Abdullah Ezik
Timurtaş Onan yeni kişisel sergisi “Terk Edilmiş/Abandoned” ile Galeri Ark’ta sanatseverlerle buluşurken izleyicilere yakın dönem çalışmalarına dair de önemli bir kesit sunuyor. Onan’ın İstanbul, Haliç ve tersaneler bölgesine olan sevgisini görünür kılan ve sergi kapsamında izleyicilerle buluşan fotoğraflar, şehrin uzun yıllardır göz ardı edilen bu tarihi bölgesinin zamanla nasıl bir değişime maruz kaldığını da farklı açılardan imliyor.
Timurtaş Onan ile 30 Mayıs 2021 tarihine kadar Galeri Ark’ta sanatseverlerle buluşacak “Terk Edilmiş/Abandoned” sergisi, yakın dönem çalışmaları, kitap projeleri ve fotoğraf anlayışı üzerine konuştuk.
Galeri Ark’ta sanatseverlerle buluşan “Terk Edilmiş/Abandoned” başlıklı kişisel serginiz İstanbul’un önemli endüstriyel alanlarından olan, kendi içerisinde tarihi ve kültürel bir değer de barındıran tersaneler bölgesine dair fotoğraflarınızı bir araya getiriyor. Bu sergi fikri nasıl oluştu ve söz konusu fotoğraflar belirli bir bütünlük içerisinde mi çekildi?
İstanbul’un bu iki kültür mirası tersanelerden Haliç düşük kapasite ile kullanılıyor. Cami altı ise Haliç Port projesi kapsamında 2013 yılında kapatıldığında mülkiyetin özel bir şirkete geçeceğini duymuştum. Son 20 yılda iyice hızlanan kentsel dönüşüm ile ilgili fotoğraf ve belgesel film projeler yapmış olan biri olarak bu konuya ilgi duydum ve gerekli izinleri alarak bu projeyi gerçekleştirdim.
Kentlerdeki terk edilmiş binalar geçmişi tanımamızı sağlayan güçlü kültürel göstergelerdir ve bu mimari miraslar bizim geçmişimizle bağımızı oluştururlar. Yerleşim biçimleriyle ve işlevleriyle geçmişten bugüne toplumun yaşamını etkileyen unsurlardır. Buralara girdiğimizde ilk aklımıza gelen soru bu terk edilmişliğin nedenleridir. Projenin ana temasını ve vücut olarak bütünlüğünü bu soruya cevap ararken belirledim. “Terk Edilmiş” te tarihin ve yaşanmışlığın izlerini yansıtırken aynı zamanda Andrey Zvyagintsev’in “Leviathan” filmi misali dönüşümün yaklaşan ayak seslerini duyurmak istedim.
Bu özel fotoğraf sergisinde tersaneler bölgesini merkezinize alırken aynı zamanda “mega dönüşüm” öncesi alanın suskun/yalnız/bir başına kalmış hâlini de gün yüzüne çıkarıyorsunuz. Tersaneler bölgesini sizin için bu kadar özel ve çekici kılan nedir?
Haliç kıyısında bulunan ve 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen ve nesiller boyu gemilerin yapıldığı tersaneler kentin kültürel mirasının devasa örnekleridir. Yerlerine marina, otel, rezidans gibi mekanların yapılması İstanbul’un kent kimliğine büyük ölçüde zarar verecektir. Belgrad’da Savamala bölgesinde uygulanan Belgrade Waterfront kentsel dönüşüm projesinin kentin dokusunu nasıl olumsuz yönde etkilediğini gördükten sonra Haliç’in alacağı hali düşünmek istemiyorum. Burada yok edilen sadece tersaneler değil İstanbul’un kent kimliğidir.
İstanbul’umuzu farklı kılan sosyal ve kültürel değerler yavaş yavaş silinmeye devam ediyor.
Haliç Port projesi her iki kıyıda ve çevrelerinde gerçekleştirilecek devasa bir planın sadece başlangıcı bence.
Gerek “Terk Edilmiş/Abandoned” gerekse diğer sergileriniz siyah beyaz fotoğraflardan meydana geliyor. Sizin fotoğrafçı kimliğiniz için bu büyük bir önem taşıyor. Peki bunca yıl içerisinde inşa ettiğiniz bu kimlik nasıl bir geçmişin ürünü? Kariyerinizdeki önemli kırılma ânları nelerdir? Fotoğrafları siyah-beyaz çekmenizin sebebi nedir?
Zamansızlık duygusu vermesi, fotoğrafların en saf hâlleriyle görünmesi, izleyiciyi konu, dokular, şekiller ve kompozisyon gibi yönlere çekmesi, kontrastları ve tonları daha güçlü olarak vurgulaması siyah beyazı cazip kılan faktörler.
Çocukluğumda 8 mm film kiralayıp Moda’daki evimizde ailemle birlikte Charlie Chaplin, Buster Keaton filmleri gibi sessiz film klasiklerini seyrederdik. Anne ve babamın sanatsever olması dolayısıyla evimizde birçok roman ve şiir kitabına ulaşabilme ve iyi müzik dinleme şansını genç yaşta yakaladım. Babam şiir yazar gitar çalardı. Bende gençlik yıllarımda tanınmış bir DJ idim.
Fotoğraf sanatına olan ilgim 13 yaşında Michelangelo Antonioni’nin Blow Up (Cinayeti Gördüm) adlı filmini seyretmemle başladı. Fotoğrafla ilişkim ciddi anlamda seksenli yıllarda kısa süren deneysel çalışmalarla başladı. Daha sonra sokağa çıkıp insanlarla tanışmaya başladığım zaman onların hikayelerini fotoğraflarla anlatabileceğimi ve aynı zamanda kendimi de ifade edebileceğimi keşfettim. Bir agrandizör alarak gece gündüz karanlık odada çalışmaya başladım. Aynı zamanda Yıldırım Altınok adlı bir ustayla reklam sektöründe fotoğraf çekiyordum.
Birkaç yıl İstanbul sokaklarında haytalık yapıp gözlem gücümü geliştirmeye çalıştım. Bu arada değerli sanatçı Şahin Kaygun’un fotoğraflarımı beğenip farklı bir göze sahip olduğumu söylemesi beni büyük ölçüde motive etti.
1990 – 2002 yılları arasında Antalya’da yaşadım. Antalya, Elmalı, Akseki ve Batı Toroslar’daki yaylalarda, “Masumiyet Öyküleri”, “Kaleiçi Satılık” gibi projeler gerçekleştirdim. Yerli ve yabancı dergilere röportajlar çektim. Bu arada İstanbul’a gidip gelerek “Dışardakiler” “Dolapdere Zamansız” gibi insan odaklı projelerime devam ettim. Döndükten sonra İstanbul ve Beyoğlu üzerine analog ve dijital farklı tekniklerle gerçekleştirdiğim projelerle arayı kapattığıma inanıyorum. Bunların bazıları Beyoğlu Geceleri, Beyoğlu Neo Klasik, İstanbul Zamansız, Işık ve Gölgeler Şehri İstanbul, Tarihi Yarımada Yansımalar, Terk Edilmiş, Dönüşen Şehir. Tamamlayamadığım birkaç uzun soluklu proje hala devam aşamasında. Bu arada Roman Yaşamı Üzerine 80lerden bu yana çektiğim “Bir Recalim Var” ve on yıldır üzerinde çalıştığım “İstanbul’da Hanlar” projeleri yakında kitap aşamasına gelecek.
Sosyal konularda sorumluluk projesi olarak çektiğim filmler var. Sokak Çocukları, Tarlabaşı’nda Neler Oluyor, Geziyi Hatırlamak ve Kramp bunların bazıları.
İstanbul, mekân ve insan üçlüsünün sizin çalışmalarınızın sac ayağını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada Timurtaş Onan’ın şehir, mekân ve insanlarla kurduğu ilişki ve bu ilişkinin fotoğraflarınıza yansıması üzerine ne söyleyebilirsiniz?
İstanbul doğup büyüdüğüm, tüm travmalarımı yaşadığım ve beni iyi ve kötü yönlerimle yaratan şehir ve bu yüzden çok önem veriyorum. Tarihi Yarımada, Beyoğlu gibi bölgeleri insanları ve mimarisi ile büyük bir esin kaynağı. Fotoğrafçı olarak bulunduğum döneme hümanist bir gözle şahitlik etmeye, odaklandığım insanların duygularını kendi duygularım ile harmanlayıp sunmaya çalışıyorum. Yaşama estetik bir gözle bakış dışında sosyal yorumu da katmaya önem veriyorum. Sıradan insanların gündelik hayatlarından alınmış ve yaşamdaki gerçekleri vurgulayan hikayelerin kalıcı olduğuna inanırım.
Gölgenin biçimle, ışığın yüzey ve açılarla olan etkileşimi üzerine düşündüren fotoğraflar izleyiciye yeni bir gerçeklik vadederken onu bilinen yer ve eşyalardan da uzaklaştırarak yeni ve soyut bir kompozisyonun parçası hâline getiriyor. Bu soyutluk ortaya nasıl bir kompozisyon çıkarıyor?
O ıssız mekânlarda somut görüntülerden yola çıkarak aklımdaki kavramı görselleştirip yeni bir anlam üretmiş oluyorum. Soyut kompozisyonlar izleyiciyi benim öznel gerçekliğime taşıyor diyebiliriz. Böylece nesnel gerçeklikte fark edilmeyen duygular betimlenmiş oluyor.
Form ve ışık kullanımı sizin fotoğrafçılığınızın bir başka ayırt edici yanı olarak ön plana çıkıyor. Oldukça teknik ve işin arka planını da içeren bu işler sizin sanatınıza nasıl yansıyor? Bir fotoğraf sanatçısı olarak “form” sizin için nasıl bir değer taşıyor?
Üç boyutlu bir görüntüyü iki boyutlu bir görsele taşımak istediğimizde geometrik ve organik formları çok iyi algılamalıyız. Bu öğelerin kadrajımızda belli bir düzene göre yerleştirilmesi gerekir yoksa bütünlük sağlanamaz.
Form yani biçim, çizgi, renk ve ton ve ışıkla oluşur.
Çekim anında ışığa ve forma önem vererek ifadeyi daha güçlü kılabiliyorum.
Ama her şey geometriyle bitmiyor bence, en önemlisi düş gücünüzü kullanarak yarattığınız imge.
Yaşamışlık/yaşanmışlık hissi, fotoğraflarınıza bakar bakmaz hissettiğimiz en özel duygulardan. Kırılmış camlar, terk edilmiş tersane binaları, artık kullanım dışı olan arabalar hep bir yaşanmışlıktan arta kalanlar gibi bizi hızla etkisi altına alıyor. Bu aşamada bilinçli olarak yaratmak istediğiniz temel bir duygu dünyası olduğundan söz edebilir miyiz?
Üzüntü, ilgi ve heyecanın yanı sıra en beni çok etkileyen ve buraları fotoğraflamaya iten o yaşanmışlık hissi.
Başka insanların bir zamanlar burada yaşayıp, çalışmış olmaları, onların yokluğu ve dev mekanlardaki boşluk bize kendi yalnızlığımızı belki de ölümlülüğümüzü hatırlatıyor.
Terkedilmiş bu mekanlarda amacım üzücü gerçekliğe rağmen bir güzellik yaratarak izleyiciyi kendi içsel yolculuğuma katmak isteğiydi. Bu bir kendimi ifade etme durumu olabilir.
“Terk Edilmiş/Abandoned” bir yandan daha önceki çalışmalarınızın devamı, bir yandan da bu işlere veda niteliği taşıyor. Bu noktada sizin için yeni bir sürecin başladığından söz edebilir miyiz? “Terk Edilmiş” sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Şimdiye kadar farklı teknikler ve farklı konseptlerde işler ürettim. Sürekli olarak kendimi yenileyerek dar kalıpların ilerisinde olmaya çalıştım. Yaşadığım dönemlerdeki sosyokültürel değişimleri işaret eden projeler gerçekleştirdim. Bu sergi belki bir kilometre taşı olabilir yepyeni arayışlara doğru.
Son bir soru olarak, oldukça karamsar ve yalnız bir dönemden geçtiğimiz bugünlerde Timurtaş Onan neler yapıyor? Önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?
Durmadan çalışmaktan başka çare bulamadım ben. İki sene önce İstanbul Her Şeye Rağmen adlı birincisini yayımladığım beş kitaplık İstanbul antoloji serisinin ikincisi İstanbul: Bir Garip Şehir adlı ikincisini yayımladım.
Yakın zamanda serinin üçüncüsü geliyor. Online söyleşiler oldukça yoğun.
Slovenya Ljubljana Fotoğraf Kulübü’nde “İstanbul Zamansız”, Adana Altın Oran Sanat’ta “Dönüşen Şehir “sanal sergilerini açtım. Fotoğrafçı dostlarımdan oluşan kalabalık bir grubun danışmanlığını yaparak bir yıl boyunca evlerinde çektikleri portre, otoportre ve still-life çalışmalarından oluşan “Karantinada” adlı bir sanal sergi ve kitap gerçekleştirdim.
Beyoğlu ve İstanbul üzerine çalıştığım projelere devam ediyorum. Paris, Belgrad, Prag, Zagreb gibi şehirlerde gerçekleştirdiğim yurt dışı projeleri salgın nedeniyle şimdilik beklemede.
17 Mayıs Pazartesi (bugün) itibariyle yeniden sanatseverlerle buluşan “Terk Edilmiş”, 30 Mayıs 2021 tarihine kadar Galeri Ark’ta ziyaret edilebilir.
Söz konusu proje ve eserler üzerine detaylı bilgi için:
http://fotoklub-ljubljana.si/…/timurta_onan_brezcasni…/