esin.hamamci@sanatkritik.com
Esin Hamamcı, Kadıköy Boa Sahne’de oynanan “Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum” oyununun yazar ve oyuncusu Özge Korkmaz ile konuştu.
Esin Hamamcı: Özge Korkmaz oyunculuğa nasıl başladı? Bize biraz tiyatro serüveninizden bahsetmek ister misiniz?
Özge Korkmaz: Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü mezunuyum ben. Aslında konservatuvara girişim de okuldan mezun oluşum da biraz geç oldu benim; öncesinde İstanbul Üniversitesi’nde işletme okuyordum çünkü. Konservatuvardan mezun olduğum sene İstanbul’a döndüm ama ilk birkaç sene biraz zorlu geçti. Tanıdığım herkes Eskişehir’de kalmıştı. Ama sonrasında, Mekân Artı’nın “Balkon” oyunuyla başladı İstanbul’daki oyunculuk hikâyem. Sonra Galataperform’da “Tato”… Öyle başladı her şey.
E.H.: “Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum” Kadıköy Boa Sahne’de oynuyor. Oyunun metin yazarı ve oyuncusu sizsiniz. Uzun zaman sonra bu oyunla sahnelere döndünüz. Projenin başlangıç ve gelişim sürecini anlatmak ister misiniz?
Ö.K.: Alternatif sahnelerde oyunculuk yaparken bir ara Galata Perform’da Yeni Metin Yeni Yazarlık Atölyesi’ne katılmıştım. Galiba içten içe kendimi hem oynayarak hem yazarak ifade etme fikri hep vardı kafamda. Bu yazarlık atölyeleri sırasında Yeşim Özsoy ve Ferdi Çetin’in çok büyük katkıları oldu bana. Onların da destekleriyle ilk oyunum Yuva’yı yazdım. Yuva benim sahnelenen ilk oyunum. Çağrı Şensoy yönetiminde Siyah Beyaz ve Renkli çatısında… Ama sonrasında yazarlığı bir kenara bıraktım gibi oldu yine… Oynamaya devam ettim:) Pandeminin hayatımıza girmesiyle sahneye çıkma imkânı ortadan kalktı tabi. O aralar Kadıköy Boa Sahne “Sezon Hayatta Kalmak” diye bir dijital tiyatro projesi tasarlıyordu. Projenin tasarımcısı Murat Mahmutyazıcıoğlu, “sen de bir oyun yazar mısın Özge?” deyince ilk kısa oyunum Yoğurt Çorbası’nı yazdım. Sevgili Burçak Çöllü yönetti Yoğurt Çorbası’nı; Ceren Taşçı da oynadı. Galiba Yoğurt Çorbası’na gelen olumlu eleştiriler Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum’u yazmak için cesaret verdi bana… Hepimiz evlere kapanmıştık; bol bol da zamanım vardı… Oyunu bittikten sonra Berfin Zenderlioğlu’na okuttum. Berfin oyunu yönetmek istediğini söyleyince çok mutlu oldum tabi. Sonrasında Berfin’in küçücük salonunda bir süre çalıştık oyuna ama hâlâ şeyi bilmiyorduk; ya tamam biz bu oyunu çalışıyoruz ama pandeminin ortasında bir oyun çıkarmak dediğin şey ekonomik olarak büyük külfet, kim neden girsin böyle bir maceraya? İşte o aşamada “Sezon Hayatta Kalmak” projeleri için yazdığım Yoğurt Çorbası vesilesiyle tanıştığım Kadıköy Boa Sahne biz de varız dedi. Aytekin Atabey ve Gökhan Gürün de hadi çıkaralım şu oyunu deyince, Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum bu sezon seyirciyle buluşabildi…
E.H.: “Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum” tek kişilik bir oyun. Çocuğuyla tek başına bir hayat mücadelesi veren Hasret’in hikâyesini anlatıyor. Kadın hakları konusunda bazı güzel gelişmeler yaşanırken maalesef bir yandan da artan cinayetlerle, taciz, tecavüz olaylarıyla, cezasız kalan, görmezden gelinen pek çok olayla darbe de alıyoruz. Sizin konuyu kadın meselelerine odaklama fikriniz nasıl belirdi ve metin nasıl oluştu?
Ö.K.: Tek başımıza değiliz. Mücadelemizi tek başımıza vermek zorunda da değiliz… Dayanışma… Ben kadın dayanışmasının gücüne inanıyorum…
Evet son yıllarda kadın hareketi dünyada çok büyük bir ivme aldı ve bunun Türkiye’ye yansımaları da açık bir biçimde görülüyor ama sizin de söylediğiniz gibi her gün başka bir kadın cinayeti haberine uyanıyoruz. Erkek egemen adaletin failin yanında yer aldığını da birçok davada gördük. Sadece fiziksel şiddet de değil; cinsel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet… İşte bu şiddetin karşısında dimdik, el ele, kol kola duracağız; bence başka yolu yok.
Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum’a gelirsek… Oyunu yazarken kadın hareketiyle ilgili bir söz söyleme gibi bir niyetle çıkmadım yola, ama yazarken kadın mücadelesini en gündelik alanda anlattığımı fark ettim.
E.H.: Oyun yalnız bir kadına odaklanıyor aslında. Konusu Hasret’in tek başına ayakta kalma hikâyesi. Bugün İstanbul gibi bir şehirde bir kadının tek başına var olma hikâyesi üzerine sizin gözlemleriniz nelerdir?
Ö.K.: İster büyükşehirde olsun ister taşrada, pratikler farklı olsa da bir kadının tek başına ayakta kalmasının tek yolunun kadın dayanışması olduğunu düşünüyorum. Bu kendi içinde bir paradoks gibi görünüyor farkındayım ama dayanışmadan bağımsız bir ayakta kalma mücadelesi sürdürülebilir gibi gelmiyor bana. Ben sokakta mücadele ederim, annem tarhanasını eriştesini tek başına çocuklarına bakmak zorunda kalan komşusundan satın alarak mücadele eder… Kimsenin mücadelesi kimseninkinden daha az kıymetli değil; örgütlü ya da bireysel, yeter ki dayanışma içinde olalım. Aslında bu konuya dair en büyük gözlemim dayanışmanın bir parçası olarak mücadele etmenin tek başınalığımızı azalttığı.
E.H.: 90’lardan bugüne uzanan çocukluk anıları da oyuna eşlik ediyor. Hasret’in de bir oğlu var ve annesiyle birlikte üç kuşak, pek çok anılara ortak oluyorlar. “Çocukluk” bu oyunun temasında nereye oturuyor ve anlamı nedir?
Ö.K.: Evet… Çocukluk önemli bir yerde duruyor oyunda. Ve anılar… Önce anılardan başlayayım. Oyunda çoklukla Hasret’in 90’larda geçen çocukluğuna dair anılar, yer yer de o döneme ait toplumsal anılar yad ediliyor aslında… Şimdi fark ediyorum da nesnel tarih ve öznel tarihin kesişme kümeleri ilgimi çekiyor galiba benim. Mesela oyunda nesnel tarihin “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” dediği dönem, Hasret’in öznel tarihinde anneannenin evine taşınmalarına denk geliyor. Bu denklikler ilgimi çektiği için anılara yer vermişim galiba. Tabi bir de hafıza meselesi var. Unutmak istemem ben. Hiçbir şeyi… O yüzden anılar, hem bireysel hem toplumsal anılar, önemli bir yerdedir hep benim hayatımda. Bu metinde onun yansımaları görülüyor sanırım.
Çocukluk meselesine gelince. Çocukluk bu oyunun temasında nereye oturuyor anlamı nedir diye sormuştunuz… Aklıma Gülten Akın’ın Ahlar Ağacı şiiri geldi çocukluk deyince… Hani “Sevinmek nedense hep yedi yaşında” diyor ya o şiirde… Öyle bir şey işte… Bence sevinmek de üzülmek de kızmak da… hepsi hep 7 yaşında. O yüzden Hasret’in duygu dünyasını anlatmaya çalıştığım hikÂyesini çocuk Hasret’in 7 yaşından başlayarak anlatmışım galiba. Şimdi fark ettim şiirde de “sevinmek nedense hep 7 yaşında” diyormuş. İkisi de 7. Enteresan tesadüf. Ya da tesadüf değil.😊
E.H.: Mutlu olmasa da kahrından ölmeyen kadın nasıl bir kadındır?
Ö.K.: Bilmiyorum. Ama ayakta kalmayı başarabilen bir kadındır herhalde. Ya da bütün düşmelerinin tadını çıkaran… Düşe kalka mücadelesine devam eden birileri geliyor benim aklıma.
E.H.: Oyun bir sonraki sezon da devam ediyor. Bir sonraki sezondaki izleyicilere söylemek istedikleriniz var mı?
Ö.K.: Öncelikle bu sezonun seyircilerine bir şey söyleyeyim.😊 Pandemi sürecinde ayakta kalmaya çalışan tiyatrolara verdikleri destek için bütün meslektaşlarım adına tüm tiyatro seyircilerine teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda ayakları yere basan sağlam bir kültür sanat politikasının temelleri atılır ve böyle bireysel destekler olmadan da ayakta kalabilecek durumda oluruz ama o zamana kadar seyircinin varlığını hissetmek, onlardan güç alarak yolumuza devam etmeye çalışmak hepimiz için çok değerliydi.
Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum oyununun önümüzdeki sezon seyircilerine ise sizi bekliyorum diyebilirim sadece. Oyunu izleyince ne hissedeceklerini ne düşüneceklerini merak ediyorum.
E.H.: İlerideki farklı projelerinizden bahsetmek ister misiniz?
Ö.K.: Önümüzdeki sezon Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum’u yine Kadıköy Boa Sahne’de oynamaya devam edeceğim. Bir sürü hayalim var ama hiçbiri projelendirilmedi henüz. Öyle uçuşup duruyorlar. Bir yere konduklarında… Şimdilik uçuşuyorlar.