Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Meltem Ulu ile Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın hayatını anlattığı biyografi çalışması Halikarnas Balıkçısı’nun Yolculuğu, Balıkçı’nın kişisel yaşam öyküsü ve eserleri üzerine konuştuk.
Halikarnas Balıkçısı’nın Yolculuğu’nu “farklı biçimlerde okunabilecek” bir biyografi olarak tanımlıyor ve okurların kitapla birçok farklı şekilde ilişki kurulabileceğini belirtiyorsunuz. Bize öncelikle kitabı kaleme alırken eseri nasıl tasarladığınızı anlatabilir misiniz?
Aslında doğumundan ölümüne kadar daha çok Balıkçı’nın hayatı ile ilgili kuru “bilgi”nin yer aldığı bir biyografi olarak yazmaya başlamıştım. Sonra, “Diğer biyografilerden nasıl farklılaştırabilirim, nasıl ilgi çekici hâle getirebilirim?” sorusu zihnime kurcalamaya başlayınca, Balıkçı ile yaptığım konuşmalar/içses metne dâhil oldu. Kitap bittikten sonra içseslerin de kendi içinde bütünlüğü olan bir metin olarak okunabileceğini fark ettim. Dolayısıyla ortaya farklı okuma deneyimlerine açık bir metin ortaya çıktı.
Kitap, Halikarnas Balıkçısı için önemli kavramları içeren bir “Sözlük” ile başlıyor. Bu sözlükte yer verdiğiniz kavramlar, Halikarnas Balıkçısı özelinde nasıl bir anlam ifade ediyor?
Halikarnas Balıkçısı için anlamı tabii ki var ancak Balıkçı’nın benim gönlümdeki özeline karşılık gelen sözlük maddeleri onlar. Bugün metin yeniden yazılsa belki bazı maddeler değişebilir. Gerçi bu bütün metinler için geçerli bir durum ancak kastım o harfe karşılık gelen farklı bir kelimenin tercih edilmesi. I harfinde yer alan “ışık” mesela. Tamamen benim penceremden bakış. A harfi için çok farklı alternatifler vardı. Arşipel oldu. Azra, Aliye, Ada…
Halikarnas Balıkçısı’nın Yolculuğu bizim alışık olduğumuz biyografi çalışmalarından farklı bir eser. Öncelikle bilgilerin salt okuyucuyla paylaşılmadığını, bunların Meltem Ulu’nun süzgecinden geçirilerek ve belirli bir konsept etrafında değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Öyle ki yer yer monologlardan oluşan bölümler de mevcut. Bu noktada kitabı yazarken nasıl bir dil benimsediğinizi ve bu süreçte Halikarnas Balıkçısı ile nasıl bir bağ kurduğunuzu sorabilir miyim?
Öncelikli derdim Balıkçı’nın gerçek bir aydın ve insan olarak özelliklerini anlatabilmekti. Yargılamadan, kabullenerek zekâsına, gönlüne ve derinliğine hayranlık hissederek kurulmuş bir bağdan bahsedebiliriz.
Kitap, Kabaağaçlı ailesinin sarsıcı hikâyesiyle açılıyor. İçerisinde devletin önemli kademelerine yükselmiş birçok ismi de barındıran Kabaağaçlı ailesinin serüveni, Cevat Şakir’in kişisel hikâyesini nasıl etkilemiştir? Köklü aile geçmişi Cevat Şakir’i nasıl beslemiştir?
Orada müthiş bir kültürel sermaye var. Bu gerçeği hiçbir şekilde göz ardı edemeyiz. Aile maddi gücünü zaman içerisinde kaybetse de mensuplarının bu sermayeden etkilenmemeleri mümkün değil. Ailede en fazla önemsenen şey eğitim. Her ne koşul olursa olsun çocukların eğitimi için bütün imkânlar seferber edilmiş. Babasının Cevat Şakir için Robert Kolej’i tercih etmesini de cesaretli ve farklı bir adım olarak görüyorum. Okul müslüman çocukların tercih ettiği bir kurum değil o dönem. Ayrıca şehrin dışında. Bütün bu tercihler, onun hayatı için önemli çentikler. O kurumun kültürünün Oxford Üniversitesi’nin kapılarını açtığı göz ardı edemeyiz. Bu arada o dönem Fransızca’nın uluslararası alanda kullanıldığını unutmayalım. Oxford’da öğrendiklerini unutmak için çok uğraştığını söyler Balıkçı ancak tüm bu eğitim birikimi bir kültürel alana dahil olmaktır aynı zamanda. Belki o kütüphane kaynağı olmasaydı mitolojide bu kadar yetkin olması daha zaman alacaktı, bilemeyiz.
Bir de yetenek anlamında müthiş bir genetik miras var. Yetenekler eğitim ile seyreltilmiş. Balıkçı’da sanki birkaç kişinin varlığı var gibi. Bundan kitapta da bahsediyorum. Amcası seramik ile ilgili. Babasının ise Büyükada’da Sare Hanım için kurduğu bahçeden, seradan onun da botanik ile ilgili olduğunu görüyoruz. Tüm bu kaynaklar Balıkçı’ya adeta akmış. Onun coşkun ruhunda kendine yer bulup, çoğalarak çağlayan gibi olmuş ve ardında bizlere müthiş bir birikim bırakmış.
Cevat Şakir yaşamı boyunca Atina’dan Oxford’a, Büyükada’dan Bodrum’a kadar birçok farklı şehirde yaşadı ve birçok farklı kültürü tanıma şansı buldu. Ancak onca şehir ve coğrafyanın içinde onu en çok etkileyen Bodrum oldu. Peki sizce Halikarnas Balıkçısı’nı Bodrum ile bu kadar özdeşleştiren nedir? Bu tutku nereden gelir?
Balıkçı’nın hayatı muhakkak bir yerde yeniden başlayacaktı. Kendisi Halikarnas’ta ışıktan bahseder. Işığın onu nasıl etkilediğinden. Işık hayatın kaynağıdır. Buna karşın İstanbul’u puslu havasıyla tasvir eder. Bodrum’dan çocuklarının eğitimi için mekan değiştirmek zorunda kalınca tercihi İzmir olacaktır. İzmir’de hem Akdenizdir hem de ışıklı, aydınlık bir kenttir. Halikarnas için ise çok iyi bir denk düşmeden bahsedebiliriz. Balıkçı’nın hayatında hiç hoşlanmadığı ama bir yanıyla da onu besleyen ailesinin aristokrat kültürünün hiç olmadığı, belki de ondan daha önemli paranın bir geçerliliğinin olmadığı bir yer Bodrum o dönem. Ayrıca doğduğu yere Akdeniz’in karşı kıyısına yakın ve coğrafi olarak da günümüzdeki gibi değil. Sanki ulaşılamayan herseyden izole bir ada gibi, belki ütopik bir mekan gibi.. Dolayısıyla onu mutsuz eden herseyden uzak sancılı bir doğum için de çok uygun bir ortam.. O tutkunun oluşabilmesi için bütün koşullar uygun bir şekilde önüne gelmiş. Gençliğinde denizci olmak isteyen bir genç Halikarnas’ta Balıkçı olarak doğuyor..
Kabaağaçlılar’ın kendi içerisinde birçok entelektüel yetiştirmiş oldukça kıymetli bir aile olduğunu söyleyebiliriz. Halikarnas Balıkçısı, Fahrünisa Zeyd, Aliye Berger, Füreya Koral, Nejad Melih Devrim… Peki tek bir aile nasıl oldu da bunca önemli sanatçı ve yazarı çıkarabildi? Bu anlamda kitabınızda aileyi de mercek altına aldığınız düşünüldüğünde, Kabaağaçlı ailesinin eğitim ve sanata özel bir değer atfettiğinden söz edebilir miyiz?
Tabii bundan biraz bahsettim önceki sorunuzda zaten. Aileden gelen müthiş bir ‘kültürel sermaye’ var. Kültürel sermayenin dışında doğal yetenek olarak tanımlayabileceğimiz genetik bir mirasta var. Ancak hiçbir sanatçı ait olduğu kültürel iklimden bağımsız düşünülemez. Tüm bu sanatçıların doğmalarını, gelişmelerini sağlayacak bir kültürel iklimi de göz ardı etmememiz gerekir. Kişisel olarak ben yeteneğe bazı özel durumlar hariç çok fazla inanmıyorum. Yetenekli olduğunu kabul ettiğimiz her sanatçı çok çalışmak zorunda. Kabaağaçlılar da hırslı insanlar, farklı motivasyonlar ile eminim çok çalışmışlardır…
Cevat Şakir hayatı boyunca 31 Mart Ayaklanması’ndan Sultan II. Abdülhamit’in haline, Balkan Savaşları’ndan İstiklal Mahkemeleri’ne, Cumhuriyet’in ilanından II. Dünya Savaşı’na kadar birçok siyasi olayı görmüş, bir imparatorluğun yerini cumhuriyete bırakışına tanık olmuş bir isim. Peki dünya ve Anadolu bunca önemli olayla çalkalanırken Cevat Şakir hayatını nereye konumlandırmıştır? Onun yaşadığı devir ve devrin kendisine has olayları ile ilişkisi üzerine ne söyleyebilirsiniz?
Atatürk’ü seven, Cumhuriyet değerleri ile barışık ve kişisel olarakta hep ezilenin yanında, yardım etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Hatta ezilenin yanında olabilmek için zaman zaman sınırları zorladığını da biliyoruz. Bu noktada Mavi Anadolu fikrinden de bahsedebiliriz. Anadolu’nun en klasik tanımla ‘Medeniyetlerin beşiği’ olduğu fikrini savunuyor. Medeniyetin bu topraklardan özellikle Anadolu filozofu Thales ile Antik Yunan’a taşındığını anlatıyor. Bu konuya ilişkin yazdığı pek çok metin ve yaptığı radyo programları var. Bu yanıyla da Anadolu toprağına aşık, siyaset üstü bir kimlik olduğunu söyleyebiliriz.
Cevat Şakir’in babasını öldürmesi hayatında ne tür bir kırılmaya neden olmuştur? Onun hapiste geçen uzun ve sıkıntılı yıllara paralel olarak kendi içinde de bambaşka bir sürgün hayatı yaşadığını söyleyebilir miyiz?
O bir dönüm noktası, çok büyük bir olay.. Ben hiç durmadan tohum ekmesi, canlı büyütmesinin bile o gece ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bu tavır o gece ile baş edebilmenin yollarından biri olsa gerek. Dikkat ederseniz kendi mekanının dışında yapıyor bütün bunları. Bir müddet mesela kendi bahçesinde bakıp, büyütüyor. Sonra ya birilerine veriyor veya götürüp başka bir yere ekiyor. Sanki kaybedeceği hiçbir bağı kurmak istemiyor. Hayatı boyunca tek bir yer dışında (Azra Erhat’a yazdığı mektup) o geceden hiç bahsetmez.
Özellikle Resimli Ay ve Resimli Hafta gibi dergiler Cevat Şakir’in yazın hayatında oldukça önemli olsa gerek. Hem yazı yazdığı hem de resim çizdiği bu dergilerle etrafındaki entelektüel çevre de hızla kalabalıklaşır. Cumhuriyet’in ilanından sonraki bu ilk yıllarda yazıp çizmek nasıl oldu da Cevat Şakir’in hayatına yön veren temel konulardan oldu?
Hapisten çıktıktan sonra geçinebilmek için yapabileceği başka bir şey yoktu… Hayat becerilerini yaşamını sürdürebilmek, ailesine bakabilmek için kullandı.
Bodrum’a yerleşme ve peş peşe gelen kitaplar, Cevat Şakir’in hayatındaki bir başka dönüm noktası olsa gerek. Bu dönemde ortaya çıkan “Mavi Yolculuk” fikri de etkisi uzun yıllar devam eden, peşinden Azra Erhat gibi isimleri de sürükleyen bir düşünceyi ateşledi. Bu noktada Cevat Şakir için “Mavi Yolculuk” nasıl bir anlam taşıyordu?
O zamanlar malum turizm neredeyse hiç gelişmemiş. Balıkçı üretmeden duramayan bir kişi. O birikim paylaşılmazsa insan ruhuna ağır gelebilirdi. Akdeniz’in bakir koylarının, tarihinin, mitolojisinin, doğasının bilinmediğini fark ediyor. Bütün bu güzellikleri başkalarının da görüp yaşaması gerektiğini düşünüyor. Bir gezi için ‘Mavi Yolculuk’ tan daha güzel bir tanım bundan sonra bulunabileceğini zannetmiyorum. Mavi Yolculuk’ta sadece koylara gidilip denize girilmiyordu. Aynı zamanda sabahlara kadar felsefe, mitoloji, edebiyat konuşuluyordu. Sanki özel bir eğitim dönemi gibiydi.
Cevat Şakir yaşamı boyunca romandan öyküye, denemeden otobiyografiye kadar birçok farklı türde ürün vermiş bir isim. Onu bu kadar üretken yapan nedir?
Pek çok dinamik. Dediğim gibi onca birikim paylaşılmasa herhalde insana zarar verir. Muhtemelen simdilerde ‘deha’ denilen bir zekaya sahipti. Yazdığı yazılarda bile zihninin hızına aklının hızının yetişmediğini görüyoruz.. Yazdıkça aklına farklı şeyler geliyor, çizgisiz kağıtlarda oklar çıkararak yeni notlar ilave ediyor. Bu durum yayıncılarla zaman zaman sorunlar yaşamasınada sebep oldu. Azra Erhat ve manevi oğlu Prof. Dr. Şadan Gökovalı olmasa belki de yazdığı pek çok şeyi okuyamayacaktık. Çünkü ancak kendisini tanıyan, entelektüel birikimi yüksek birileri o metinleri derleyebilirdi.
Geçirdiği uzun ve sıkıntılı yıllar düşünüldüğünde, yazma edimini Cevat Şakir’in kendini bulduğu bambaşka bir alan olarak görebilir miyiz?
Sadece yazma değil aynı zamanda doğaya sahip çıkmanın da kendini bulduğu bir alan olduğunu düşünüyorum.
Son bir soru olarak, Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerini bunca özel kılan sizce nedir? Deniz, Bodrum, mitoloji ve çevresindeki insanlardan duyduğu onca hikâye onu nasıl beslemiştir?
Benim için Akdenizli bir filozof ve destan yazarıdır. Denizlerin destanını yazan bir yazardır Balıkçı. Açık denizi ve denizcileri onlardan biri olarak yazmıştır. Buçok önemli. Gözlemci değildir. O da bir deniz insanıdır. Ruhunun coşkusunu metinlerinde hissedersiniz. Balıkçı olmasaydı Halikarnaslı süngercilerin nasıl yaşam mücadelesi verdiğini bilemeyecektik.