T
Talhelbahir: Denizaltı.
“Bu, denizin altında gidebilecek olan bir gemi, tabiri caizse bir tahtelbahirdi.” (50)
Tebaa: Bir devletin idaresi altında bulunanların bütün.
“… amacının da padişaha yepyeni bir tebaa kazandırmaktan öteye gitmediğini…” (15)
Techiz edilmek: Donatılmak.
“Kallabla böylece teçhiz edilen gemi, …” (46)
Tek-i âlâ: Tekila. Sert bir Meksika içkisi.
“… Yeni Dünya’dan getirilen ve yegâne mezesi tuz olan tek-i âlâ adlı iksirden tatmasını tavsiye etti.” (49)
Telhisçi: Sadâret makāmından pâdişâha gönderilecek yazıları özet hâline getiren görevli.
“Ne var ki evrakları bu kez de telhisçide takıldı.” (27)
Tesviye: Düz duruma getirme, düzleme.
“Kaidesine oturtmadan önce tesviye etti.” (85)
Tizap: Bakırda, kurşunda bulunan gümüş, gümüşteki altını eriten mai, tuz ruhu.
“… kılıncı tizapla parlatmayı orada öğrendi.” (12)
Tornistan etmek: Geminin geri dönmesi.
“Bu sayede tam ve yarım hızla ilerlemek, hatta tornistan etmek bile mümkündü.” (55)
U
Umacı: Öcü.
“Gece yarıları, sabaha karşı, cadıların, umacıların, mükerruların korkunç inlemelerini taklit edip onun uykularını kaçırıyor.” (131)
Uskur mili: Pervaneyi harekete geçirmek için kullanılan ince ve uzun metal çubuk.
“Böylece dişli kutusu, uskur mili ve tank tahliye kazanı da denizin dibini boyladı.” (66)
Uskur: Pervane.
“Ona hareketi veren şey ise, bu kez bir çift uskurdu.” (45)
“[…] kolunu çevirir çevirmez uskur dönmeye başladı[.]” (64)
Usturlab: Gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan araç.
“… bazıları ise usturlabla güneşin yüksekliğini ölçerek …” (40)
V
Vakanüvis: Osmanlı Devleti’nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi.
“… vakanüvisliğini yapan Divane Salim Efendi’den, Süleymaniye Tımarhanesi güllabicibaşısı Demirtokat Haydar Bey’in naklettiğine göre…” (29)
“Fakat Vakanuvis Hamamcı Cemşid Bey onun hiyel ilmini bıraktığını, çünkü bilindiği gibi, ‘hiyel’in Arabîde ‘hiyleler’ demek olduğunu belirtir.” (69)
Vardiyanbaşı: Gemi süvarisi, azap askerinin komutanı.
“Böylece, tersane ikinci meydanı vardiyanbaşısı Köse Danyal Efendi’nin elinde oyalanacak, garaib defterine işlenecek, …”
Y
Yatağan: Namlusu kavisli, iki yanı da kesici, bir tür uzun savaş bıçağı.
“Bellerinde çifte piştov, çifte yatağanla; yüzlerinden pislik, ellerinden kan, ağızlarından küfür akan…” (16)
Yekûn: Toplam.
“Fakat yekunu ikiyüz altını biraz aşan bu masrafların…” (24)
Z
Zadegân:Toplumun asil sınıfı, soylu kimseleri.
“Belki de akranları devlet ricalinin ve zadegânın yakınları olduğu için bu böyleydi.” (18)
Zayiçe: Yıldızların belirli bir zamandaki yerlerini ve durumlarını gösteren çizelge.
“Sadrazam amedî kalemine bir yazı yazdırmış ve müneccimbaşından bir zayice, yani evrakları okumak için eşref saati bildiren resmî bir yazı istemişti.” (28)
Zeker: Erkeklik organı.
“Esircilerin ısrarı sonucu eliyle oğuşturup zekerini uyandırınca kalabalık, korku içinde bir iki adım gerileyiverdi.” (50)
“Karıları ona, kendi belliğini gelecekte yaşatacak bir zürriyet vermediğinden, zekeri hekim tavsiyesiyle yıllar önce kesilen adam, bu masum çocuğu dölleyecekti.” (129)
Zerduva: Sansar cinsi, küçük, etçil memeli hayvan, ağaç sansarı.
“… Frenge giydirilen zerduva kürkün beher cebine birer kere barut koydu.” (19)
Zevali Saat: Öğle vakti 12.00’yi başlangıç olarak alan saat.
“Öğle namazı ezani saatle 6.27’de, zevali saatle 12.33’te kılınmaya başlanacağına göre […]” (65)
Zührevi: Belsoğukluğu, frengi gibi, cinsel ilişki yoluyla bulaşan (hastalık).
“Zührevi macunlar, uykudaki çocukları taştan kuleler haline getirecek tiryakiler aradı ve o meşum ilacı gördü.” (102)
Zülkarneyn: Birbiriyle birleşen iki namludan oluşan, süvari hücumlarında etkili savaş topunun adı.
“… ikinci top olan zülkarneyn de süvari hücumlarına karşı o kadar etkiliydi.” (36)
Zürefa zadegânından: Kibar soylulardan.
“Zürefa zadegânından, Emir Buharî şeyhi Beşir Efendizade Kumru Çelebi […]” (73)
Zürriyet: Döl, soy sop.
“… Züverdâ adlı cinin zürriyeti olduğunu söylüyor…” (31)
“Karıları ona, kendi belliğini gelecekte yaşatacak bir zürriyet vermediğinden, zekeri hekim tavsiyesiyle yıllar önce kesilen adam, buy masum çocuğu dölleyecekti.” (129)
Züverda: (Arapça, zü-verdâ): Güle sahip olan.
“… Züverdâ adlı cinin zürriyeti olduğunu söylüyor…” (31)