Abdullah Ezik
1996 yılından itibaren çağdaş sanat çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bu dönemde özellikle Mehmet Güleryüz ve Sevinç Altan sizin için öne çıkan isimler. Bu ilk dönem işleriniz, Güleryüz ve Altan üzerine neler söylersiniz?
İkisi de benim hocamdı: ilk Güleryüz’ün yanında daha sonra Altan’ın yanında devam ettim. Güleryüz dönemi daha fazlasıyla bir arayış, tarzı bulma ve de sonrasında bol bol calışma, pratik dönemi. Altan’la birlikte daha kendi tarzımın oturması, işlerimin ilk defa sergilenmesi gibi süreçleri yaşadım.
Her ikisinden de çok sey öğrenmemin yanında; bence en önemli nokta herkesi kendi süreçlerinde serbest bırakmalarıydı. Herkesin kendi çizgisini bulmalarına çok önem veriyorlardı. O yüzden de akademik eğitimin dışında daha şahsi bir eğitim aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum, bunu resmimde de yansıtabildiğim için mutluyum.
Sevinç Altan’dan doğru soruları sorma, yaptığın işi estetik olarak görmeden anlama ve anlatabilmek gibi çok önemli unsurları öğrendim.
Mehmet Güleryüz‘ün siz resimle ilgilenmeseniz bile sizi bir şekilde resme iten bir enerjisi var. Bu işin ne büyük bir disiplin olduğu, elin durursa, gözün çizmeye devam etsin. Hiç unutmadığım bir sözüdür.
2000-2001 yıllarında Sevinç Altan’ın stüdyosunda gerçekleştirdiğiniz sergiler sizin için bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Bu noktada hem ilk kez izleyicilerle buluşma deneyimini, hem de Sevinç Altan ile çalışma sürecini nasıl yorumlarsınız?
İşte bu işin en önemli noktalarından biri, işlerin seyirciyle buluşması. Heyecanı bol olan, hem sosyal hem de bireysel bir dünya. Benim yaratmış olduğum bir dünyanın seyirci tarafından izlenilmesi, onları bu dünyanın içine almak ve seyircinin renklerden, temaya kadar fikirlerini duymak çok heyecan bir verici bir deneyim. Yavaş yavaş özgüveninizin oluşması, bunların hepsi Altan’ın atölyesidir benim için.
Resmin sadece bir estetik gözüyle değil, teknik dışında da yaptığınız her şeyden nasıl sorumlu olduğunuzu ve de sorulduğunda cevaplamanız gerektiği, esasında hayatın her aşamasında yaşadığımız güncel şeylere ne kadar da benzediğini görüyorsunuz ve tüm bunları içime sindirmek tabi ki. Bu çok uzun bir süreç. Aynı şeyleri yüzlerce kez duyuyorsunuz ve bir an da resim yaparken “Ah buymuş demek istediği,” dediğim anlar çok olmuştur.
Bir de sanatsal kazalar var. Bir anda bir şey çıkar, o kadar iyidir ki onu bozamazsınız, resim sizi ayrı bir yere götürür. İşte o kaza olarak çıkan şeyi fark etmenin önemini, onu kaza olmaktan çıkarmak için bol bol pratik yapılması gerektiğini Altan atölyesine borçluyum.
Bir sanatçı olarak herhangi bir sanat akademisinde eğitim görmemeniz, buna karşılık atölyeye devam etmeniz oldukça anlamlı. Bir sanatçı için sanat akademisinin anlamı nedir? Bunun yerine doğrudan, farklı atölye ve sanatçılarla birlikte çalışarak üretmek, sizin için ne gibi anlamları beraberinde getirdi?
Ben Stuttgart’ta yaşıyorum. Stuttgart Akademisi‘ndeki iki hocanın atölyesini ziyaret ettim. İkisine de işlerimi gösterdim. İkisi de bana sen zaten resim yapıyorsun niye akademi dediler? Hocalardan biri, benim de işlerini çok beğendiğim Cordula Güdemann’dı. Orada bulunan Güdemann’ın öğrencilerinden biri benim bir resmime bakarak: “Bunları böyle yapamazsın resimde“ dedi. İşte akademik sanat eğitiminin anlamı benim için bu. Bence sanat kabul ettirebildiğiniz her şeydir. Bunu senelerdir tüm güncel işlerde de görüyoruz.
Akademi bazı sanatçılarda blokaj yaratabiliyor. Bu blokajı kırmak zaman alabiliyor. Sanatta yapamazsın sözcüğü bu blokajın en büyük örneğidir. Bunun yerine özellikle Altan, atölyesinde bana “Mert ben sana karışmam, sen öyle bir şey yapıyorsun ki bizim aklımıza gelmez, resim daha ’Mert’oluyor,“ dedi.
Başkalarıyla aynı atölyeyi paylaşmak çok güzel. Diğeri ne yapmış, neden yapmış, o fikir nereden gelmiş. Tüm bunlar sizi ileri götüren, zenginleştiren faktörler.
Neden özellikle resme odaklandınız? Resim, sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor ve 21. yüzyılda çağdaş resmin konumu üzerine siz ne söylersiniz?
Kücüklüğümden beri resim yaparım gibi klişe bir cevaptan sonra, esasında istediğim moda tasarımıydı. Ama modanın olmamasına sonradan cok mutlu oldum. Resim benim karakterime de çok uyan bir sanat kolu. Ressam yalnızdır. Bende yalnızlıktan sıkılmayan hatta arayan biriyim. Moda sanat mıdır, değil midir? Bu sorunun cevabını Issey Miyake bile veremedi. Resim ise benim hem kendimi keşfetmemde hem de tabii ki kendimi ifade etmemde çok daha fazla alan yaratan bir sanat kolu oldu. 26 senedir düzenli üretim yapıyorum.
21. yy’da sanat, sanatçı ve seyirci arasında interaktif ve kültürler arası bir ilişkinin olduğu bir süreç. Artık seyirci olarak sizinde sergisine gittiğiniz sanatçıyı tanımanız, işlerini, geçmişini bilmeniz bekleniyor. Sanatçılarla artık birebir iletişim kurabiliyorunusuz, teknoloji sayesinde direk iletişim kurabiliyor ya da daha önce neler yaptıklarını rahatlıkla takip edebiliyorunuz. 20 yy.’da Duchamp’la gelen değişimin çok daha büyük boyutları yaşanıyor. Teknoloji tabii cok büyük bir yer alıyor. Resimde NFT’ler var…Yaratıcılığın dışında, eğlenceli, eleştirisel, (politik, sosyal, ekonomik, duygusal olarak okunabilen işleri çokça görüyoruz).
Ancak herkesin sanat hakkında bir sözü olsa da işin içine sanat girdi mi sanat kurumları hâlen önemliler. Yapılan iş ne kadar cok insana ulaşırsa o kadar etkili oluyor. Bu yüzyılda sanat kesinlikle „sanat işi: artwork“ olmaktan çıkıp, „art works: Sanat calışır, işler“’e dönüştü. Instagram gibi araçlarla daha çok kişiye ulaşabiliyorsunuz. Sanat akılda kalıyor, son sözü koyuyor.
Figüratif resim çalışan bir ressamsınız. İşlerinizde kimi film sahneleri, belirli ân ve olaylar ön plana çıkıyor. Peki neden özellikle figüratif bir çizgide ilerliyorsunuz? Figüratif resim konusunda temel eğiliminiz nedir?
Çünkü insanlar ve hayvanlar beni çok ilgilendiriyor. Onların hisleri. Hepimiz her türlü hissi yaşadığımız için, resimlerimdeki hisler herkesi bir yerden yakalar. İçinizden bir şey çıkartır. Bakışlar, gözler özellikle önem taşıyor resmimde. Çoğunlukla içe dönük, seyirciye bakmayan gözler. Kendini saklayan karakterler. Resmin içinde seyirciyle değil birbirleriyle etkileşimde bulunan karakterler. Tedirgin, kırılgan, şüpheci bakışlar…
Hikâyedeki bir an, birkaç saniyelik bir hissi vermek beni figüratif resme iten bir sey. Örneğin Fotoroman Kralı tiyatro oyununun metnini okuduğum zaman oradaki bir cümleden resim çıkardım. Oyunu izledikten sonra fuayede resmi görebilirsiniz.
Bir önceki sorunun devamı olarak, genel olarak nasıl bir ilham veya çalışma pratiğiyle resim üretiyorsunuz?
Gazetedeki bir yazı veya gördüğüm bir fotoğraf ya da farklı sanat disiplinleri bana ilham veriyor. Çalışınca zaten iş çıkıyor. Bazı zamanlarda bir şey düşünmeden kâğıdın önünde durup bazen saatlerce beni bir yere götürebilecek bir işaret arıyorum. Çok çok ender olarak bir şey cıkmadığı da oluyor ama şanslıyım ki sonuçta resim teması oluşturabilecek bir şey yakalayabiliyorum.
İstanbul’da doğup büyüyen bir sanatçı olarak çalışmalarınızı Almanya’da sürdürüyorsunuz. Bu durum, geçiş ve göç işlerinize yansıdı mı? Sizin sanatsal düşüncelerinizde belirli kırılmalara/dönüşümlere sebep oldu mu?
Ayrı bir kültür, ayrı bir arkadaş ortamı en önemlisi ayrı bir lisan tabii ki bunların etkileri ister istemez insanda değişikliklere neden oluyor. Ben Almanya’yı değiştiremeyeceğime göre, benim değismem gerekiyor. Bakış açılarının değişmesine neden oluyor. Bu da hâliyle resmimde görülüyor. Mesela cok hızlı resim yaparken, daha çok zaman almaya başladım. Süreçten daha fazla zevk almaya başladım ve o süreci uzattım. Bu bendeki resimsel en büyük değişimdi.
Bizler her şeyi bir an evvel bitirmeyi seven bir toplumuz. Almanlarsa daha fazla zaman veriyorlar, daha konsantre oluyorlar. Bizde bir satıcı aynı anda yedi müşteriye hizmet verirken, Alman sadece birine konsantre oluyor.
Bir ressam için sanırım en önemli meselelerden birisi de işlerinde tercih ettiği renkler olsa gerek. Paletinizin genel olarak sizin üretimlerinizi, üretimlerinizdeki atmosferi biçimlendiren en önemli unsurlardan biri olduğu söylenebilir. Sizin için bu durum nasıldır? Çalışmalarınızda özellikle tercih ettiğiniz bir renk paleti var mı?
Bu çok değişkenlik gösteriyor. Önceleri daha koyu renklerle çalışırken, 7-8 senedir çok daha açık renkler kullanıyorum. Ama genel olarak çalışmalarımda kullandığım bir renk paleti yok. O anki yaptığım işi en iyi ifade edebilecek renkleri kullanıyorum. Çok içgüdüsel olarak gelişen bir şey bu.
Yüzler (small faces) serisinde birbirinden alabildiğine farklı renklerde olsa dahi oldukça karanlık bir atmosferde üretilmiş işlerinizi bir araya getiriyorsunuz. Bu tablolardaki yüzler karanlıklarıyla, atmosfer ve ifadeleriyle izleyiciye sarsıcı bir deneyim yaşatıyor. Bu serinin hikâyesi nedir? Yüzler nasıl gün yüzüne çıktı?
Uzun dönem çok büyük ebatta işler yaptıktan sonra, ki hâlâ büyük ebattaki işlere devam ediyorum. Bir alıştırma şeklinde başlayan küçük işler denemek istedim. Zaman geçtikce bir seri oluştu. Endişe, korku, şüphe resimlerimde çıkan hisler. Bu seride de bu atmosferdeki işlerden çok var.
Pastel, yine benim dikkatimi çeken bir diğer konu. Kimi ressamların özellikle pastel iş üretmeleri, çok anlamlı ve bir o kadar da özel bir mesele. Pastelin sizin için anlamı nedir? Pastel ile ürettiğiniz işleri özel kılan nedir?
Çoğunlukla yağlı boya ile çalışıyorum ama zaman zaman başka türlü malzemeleride kullanıyorum. Pastel de bunlardan biri. Yağlı boya çalışmalarımda fırça kullanmadan sadece parmaklarla çalıştığım olur. Pastel de buna izin veriyor, en büyük özelliği bu. Resmin içine daha girmiş olduğumu hissediyorum. Pastel boyanın birbirine karıştırılabilme olanağı beni çeken bir özelliği vede pigmenti araçsız veriyor.
2000’li yılların başından beri işleriniz kimi sergilerde izleyicilerle buluştu. Bir sanatçı için izleyiciyle buluşmanın anlamı, sizdeki motivasyonu nedir?
Çok çok önemli. Özellikle karma sergilerde hem diğer sanatçılarda seyirci oluyor, birebir bir kontak oluyor. Sergiyi hiçbir şey söylemeden terk eden seyirci de bir şey söylüyor, size sorular soran da.
Seyirci sorduğu sorularla sizin ufkunuzu açabiliyor, baska bir açı sonuçta. Mesela atölyeme gelen koleksiyoncular öyle yorumlar yapıyorlar ki, benim o işi yaparken asla aklıma gelmeyen şeyleri görüyorlar. Benim hiç işimde görmediğim noktalara değiniyorlar. Sanat çok bencil bir iş, seyirci onu bu bencillikten çıkartıyor.
Ben de işi yaratan kişi olarak kendi işimin (özellikle bir zaman sonra) seyircisi oluyorum. Ara ara tüm işlerimi açar bakarım. Beni hâlen heyecanlandırır. Bana motivasyon olur. Bundan sonra ne olacak, nasıl bir iş çıkacak… Çok büyük ve güzel bir heyecan.