Abdullah Ezik
Abdullah Ezik, geçtiğimiz günlerde Moda Sahnesi’nde izleyicilerle buluşan Yeraltından Notlar üzerine Liza karakterine hayat veren Sinem Kurt ile söyleşti.
Yeraltından Notlar, belki de edebiyat tarihleri boyunca üzerine en çok konuşulan metinlerinden birisi. Öncelikle Yeraltından Notlar’ın yazarı olan Dostoyevski üzerine ne söylersiniz?
Bu oyunu çalışmadan önceki düşüncelerimin aksine, Dostoyevski’nin usta bir soytarı mimarı olduğunu söyleyebilirim. Bu süreçte faydalandığımız Dostoyevski üzerine yazılan çeşitli kaynaklar ve yönetmenimiz Kemal Aydoğan’ın dedektifliği neticesinde ulaştığı veriler, bizi Dostoyevski’nin Shakespeare’den ve onun soytarılarından etkilendiği bilgisine ulaştırdı. Bu bize çok şey söylüyor; -bilhassa Yeraltından Notlar için- karanlık ve trajik bir dünya tasviri yaptığını düşündüğüm Dostoyevski -ve yapıtları-; bir o kadar da aydınlığı ve komediyi içinde barındırıyor aslında. “Dünyaya görünmeyen bir gülme” (M. Bakhtin, s. 226)* olarak tasvir edilebilen bu hal, ilk etapla gözle gördüğümüz o tekinsiz karanlığın ardında bize göz kırpan ve onu keşfetmemizi bekleyen bir gülüşü ifade ediyor. Provalarda çok eğlendik. Çok düşündük, çok etkilendik, bazen sıkıldık –ki bu can sıkıntısı güzeldi-, ama nihayetinde çok güldük. İdam cezasından son anda kurtulan, hapis cezasına çarptırılan, sürgüne gönderilen, yoksulluklar, hastalıklar, inişli çıkışlı ilişkilerle acı deneyimlerin içinden geçen Dostoyevski’nin bu yaşanmışlığına paralel olarak bu yapıtındaki yeraltı adamı da farkındalığın biricik kaynağı olarak acıyı gören, patetik deneyimlerin en uç noktasına giderek kendini kırbaçlayan, her fırsatta kendini “aşağılık, rezil” bir konuma sürüklemekten çekinmeyen ve bundan adeta haz duyan bir yapıya sahip ancak tüm bu eylemleri, “kötülükleri” bir “iyilik” ereğine ulaşabilmek için yaparken, zekice hamlelerle bizi güldürmeyi başarıyor. Dostoyevski de bu eseriyle beni bir tür hakikat, adalet, varoluş arayışı üzerine türlü sorgulamalara maruz bırakırken, esasında bunu bedenimde bir gülüş izi bırakarak yapıyormuş. Ona dair evvelki okumalarımda keşfedemediğim, bu oyunla keşfettiğim özellik bu; gündelik yaşantıda çoğumuzun söylemeye cesaret edemediği hakikatleri dile getirirken bunu bir tür soytarma eylemiyle; soytarıca bir kalemle/karakterle/oyunla gerçekleştiriyor oluşu. Bu çok kıymetli; zira hiçbirimizin sınırlarını zorlayamayacağı kadar bükülen bir soytarı var karşımızda; kendini meydana atıp kurban ediyor, en başta kendini, sonra ona bakan bizleri. O kendini kırbaçlarken onu aynalayan bizler de kendi “acı” hakikat-ler-imizle karşı karşıya geliyoruz, belki kahkaha atarken, belki hafif bir gülümseme varken yüzümüzde. Bu iki “tezat” deneyimin tek bedende bir araya gelmesini sağlayan Dostoyevski üzerine diyebileceğim son şey, özetle kendisinin sisli-güneşli havada illüzyon-hakikat arasında gidip gelen bir trenin uğradığı sonsuz istasyonları gösteren net bir netsizlik dehlizi olduğudur.
Yeraltından Notlar’ın bir diğer önemli yanı, dünyada da Türkiye’de de birçok kez sahneye uyarlanmış özel bir eser olması. Türkiye’de de halihazırda oynanan farklı uyarlamalar söz konusu. Öncesinde veya oyuna çalışma sürecinde diğer Yeraltından Notlar uyarlamalarını görebilme şansınız oldu mu?
Maalesef, diğer uyarlamaları görme şansım olmadı.
Liza, Yeraltından Notlar çerçevesinde sahnede fazla gözükmese de oyunda oldukça kritik bir role sahip. Bu anlamda Liza’nın Yeraltından Notlar çerçevesinde taşıdığı değer nedir?
Liza için kitapta tasvir edildiği üzere “canlı yaşam”ı temsil eden, varılması gereken nihai erek diyebiliriz. İnsan olmaklık, canlı yaşam -duygular, arzular, mantığı aşan haller-, yaşama kuvveti ve arzusu, irade, doğa, doğallık, kendilik, hınç, acı, devrim, dönüşüm gibi kavramlar çerçevesinde üzerine tartıştığımız Liza, adamın belki yüzyıllar sonra varacağı bir nokta. Kadın dışarıda, hayatın içinde, deneyimlerin sahibi olan, kendiliğinden eyleyen ve konuşan, seven, merhamet duyan, seçim yapan ve yolunu inşa eden biri. Genç, toy, biraz çekimser, hüzünlü ve bulunduğu yerde mutsuz görünen bu kadın, içinde yaşamı, özgür iradeyi ve kendi yolunu kurabileceği bir kuvveti; hıncını eyleme dönüştürebileceği bir gücü taşıyor. Kendine ve adamın bazı davranışlarına –özellikle ikinci sahnedeki- dair farkındalığı, sevgiyi ve merhameti seçmesi, bunun olmadığını/olamayacağını ve olabilecekleri öngördüğü noktada gidebiliyor oluşu, saflığı ve kendinde-doğallığı bize bir tür azizeliği de çağrıştırıyor. Azize-fahişe ikililiği üzerine konuştuk provalarda; bedensel acının ve deneyimlerin doğurduğu kuvvet ve sevgi-kabul meselesinin doğurduğu kudret; Liza’da bu ikililiğin esintileri buluşmuş gibi. Finale doğru geliyor ve adamla girdiği ilişkideki yüksek volümlü deneyimlerle dönüştürülüyor ve dönüştürüyor. Liza’nın gelişiyle oyun trajik bir atmosfere dönüşmeye başlıyor ve oyunun ana karakterinin nihai kritik deneyimini yaşamasında önemli bir rol oynuyor.
Liza rolüne nasıl hazırlandınız? Bu süreçte özel olarak üzerinde durduğunuz meseleler oldu mu?
Provalarda ilk iki saatimiz Chekhov tekniğindeki bazı egzersizler üzerine çalışmakla geçti. Chekhov tekniğinin yanı sıra Kemal Aydoğan’ın yönelttiği kimi sorular üzerine araştırmalar ve denemeler yapıp tartışarak karakterlerimize dair birtakım veriler topladık. Bunun haricinde metinde kadına dair verili olan koşullar, fiziksel/psikolojik özellikler, kendi için ve başkalarının onun için söylediği sözler gibi karaktere dair iz sürebileceğim her türlü doneyi topladım. Ulaşmak istediği asıl hedefi, ana isteğini ve girdiği iki sahnedeki bu üstün isteğe hizmet eden isteklerini araştırdım. Bu istekler için hangi eylemlere başvuruyor, bu eylemleri nasıl, hangi niteliklerle gerçekleştiriyor, provada bunun üzerine konuştuk. Her bir repliğini hangi motivasyonla, neye hizmet etmesi bakımından kullanıyor olabilir, bunun üzerine düşündüm. Sarf ettiği sözlerin altında yatan düşünceyi, isteği, dolayısıyla eylemini, bu eylemin niteliğini saptadıktan sonra denemeler yaptım. Yine provada karakterlerin hayvanı ne olabilir, bunun üzerine düşündük ve konuştuk. Hayvan çalışmasının yanı sıra karakterin rengi, atmosferi gibi yine Chekhov tekniğinde de yer alan birtakım egzersizler denedim. Bu süreçte özel olarak üzerinde durduğum bir mesele özgür irade, özgürleşme, hınç gibi kavramlar oldu. Yirmi yaşında, isteği ve iradesi dışında istemediği bir mekânda, istemediği insanlarla, istemediği bir işi yapmak durumunda olan bir fahişe Liza; “istememenin” çok yetersiz kaldığını hissettiğim bu tarifteki durumun, koşulların nasıl bir dünya açabileceği meselesi üzerinde durdum özellikle.
Liza ile Yeraltı Adamı arasındaki diyalog, aslında bir tür “çözülme” olarak da yorumlanabilir. Liza ile Yeraltı Adamı arasındaki ilişki üzerine ne söylersiniz?
Adamla olan karşılaşması kendisi için de; yeraltı adamı için de dönüştürücü bir etkiye sahip. Yeraltı adamının o ana dek içine düştüğü/kendini düşürdüğü tüm karşılaşmalar, dolayısıyla diğer karakterler, bir tür “öteki olma” halini tetiklerken; Liza, “kendi olma” halini tetikliyor. Onunla olan –özellikle ikinci- karşılaşmasında, kendi hakikatiyle de karşılaşır tüm trajikliğiyle. Finale doğru ona yapmış olduğu tüm itiraflar, o zamana dek o kadar şiddetli, kuvvetli bir çıplaklıkla çıkmamıştı ağzından. O ana dek mütemadiyen ötekine –bilhassa kendisinden üst rütbede olan subaylara- hınç duyma, onu ve onun arzusunu arzulama ve taklit etme ile meşgul olan yeraltı adamı için Liza, ‘öteki’nden ziyade bakışını kendi içine yöneltmesini ve kendine dair tüm acı hakikatleri haykırmasını sağlayan, doğru bildiği/bilmediği tüm argümanlarını çürüten, beklemediği hamlelerle kendisine gelen, seçtiği eylemlerle kendisini şaşırtan, o anki dünyasına yabancı canlı bir varlıktır. Doğa-l ve kendinde olanı temsil eden Liza, yer altı adamının deneyimleri içinde bir sıçramaya neden olan eşiktir diyebilirim. Bu dönüştürücü etkiyi yaratan varlığın kadın olması, bir fahişe olması da manidar; bedensel bir iş yapıyor ve bu da “farkındalığın biricik kaynağı” olan acıyı tümüyle bedeninde hissetmesini sağlıyor. Üstelik henüz genç, başka bir ülkeden gelmiş ve ailevi olarak da kötü süreçlerden geçmiş, dolayısıyla sözlerinin altında deneyimden gelen bir kuvvet var. Sorduğu sorular keza tüm doğallığıyla ağzından çıkan anlama çabaları; oysa yeraltından çıkmayan adamın sarf ettiği cümlelerin altında bir deneyim geçmişi ya da doğruluktan ziyade yüzeyel kanılar aracılığıyla stratejik bir ikna ve otorite kurma çabası var. İktidar olma çabasıyla kadına yönelttiği hakaret ve aşağılamalar, kadında bir hınç uyandırır ve kendi iradesiyle girmediği kerhaneden çıkıp kendi iradesi, seçimleri ve arzusuyla yeni bir hayat kurmak üzere karar almasını, özgürleşmesini sağlar. Dolayısıyla yeraltı adamı da Liza üzerinde dönüştürücü bir etki yaratmıştır. Adamın kadına karşı bu “kötü” eylemi, nihayetinde iyi bir amaca hizmet eder, adamın motivasyonu kendi dertleriyle ilgili olsa da, kadın için bir hakikat çanı işlevi görür bu “kötü” söylemler. Uç ve acı ama hakikat payı olan argümanları tüm çıplaklığıyla Liza’nın yüzüne vurarak canını yaksa da öfkenin, acının ve hıncın hareket ettirici, dönüştürücü kuvvetini doğurur içinde. Dolayısıyla Liza karakteri ve yeraltı adamı ile olan sahneleri, adam için sarsıcı bir şekilde kendi hakikatiyle yüzleşmesini; kadın içinse hıncını devrime dönüştürme ve özgürleşme potansiyelini harekete geçirmesini sağlayan, her iki taraf için de büken, dönüştüren bir etkiye sahip kritik bir karşılaşma; bizler içinse iyilik/kötülük, nihai erek, öteki/kendi, hınç, dönüşüm, canlı yaşam gibi kavramları sorgulamaya yol açan bir karşılaşmadır diyebilirim.
Liza, Yeraltı Adamı’nın tutunabileceği son sığınıkken oyunun sonunda o da tıpkı diğerleri (Apollo, Simanov, Ferfiçkin, Mösyö Zverkov ve Trudolyubov) gibi onu terk eder. Bu terk ediş de hem oyunun sonunun geldiğini hem de her şeyin sonsuz bir döngü içerisinde sonsuza dek bu minval üzerine devam edeceğini duyurur. Bu noktada sizce Liza’nın Yeraltı Adamı’nın hayatına giriş çıkışının bu kadar âni ve sert olmasının nedeni nedir?
Aralarındaki deneyimin ani ve sert olmasıyla paralellik gösterdiğini düşünüyorum bu giriş-çıkışın. O noktaya gelene dek yeraltı adamı çeşitli deneyimlerle o anın yolunu yapıyor aslında, kendisini “rezil” olarak tarif edeceği ve kırk yıl geçse utanacağı anların içine fırlatıp, oradan ısrarla çıkmayıp, hıncını besleyip büyüterek varıyor geneleve. İkisinin o ana dek geçtiği ayrı süreçleri ve bir araya geldiklerinde oluşturdukları bu ortak süreç, her ikisinin ‘kendi yoluna’, varoluşuna gitmesi yönünde kuvvetli bir etki yaratması bakımından ani ve sert yaşanıyor. Finalde Liza adamın evinde daha fazla kalsaydı artık o evde genelevi yaşayacaktı; adam ise “manen dize getirmeyle” sonlandıracağı, iktidar konumunu aldığı bu ilişki ile kendi hakikatinin üstünü örtecekti. Dolayısıyla bu karşılaşmanın, tam da o sert zirvede aniden sonlanması ve kendi yollarını inşa etmeleri onları “Liza” ve “Yer altı Adamı” yapıyor aslında.
Son bir soru olarak, Yeraltından Notlar bir edebiyat uyarlaması ve başka türlerden (burada bir uzun hikâyeden) uyarlanan bir karaktere can vermek üzerine ne söylersiniz?
Aslında oyuna uyarlamakta çok zorluk çekmediğimiz bir metin oldu gibi sanki. Bazen zaten bir oyunmuş, onu biz uyarlamamışız ve öylece oynuyormuşuz gibi geliyor bana hatta. Çok okuyan, Shakespeare’den alıntılar yaptığını düşündüğümüz, tiyatro metinlerine çok aşina olan Dostoyevski’nin okurlara seslenirken kendisini okuyan insanların tepkisini de görebilen üstün bir görü yeteneğine sahip olduğunu konuşmuştuk. Bence bu bakış, sahneye taşıma sürecinde de yardımcı oldu bize. Karakter inşasına baktığımızda yazımı, tarifleri, anlatımı ve ifadesi de bize bolca meyve verdi. Yeraltı adamını anlamak ve çözümlemekte başlarda zorlansak da; Liza için bu o kadar da zor olmadı. Hatta cümlelerinin yanında kadının haline dair detaylı açıklamaların yer alması, kadına dair fikrimin oluşmasında bana kolaylık sağladı diyebilirim. Son olarak, Dostoyveski’nin kaleme aldığı bir eserdeki karakter üzerine çalışmak çok kıymetli ve keyifliydi.
*Bakhtin M., Karnavaldan romana, Ayrıntı Yayınları, 2001, Çev. Sibel Irzık.
** Oyun hakkında detaylı bilgiye ve seanslara buradan ulaşabilirsiniz.