.

Turgay Anar: “Kanon, yeryüzünde hiçbir yerde, mutlak bir objektiflikle oluşmamıştır.”

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Abdullah Ezik, Turgay Anar ile geçtiğimiz haftalarda çıkan Janus’un Yüzü: Türk Edebiyatında Kanon ve Karşı-Kanon kitabı üzerinden “kanon” ve kanonu oluşturan faktörler, mesele ve değerler üzerine konuştu.

Yeni çalışmanız Janus’un Yüzü’nde “kanon” meselesi üzerinde duruyorsunuz. Kanon ve kanon-dışı, geçmişten günümüze birçok kez tartışılmış önemli bir konu. Öncelikle siz Janus’un Yüzü ile kanon meselesine hangi noktadan yaklaşmak istediniz?

Kanona hangi ideolojik, siyasi, teolojik, edebî vb. perspektiften baktığımız, onun anlamlandırılmasında tercihimizi ortaya koyar. Kanon, yeryüzünde hiçbir yerde, mutlak bir objektiflikle oluşmamıştır. Onun ortaya çıkışı, böyle bir bağlam içinde değerlendirilmelidir. Kanon, özellikle modern ulus devletlerde çok daha tartışmalı bir kavramdır ama sorunu da o başlatır aslında. Türkiye’nin karışık edebî, siyasi ve ekonomik meseleleri birçok girdaplar oluşturur. O girdaba nasıl baktığınız biraz da kanonu nasıl anlamlandırdığınızı belirler. Bir alegori yaparak fikrimi daha da somutlayabilirim sanırım: E. Poe’nun “Maelströme Düşüş”  öyküsünü hatırlayalım. Bir denizi yaran anaforlar, içine düşen insanın ölümle yüzleşmesi anlamına gelir. O anaforu gören bizler, kanon ve karşı-kanonu fark ederiz. O çekim gücü o kadar güçlüdür ki bizden önce oluşmuş ve aktüel olanı içine çeken girdaplar edebi ve başka güçleri yanına yöresine alarak başka bir derinliği görmemize imkân tanımazlar. Kanon, emredicidir bu yönüyle, bizi zorlar. Karşı-kanonlar, o girdaplara karşı, başka girdaplar yaratma çabasına benzetilebilir. Çünkü insan, bu türden iktidardan kaçamaz. Kanon ve karşı-kanon meselesiyle ilgili ülkemizde zengin bir tartışma temeli oluşmamış. Janus’un Yüzü, bu temeli oluşturma çabasıdır diyebilirim ya da böyle bir temel oluşturmanın gerekliliğine insanların, ilgililerin dikkatini çekme çabası…

Bir yazar veya eseri kanon içinde kılan, onu kanonikleştiren temel unsurlar/meseleler nelerdir? Bu konuda ne gibi ortaklıklar söz konusudur?

Aslında “bir” kanondan bahsetmek bile tartışılması gereken bir durumdur. Bana kalırsa, değişmez, dönüşmez ve “tekil” bir kanonun ortaya çıkması kolay değildir. Örneğin Batı Kanonu diyerek genelleştirdiğimiz şey üzerinde, konuyla ilgili önemli bir eser yazan H. Bloom bile mütereddittir. Çünkü o kanonu oluşturan yekûnu, yani eserleri ve yazarları bütünüyle incelemek bir insanın ömrünü aşar der. Gayet doğru bir görüş. Ama birileri yahut bir şeyler kanon dediğimiz şeyi oluştururlar. Soruya böyle yaklaşırsak kanonu oluşturan birkaç merciden bahsedebiliriz. İlk olarak yazarlar ve eserler, yani edebiyat işleriyle uğraşanlar. Onlar kanonu belirlerler. Bir güç merkezi olurlar. O merkezin oluşmasının birçok sebebi vardır tabii ki… Edebiyatla ilgili öğretmen ve akademisyenler, eleştirmenler ve onların hemen yanı başındaki süreli yayınlar, yayınevleri, internet siteleri, kitap dergileri vs vs… Bunlar da başka bir güç merkezidir. Diğer güç merkezi ise iktidardır… Ülkemizde bunun örneklerini özellikle Cumhuriyetin ilk dönemlerinde görmek mümkündür… İktidarlar, bir milletin gideceği yeri ve yönü tayin ettiklerinden halkı, resmi okullardaki öğrenciler; müfredatlar, seçilmiş eserler, ödül ve teşviklerle sınırlar ve kanon olacak isimleri seçip ayıklarlar… Tabii ki okurlar olmadan kanon belirlenemez. Ama hangi okur kanonu belirler derseniz, o da başka bir muammayı ortaya çıkarır…

Kanon meselesi, edebiyatın, belki de daha genel bir çerçevede sanatın gelişmesinde özel bir yerde duran, edebiyatın/sanatın nasıl bir değişim/dönüşüm ile birlikte hareket ettiğini görünür kılan bir başlık olarak değerlendirilebilir. Peki kanon, edebiyata/sanata dair nasıl bir gelişim sürecini beraberinde getirmiştir?

Kanon, aslında sınırsız bir edebî-sanatsal evrene karşı insanın ortaya koyduğu bir sınırdır. Bu sınır, olumlu ve olumsuz müdahalelerle ortaya çıkar. Sınırı kimin belirlediği sınır kadar önemlidir. Bu yüzden ülkemizde kanonun ne olduğu anlatılırken kimin kanonu olduğuna dikkat etmek gerekir. Kanonun seçilmiş eser ve yazarlardan oluşması, yüceltilen, değer verilen, önemli görülen sanatçıları ve eserleri ölümsüzlüğe doğru yönlendirmek anlamına gelir. Bu gelişim çizgisi, bizim için ilginç bir durumu ortaya koyar. İnsan değişir, buna şüphe yok… Bu değişimi görmek amacıyla geçmişte yaşamış yazarlara ve eserlere baktığımızda kimin neden yaşadığı, kimin neden unutulduğu başka bir tartışma konusu olur. Şunu asla unutmamız gerekir: Batı toplumlarında laik kanonun ortaya çıkmasının belki de en önemli sebebi, Kitab-ı Mukaddes’in otoritesini yitirmesi, yani teolojik alandaki gücün merkezden kaçmaya başlamasıdır. Kanon, değişmeye direnç gösteren yönüyle sanki biraz da olsa geri kafalıdır. Çünkü edebiyat kanonuna girmiş bir eser, aktüel zamanda eleştirilmeden emredici yönüyle yaşamak ister, eskinin ve eskiyi temsil edenin sürüp gitmesi, değişmeye direnmesi trajik bir konuyu ortaya çıkarır. Bizde ise tartışmanın olabilmesi için kavramın enine boyuna tartışılmasına imkân tanıyan bir zemin oluşturulmalıdır öncelikle.

Turgay Anar

Kanon meselesi, öncelikle Batı’da tartışmaya açılan ve üzerine çeşitli araştırmalar yürütülen önemli bir konu. Bu noktada kanon, dünya edebiyatı bağlamında ne tür tartışmalarla birlikte anılmıştır?

Kanonun tanımında bile büyük bir farklılık ve eleştiri, dünya edebiyatında bizden çok daha açık görünür. Kanonu tanımlayan ansiklopedilere, kitaplara baktığımızda, onun “ölü beyaz Avrupalı erkeklerin kitaplarından oluştuğunu”; “kadınların”, “azınlıkların” ve “Batılı olmayan yazarların” buna itiraz ettiklerini söylemeliyiz. Daha da ilginci, edebiyat metinlerine tek boyutlu ve daha çok klasik bir yöntemle bakanlar, kanonun sınırlarını okurların dünyalarında, anlam ufuklarında bile daraltmışlardır. Nihilizmin özellikle üniversitelerin edebiyat bölümlerinde kendini hissettirmesiyle edebiyat çevrelerinde bütün standartların reddedilmesi gerektiğine yönelik bir bakış oluşur. Ayrıca modern edebiyat kuramları -ne yazık ki bunların hepsi yine Batılıdır- kanonun kısmen politik çevreler ve şahsi etkilerle belirlendiği kanaati dolayısıyla kanonun değişmesi düşüncesine yönelik şiddetli tartışmaları başlatır. 

Kanon tartışması Türk edebiyatı bağlamında kendisine nasıl bir zemin bulmuştur?

Böyle bir tartışma var mı? Pek bilemiyorum.. Ama başımdan geçen bir olayı anlatsam, durumun ne olduğunu aşağı yukarı anlayabiliriz. Doktora tezimi yazarken benden çok büyük ve yıllardır üniversitede görev yapan bir akademisyenle bu konuyu tartışmıştım. Ona kanon ve edebiyat kanonu ile ilgili görüşlerini sorduğumda, bana ibretlik şu cevabı vermişti bu büyük hoca: “O ne ki? Türk edebiyatında kanon manon yoktur, olamaz da, olmamıştır da… Uğraşma bu konularla… Ne gerek var? Olmayan bir şey üzerinde düşünüyorsun!”.  Meseleye nerden baktığınız, bakış açınızı belirler. Zemin var mı? Nasıl bir zemin? Bunlara cevap vermeye başlamalıyız öncelikle.

Türk edebiyatı bağlamında kanonikleşme eğilimi nasıl başlamıştır? Türk edebiyatının ilk ve temel kanonik metinleri/yazarları nelerdir/kimlerdir?

Cumhuriyet öncesi ve sonrası gibi ayrım yapmak mümkün… Cumhuriyet öncesinde, kanonu eğer seçilmiş, önemli, değerli eserler ve yazarlar olarak anlarsak Osmanlı şiirinde bununla ilgili birçok ismi söyleyebiliriz. Cumhuriyet sonrasında ise iş çok fazla çetrefilleşir. Örneğin bir ismi seçip seçmemeniz, ona değer verip vermemeniz, asıl tartışma hâline bile gelebilir. O yüzden de kanon yapıcı bir merci olan “antolojiler” bile edebiyat kamuoyunda tartışmalara sebep olmuştur. Şimdi bu konuyla ilgili bir doktora öğrencim doktora tezi hazırlıyor. Sonuçları merakla bekliyorum. Bizim kanonumuz kimlerden oluşur? Buna doğru bir cevap verebilmek için sadece aktüel zamandaki görünenler değil bunun ortaya çıktığı zemine odaklanmak gerekir. Örneğin ders kitaplarında Türk edebiyatını kimler temsil ediyor? Hangi eserleriyle bir edebî kalite olarak onları öğrencilere sunuyoruz? Bu ve bunun gibi soruları ciddi anlamda düşünürsek bir sonuca ulaşabiliriz.

Kanon meselesine Türk edebiyatı üzerinden yaklaştıktan sonra bir de karşı-kanon araştırması yürütüyor, burada da “Putları Yıkıyoruz” hareketinden yola çıkarak “Tasfiye Polemiği”, Küllük ve Halkın Dostları gibi dergilerdeki çeşitli tartışmalara değiniyorsunuz. Bu noktada öncelikle tüm bu sürecin başlangıcında “Putları Yıkıyoruz” hareketinin anlamı ve edebiyat tarihindeki yeri nedir?

“Karşı kanon” olarak niteleyebileceğimiz yürürlükteki kanona yapılan itirazlar, kanon kurumundan şikâyetçi zümrelerin, kanon dışına itilmiş yazarların ve onların destekçilerinin bir faaliyetidir. Bu faaliyetler içinde Nâzım Hikmet’in “Putları Yıkıyoruz” kampanyası, devlet-iktidar-güç merkezlerinin kurmaya çalıştığı edebiyat kanonunun ilk defa ciddi şekilde sarsılmasına sebep olur. Nâzım Hikmet’in devrin bilinen ve temsil gücü yüksek olan iki edebiyatçının simgesel yönlerini de yıpratacak şekilde eleştirmesi, edebiyat işleriyle uğraşan kesim arasında büyük bir karşı duruşa da sebep olacak kadar edebiyattaki temsil biçimlerini etkiler. Nâzım Hikmet’in bu karşı-kanonik çıkışı, aynı zamanda “sol içi bir kanon” kurma teşebbüsü olarak da anlaşılabilir. Onun putları yıkarken yapmaya çalıştığı hamle, kendi yuvasında yeni baştan bir şeyleri kurma ve bu sayede müesses nizamın karşısına dikilebilecek yeni bir cephenin yaratılmasıdır.

Edebiyat dergileri, kanon ve karşı-kanon tartışmalarında nasıl bir yerde durur? Siz bu konuda neden özellikle Küllük ve Halkın Dostları üzerinde durdunuz?

Edebiyat dergileri, kanon ve karşı-kanonun anlaşılması için önemli bir göstergedir. Süreli yayınlar ve buralardaki edebiyat tartışmaları, aktüel edebiyatın atardamarı olacak kadar önemlidirler. Küllük, özellikle 1940 yılında ve hemen öncesinde Türk edebiyatındaki değişik eğilim ve kıpırdanmaların ilginç bir örneğidir. Eski ve yeni edebiyatın, yaşlı ve genç edebiyatçıların Küllük Kahvesi’nde buluşmaları, bu iki kesimin öyle veya böyle birbirleriyle iletişime geçmelerine fırsat sağlar. Ama derginin çıkışı, gençlerin kendilerinden yaşlı ve farklı bir edebiyatçı kuşağını çok da ciddiye almadıklarını gösterir. Onların kendi edebiyatlarını kurmaya çalışmaları bir başkaldırı kabul edilebilir. Bu yüzden sadece bir sayı çıkmasına rağmen etkisi çok derindir Küllük dergisinin. Saflar derginin çıkışı ile daha da ortaya çıkar. Ama müesses nizam, kararını çok hızla verir ve dergi bir emirle kapatılır. Kavga başka yayın organlarına sıçrar… Ama asla bitmez… Halkın Dostları dergisinde de genel anlamda aynı durum vardır. Genç ve devrimci şairler, kendilerinden önceki edebiyata ve o edebiyatın temsilcilerine karşı çıkarlar. Bu derginin isminden bile başlar. Derginin niçin çıktığını dile getiren yazı, hem geçmişin hem de yürürlükteki edebiyat anlayışının sert bir eleştirisidir. Onların mücadelesi, karşı-kanon şeklinde adlandırdığımız ve kanonları sarsmak, onları alaşağı etmek şeklinde düşünülebilecek bir eylemi vurgular.