.

Yalçın Tosun: “Benim için öyküme giren her şey çok önemli.”

Hüseyin Kesim, Yalçın Tosun ile kitapları üzerine konuştu.

Hüseyin Kesim

hkesimm@gmail.com

Bir insana söyleyemediğimiz şeylerin yarattığı gerilimlere rastlıyoruz öykülerinizde. Kişiler kaçtıklarıyla ve söylemedikleriyle bir yerde yüzleşmesi sizin için neden önemli?

Benim için öyküme giren her şey çok önemli aslında. Bunun dışında yüzleşme anlarının tuhaf bir gizemi ve çekiciliği vardır. İnsanın kendine söylediği yalanlarla başkalarına söyledikleri arasındaki köprüdür o yüzleşme anları. Söylemek istedikleri ya da gizledikleri kişiyi aslında o kişi yapan gerçek şeylerdir bence.  

Öykünün sonunda yüzleşilen şey (kaçılan şey) biraz da tensel ve duyusal hisler oluyor. Beş duyunun dile gelip konuştuğu öyküleriniz var ve okura bir şey anlatmaktan çok içinde bir şeyler hissettirmeyi ya da titreştirmeyi istiyor gibiler. Buna katılır mısınız? 

Söylemektense hissettirmek, evet. Sözün doğrudan kurduğu o hükümden çok hareketlerin  neticesinden doğan bir edebiyat benim hoşuma gideni. Bu anlamda katılabilirim söylediğinize.

Öykülerinizdeki bir diğer gerilim karşı tarafın/yakınlarımızın değişmesi… Yakınımızın değişmesi ve kendimizin değişmesi, bunlar neden bizi bir gerilime maruz bırakıyorlar?

Değişmek her türlü zordur, sizin ya da bir yakınızın değişmesi fark etmez bu anlamda. Gerilimi doğal olarak taşır içinde. 

Sabit kimliklere tutunmaya daha bir eğilimli miyiz?Neden zordur peki?

Güvenliğe, statükoye, rahatlığa düşkünlüğümüzden sanırım.

Yalnızlık ve dostuklarda/ilişkilerde kırılganlaşma…Bu ikisi günümüzün kronik bir sorunu olarak mı öykülerinize giriyor?

Olabilir. Yalnızlığın bir sorun olmadığı bir dönemin var olduğunu sanmıyorum ben. İnsan her zaman yalnızdı ve yalnız olacak. Dostluk, arkadaşlık, eş, çoluk çocuk fark etmez bu anlamda.

Önemsiz görünen bir nesne/olay/karşılaşma, arzu nesnesi olarak öykülerinizin merkezinde yer alıyor. Öyküyü “önemsiz gibi görünen”leri merkeze alarak kurmanız nasıl bir farkındalık sağlıyor? Neleri ifşa ediyor? 

Basitteki zoru, küçükteki devi, suskudaki sözü, sözdeki soluklanma aralarını ifade ediyor.

Roman yazmaktan farklı olarak, öykü ile susmak arasındaki ilişkiyi nasıl açıklamalıyız?

Edebi türler arasında bir ayrıma gitmeksizin denebilir ki, sözü tasarruflu kullanmak önemlidir bence. Susmak ya da azaltmaktan kasıt yeterini bulmaktır. 

Öykülerinize bakınca, ailenin koruyucu/kollayıcı/düzenleyici rolünü engellemelleyici ve küçük hesapların odağı bir role devrettiğini düşünüyorum. Ailenin “ölümcül şeylerden biri” olması bizim için ne zaman başlar?

Doğduğumuz anda başlar herhalde. Ne zaman biter sorusu bence daha önemlidir. Herkese göre değişir ve çoğumuz için hiçbir zaman bitmez, bir yanıyla örselemeye devam eder. Bu da onun doğası gereğidir, suçlamaya gerek yok yani. Başkası gelmez elinden, o yüzden böyledir. 

Cinsellik bağlamında, öykülerinizde, arzulanan kişi ve onun çağrıştırdığı nesneler birbirine karışıyor. Cinselliğin bu muğlak yönünü biraz açabilir miyiz?

Cinsellik muğlak bir şey evet, insan sayısı kadar cinsellik var bana göre. Bu nedenle yaftalara hıncım. Öykülerimdeki karakterlerin nesnelerle ve birbirleriyle kurdukları ilişkide tanık olduğumuz, süreğen cinsel ikiyüzlülüklere karşı dürüst bir tavır takındıklarını düşünüyorum. En azından öyle olmaya çalışıyorlar.

Sizin karakterleriniz bağlamında, cinsel arzular geçmişte yaşanan bir kayıpla birlikte ortaya çıkıyor ve onunla iç içe geçiyor dersek, arzunun kaynağına biraz yaklaşmış olur muyuz?

Arzunun kaynağı tek değildir ve çok delibozuk, üretken bir yapısı vardır. Bu bağlamda kaybetmek ya da kaybetme korkusunun arzuyu tetikleyici yönü yadsınamaz

Dokunma ve koku görsellikten daha fazla ön plana çıkıyor. Görsel betimlemelerin hakimliğine karşı bir tür direnç mi gösteriyor sizin yazın anlayışınız?

Bu da hissettirmekle, olanı bir bütün içinde gösterebilmenin kaygısıyla ilgili bir durum bence. 

Peki bu bütünselliği yansıtamamanın kaygısı başat kaygılarınızdan birisi mi?  

Kaygı desem de bu çabanın belirli bir kendiliğindenlikle doğduğunu söyleyebilirim. Kaygı olsa da başat bir duruma ulaşmıyor, hayır.

Görmezden geldiğimiz ama varlığını inkar edemeyeceğimiz hayatları/insanları anlatmak…Bunun öykücülüğünüzü tanımlayan bir unsur olduğunu söyleyebilir miyiz?

‘Biz’ kim bilmiyorum ama ben görüyorum onları, o yüzden de öykülerimde varlar ve hep olacaklar.

Görmek derken, gözlem yapmayı mı kastediyorsunuz? Yoksa bilmek ya da duyumsamak anlamında mı?

Sanırım hepsi birden diyebiliriz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*