gören kişiler ayakta duramayacak hâle geldiğinde bu kişilerin koluna girerek yürütmesi için görevlendirildiğinde bu durumdan rahatsız olur çünkü insanlarla bedensel/fiziki temastan hoşlanmaz. Bu durum, onun sevgisizliğini açığa çıkan bir göstergedir. Aynı zamanda kendi bedenine yabancılaştığı gerçeği, üzerinde durulması gereken bir konudur.

Cemaat onun için bir ailedir. Cemaatten öldürülen birinin intikamını alma arzusu bu aile oluşun aidiyet belirtisidir.  Cemaatin askeri kanadını oluşturan infaz timlerinde yer alan militanların “Cemaatin Oğulları” diye adlandırılması militanın bu geniş ailenin ferdi olduğunu gösterir. Bu yüzden Hoca’yla görüşmeye gittiğinde alınan güvenlik önlemlerinin JEM’in güvenlik önlemlerinden üstün olduğunu fark ettiğinde duyduğu mutluluk duygusu geniş bir aileye ait olmanın “doğruluğunu” pekiştirir. Bu açıdan yaklaşıldığında onun için dünyada iki tür insan vardır: cemaatteki kardeşleri ve cemaatin dışında kalan düşmanlar. Stereotip algıyla insanları kategorize eder.

“Kardeşler arasındaki ideal ilişkiler fedakârca yardımlaşmanın, ortak bir dava için güçleri birleştirmenin ve ‘birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ türü dayanışmacı bir davranışın ilk örneğini sunar. Zaman zaman belki fark etmişsinizdir, izleyicilerine karşılıklı bağlılık duyguları aşılamak isteyen insanlar kardeşlik metaforlarını kullanmaya bayılırlar ve dinleyicilerine ’kardeşler’ ya da ‘bacılar’ diye seslenir.” (Bauman, 2015:52).

Baba rolünü üstlenen Hoca’nın sarf ettiği her söz ve onun övgüsünü hak etmek çok değerlidir. Emre koşulsuz ve sorgusuz itaat eder. Saim Baran’ı niçin öldürdüğünü bilmez ama sorgulamaya meylettiğinde bunun bir önemi olmadığını kendine telkin eder. Cinayet işlemenin, inancı açısından sakıncalı olduğunu sorgulamaya başladığı an rasyonelleştirme mekanizmasını devreye koyarak cemaatin ideolojisinden devşirdiği “meşruiyet” zemininde kendini teskin eder: O, “kaderin elidir” ve İslam’ın yeryüzüne hâkim olması için İslam “düşmanlarını” yaratıcının huzuruna hesap vermeye gönderir! Bu algı, cinayeti ve şiddeti yüceltme mekanizmasına dönüşür.

Diyarbakır’dan Adana’ya iki otobüs değiştirerek ulaşır. Her iki otobüste de aynı kadına rastlaması onda tedirginlik oluşturur. Takip edildiği şüphesine kapılır. Bu aşamada şüphelendiği kişinin bir kadın olması onu daha da tedirgin eder çünkü ona göre “kadın aklı” dediği şeyle nasıl baş edeceğini bilmez. Onun bildiği ve olumladığı tek kadın figürü cemaat içinde yer alan “mübarek” kadınlardır: İslam uğruna “kafirlerin sırtına saplanacak” satırları bilerler, cezaeviyle dışarısı arasında haber taşırlar, hayatlarını bu yola adamışlardır. “Biz” dediği grubun dışında kalanları infaz edilmesi gereken “kafirler” olarak algılaması Vamık Volkan’ın şu tespitini geçerli hâle getirmektedir:

“Ortak imgeler, düşman grupları giderek daha artan bir biçimde insandan aşağı özelliklerle ilişkili simgelerle ya da proto-sembollerle betimler ve insanlıktan çıkarır: cinler, böcekler, mikroplar, insan müsveddeleri.” (Volkan, 2012: 86-88).

Paranoyak bir ruh hâline sahiptir. Güvenlik önlemlerini abartarak her durumdan ve kişiden şüphelenir. Sürekli takip edilme paranoyasını zihninde yeniden üretir. Otobüs yolculuğunda yan şeritte giden otobüsteki yolcuların yüzlerini hafızasında tutmaya çalışır. Bu paranoyak ruh hâlinin bir nedeni de kitapta geçtiği gibi bir bedende iki kişiyi taşımasından ve “emanet” bir bedene sahip olmasındandır çünkü o, JEM içinde yer alan Cihadın Askerleri’ne mensup bir kişidir. Cemaat Şurası’ndan fetva alınmadan infaz eylemi gerçekleştirmek yasak olduğu hâlde bu yasağı çiğner: JEM’e katıldığı ilk zamanlarda kendisinin Cihadın Askerleri’yle olan geçmişinden haberdar olduğunu düşündüğü kişileri öldürür. Bu cinayet eylemini meşrulaştırması için amaca giden yolda bunu mubah kabul etmesindendir. Ona göre bu bir cinayet değil, “kutlu dava” uğruna yapılmış bir eylemdir.

“Amaç kullanımını haklı kıldığı ve gerçekleşmesi için gereksinilen araçların altında ezilme tehlikesine açıktır. İnsan eyleminin nihai amacı, fabrika üretimindeki nihai amaçtan farklı olarak, asla güvenilir biçimde öngörülemez. Bu yüzden siyasal amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlar, geleceğin dünyası açısından, sık sık niyetlenilen amaçlardan daha belirleyici olabilmektedir” (Arendt, 2016: 10).

İdeoloji kavramını önemli kılan özellik, dünyayı algılama biçimini dizayn ederek gerçeği çarpık bir şekilde algılatmasıdır. Mankurt efsanesindeki mankurtaştırma eylemi fiziki işkenceler sonucunda ortaya çıkar fakat ideolojik manipülasyon telkin yoluyla sağlanarak kişi bir ideale bağlanır, adanmış bir karaktere dönüşüp robotik bir mekanizmaya sahip hâle gelerek emre itaat eder: rıza üretimi. İdeolojinin bu özelliği başkarakter tetikçinin algısında açığa çıkar. Kendisinin, cihat yolunda seçilmiş bir insan olduğuna inanarak ona biçilen/kendisine biçtiği misyon hayatın olağan akışındaki sıra dışılıklara ve bireysel farklılıklara özel anlamlar yüklemesine neden olur: Cemaate katıldığı ilk zamanlar gördüğü rüyayı bir seydaya yorumlatarak kendisine yön tayin edildiği telkin edildiğinden rüyasına ilahi bir anlam yükler. Askeri kanata alındığında ona atış talimi yaptırılır. Bu sırada her iki gözünün de silah kullanmaya uygun olmasını da yine “seçilmişlik” inancına yorarak kendini değerli hisseder. Başkarakterin bu çarpık algısı yazımızın giriş bölümünde Vamık Volkan’ın “Grup üyeleri, artan ölçüde bir büyüsel düşünce ve gerçekliğin bulanması durumu yaşarlar.” tespitini doğrular. Bunun sonucu olarak, JEM içinde de kendisini kamufle etmesini ve Hoca’nın Adana’da JEM’den gizlenmek için kaldığı evin bilgisine vakıflığını oradakilerden üstün özelliklere sahip olduğu şeklinde yorumlayarak kıvanç duyar. Başkarakterle ilgili değinilmesi gereken bir diğer nokta da “mücadele yürütmeye yönelik taktik ve yöntemler, düşmanından öğrenmesidir”. JEM yetkililerinden aldığı eğitimlerde öğrendiği sorgulama taktiklerini Cihadın Askerleri’ne ileterek bu yöntemlerin cemaatin sorgulama sürecinde kullanılmasını sağlar. Aynı şekilde başkarakterin özgün yönleri de bulunmaktadır. JEM içinde verilen eğitimlerde aldığı notları çarpık harflerle yazması onun “sıradan” bir insan kabul edilip “bilgisiz” olarak algılanmasına neden olduğundan kimliğinin deşifre edilmemesini sağlar.

Murathan Mungan – MUBI'de Filmler, Listeler ve Bio

Romanda kitle/geniş grup karakteri taşıyan tek yapı Cihadın Askerleri değildir. JEM içinde ismi belirtilmeyen görevli/amir/yetkili Eğitmen’in sözleri ve yöntemleriyle Hoca’nın sözlerinin örtüşmesi dikkat çekicidir. Şiddet, yıkıcılık, “biz” ve “onlar” stereotipi geliştirmesi, robotik insan üretimi, düşman algısı yönlerinden Cihadın Askerleri’yle JEM ve Alanya’daki radikal milliyetçi grup birbirinin benzeri şeklindedir.

“Biz”: Cihadın Askerleri ve cemaate mensup aileler

“Onlar”: “tağuti rejim”, rakip cemaatler, seküler kesim, cami imamları, komünist öğretmen, feminist İslamcı kadın, “dağdaki mürtet örgüt”, “kafirler”, halkı İslam’dan uzaklaştıracak eylemler içinde olanlar, güvenlik birimleri

Sonuç

“Eğitim ve rasyonel akıl fanatikliği törpüler. Ayrıca bilmemkim ve mahdumları ataerkil zihniyette her zaman iş görür.” (995 km’den)

995 km üzerine yazılan incelemelerde ve kitap tanıtımlarında ülkenin yakın tarihine ilişkin önemli bir eser olduğu tespiti hâkimdir. Eserin bu özelliği, ülkenin yakın tarihinde yaşanan olayların ve öznelerin karanlık kalan yönlerine ışık tuttuğundan kaynaklanmaktadır. Yakın tarihin edebi metinlere kaynaklık etmesi bir toplumda hafıza oluşturması açısından önemlidir. Edebiyat insan gerçeğine dokunduğundan, 995 km tek karakter üzerinden geniş grup yapısı ve psikolojisi üzerine okuyucuya bir devrin panoramasını sunmaktadır çünkü edebî metinler, içinden çıktığı dönemin şartlarından ve yaşanan olaylardan izler taşır. Bu yönüyle edebî metinler birer hafıza ve hakikat mekânı özelliği taşır. Rita Felski (2017) edebiyatın bilgi üretme işlevine dikkat çeker. 995 km, bilgi üretme yönüyle okuyucuya geniş grup gerilemesinin ve ideolojinin algıyı çarpıtarak birey kimliğinin yitimini, yıkıcı radikalizmin nedenlerini ve sonuçlarını göstermesi açısından politik psikoloji-edebiyat ilişkisini başarılı şekilde yansıtan bir romandır. Rasyonel aklın, diyalektik materyalizmin ve bilimin ilkeleri dışında hareket eden kitle hareketleri romanda da belirtildiği gibi dinsel bir zemine kayma riskiyle karşı karşıyadır. Bu yüzden yakın dönemde tarih sahnesine çıkmış bu tür kitle hareketlerinin adının Cihadın Askerleri olması ya da başkarakter tetikçinin bir ada sahip olması bu kitlelerin ve onları oluşturan kişilerin birbirinden farklı karakter özellikleri taşıdığı anlamına gelmez. 995 km de tam olarak bu temelde inşa edilmiş bir romandır.

Yazımızın giriş bölümünde politik ve sosyal psikoloji alanında ortaya konan tespitlerle ve kavramlarla; başkarakterin, Cihadın Askerleri’nin, JEM’in, Alanya’daki radikal-yıkıcı milliyetçi grubun yapısını, karakterini ve dinamiğini aksettiren özellikler örtüşmektedir. Politik ve sosyal psikolojinin verileriyle edebî metinlerin incelenmesi metnin çözümlenmesine katkı sağlayacaktır. Metni, sadece bir dönemin hatırlanması için okumak hafıza tazelemektir ama metnin yazılmasında yararlanılan kaynakların ve verilmek istenilen iletilerin geri plana atılması gibi bir sonucu ortaya çıkarabilir. Farklı disiplinlerin verilerini edebî metinlerin incelenmesinde kullanmak, “aşırı yorum” hatasına düşmeden, metin hakkında daha çok bilgi verecektir.

Kaynakça

Arendt, H. (2016). Şiddet Üzerine. (Çev. B. Peker). İstanbul: İletişim Yay.

Bauman, Z. (2015). Sosyolojik Düşünmek. (Çev. A. Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı Yay.

Canetti, E. (2016). Kitle ve İktidar. Çev. G. Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yay.

Felski, R. (2017). Edebiyat Ne İşe Yarar? (Çev. E. Ayhan). İstanbul: Metis Yay.

Hoffer, E. (2005). Kesin İnançlılar. (Çev. E. Günur.) İstanbul: İm Yay.

Lewis, B. (2016). Haşhaşiler. (Çev. K. Sarısözen). İstanbul: Kapı Yay.

Mungan, M. (2023) 995 km. İstanbul: Metis Yay.

Sennett, R. (2014). Otorite. (Çev. K. Durand). İstanbul: Ayrıntı Yay.

Volkan, V. (2012). Körü Körüne İnanç. (Çev. Dr. Ö. Karaçam). İstanbul: Okuyanus Yay.