.

Mehmet Zaman Saçlıoğlu: “Bana ve insanlığa etki eden her şey benim meselem.”

mehmet-zaman-saclıoglu

Aynur Kulak

Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile Yapı Kredi Yayınları’ndan kitaplarının tekrar basılıyor olması vesilesi ile bir söyleşi gerçekleştirdik. 1985 yılında şiir kitabının yayınlanmasıyla çağdaş edebiyatımız içerisine ilk adımına atan Saçlıoğlu, sonrasında ağırlıklı olarak öykü yazmaya devam ettiği için kendisini asıl tanıma fırsatımız öyküleri vasıtasıyla oldu. Kadim anlatının içine çekildiğimiz fakat aynı zamanda ileri ölçüde modern edebiyat tanımına da uygun olan öyküleri ile ilgili Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile konuştuk.

Eğitiminizi güzel sanatlar üzerine yapıyorsunuz ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde akademisyen olarak uzun süreli bir çalışma hayatınız oluyor. Sizi yazmaya doğru götüren süreç neydi ve güzel sanatlar eğitiminiz bunda ne derece etkiliydi?

İlk yazma denemelerim küçük yaşlarda ortaokulda başladı, 1985 yılına kadar ağırlıklı olarak şiirle ve kısa öyküyle sürdü. 1985’de ilk şiir kitabım Yazko Yayınları’ndan çıktı. Güzel sanatlarda okumam ve orada öğretim üyesi olmam, sanatı bir bütün olarak kavramamı ve edebiyatla öteki sanatlar arasında kendimce bağlar kurmamı sağladı.

Ağırlık öykü kitaplarınızda olmak üzere ciddi bir külliyat ile karşı karşıyayız. Şiir ile başlanılan bir süreç, öyküler, sonra inceleme, söyleşi, romanlar… Tüm bu külliyata baktığımızda ana meseleniz neydi diye sorsam ve ardı sıra, özellikle öykü kitaplarınız ve romanlarınız düşünüldüğünde, -eğer varsa tabii- farklarının ne olduğunu sorsam ne söylemek istersiniz? 

Tek bir ana meselem yok sanırım. Sanatçı, kendini ilgilendiren şeylerden değer gördüklerini yaptığı sanatın diliyle anlatmaya çalışır. Benim ilgi alanlarım çok geniş. Bana ve insanlığa etki eden her şey benim meselem. Birkaç tanesini söyle derseniz; zaman, var oluş, sanat, bilim, değişimler, bilinçdışı-bilinç ilişkisi diyebilirim. Öykülerimle romanlarım arasında doğal olarak farklar var ama bu farklar benim sorunlara yaklaşımımdan kaynaklanan farklar değil, roman ve öykü arasındaki yapı farkları. Uzun metinlerde sıkıştırma, yoğunlaştırma yapmak pek yeğlenen bir şey değil, öyküde ise -hele şiirde- kısaltmak ve yoğunlaştırmaktan yanayım.

Rüzgar Geri Getirirse - Eşikli Öyküler

Rüzgâr Geri Getirirse kitabınız YKY’den yeniden yayımlandı ve bu kitabınız özelinde konuşmak istediğim; “Eşikli Öyküler” alt başlığı ile yayımlanmış olması. Neden böyle bir alt başlık veya ifade seçmek istediniz. Bana buradaki öykülerinizden geçen duygu, rüzgâr öyküleri geri getirdiğinde eşiklerin artık eski eşikler olmadığı gerçeği.

Benim öykülerimdeki eşikler, öykünün ortaya çıkmasını sağlayan fakat daha sonra tamamlandığında kendilerine yer bulamamış tüm imge ve düşüncelerin de katılımıyla daha soyut ve imgesel bir dille oluşturulmuş giriş alanları. Okuru öyküye hazırlayan, oradaki temel düşünceleri önceden sezdiren metinler. Onlardan da önce görsel eşikler var. Bunlar da konuya ilişkin bir görsel form ve çevresindeki dekordan oluşuyor. Görsel eşiklerden metin eşiklere, oradan da öyküye giriliyor. Birçok okurumdan, öyküden sonra eşiklere tekrar dönme gereksinimi duydukları geri bildirimini aldım. Dediğiniz gibi öyküden önceki eşik ile öyküyü okuduktan sonraki eşik farklı algılanıyor. Bir eve dışarıdan girerken geçtiğimiz eşikle dışarı çıkarken geçtiğimiz eşiğin farklı duyguları yansıtması gibi.

Rüzgâr Geri Getirirse içerisindeki öykülerden devam edecek olursak, öykülerde dile gelen bir zaman var. Zamanda geriye gittikçe öykünün minimalleşmesi ve minimal olanın daha fazlasını anlatıyor oluşu, bu kitaptaki öykülerinizde bana en çok geçen duygu oldu. Zamanda kırılma anları, başka bir boyuta geçip geri gelme gibi hikâyeyi hareketlendiren etkilerde sanki o eşiklerden ben de geçmiş gibi hissettim.

Eşikler görevlerini yerine getirmişler demek. Sevindim.

Rüzgâr Geri Getirirse kitabınızdaki karakterler, bu karakterlerin çevresi ile olan ilişkilerinden, nesnelerle ile olan ilişkisinden, mistik olanla ve kendi gölgeli taraflarıyla ilişkilerinden, doğayla olan, daha doğrusu doğadaki unsurlarla –rüzgâr, su, taş, çamur gibi- olan ilişkisinden bahsetmek istiyorum. Çok katmanlı, neredeyse incecik katmanlarla birbirine bağlı olan bu unsurlar öykülerinizin kılcal damarları gibiler. Karakterlerinizle ilgili bu durum yazarken mi oluşuyor, yoksa zaten böyle düşünürüm, günlük hayatımda da biriyle ilgili düşünürken, onun gölgeli taraflarına, nesnelerle veya insanlarla kurduğu ilişkilere dikkat ederim mi dersiniz?

Bu, yanıtlanması güç bir soru. Duruma göre değişir herkes için. Bir yazarın kendisi neyse metni de ona benzer diye düşünürüm. Ama bu bir dereceye kadar geçerlidir. Birçok karakteri çevremizden seçerek kurgularız. Yani onların bizdeki yansımaları bizimle birlikte metne katılır. Bazen biz oluruz, bazen esinlendiğimiz kişi olur bu karakterler. Bunu da yazarken yaparız. Özellikle öyküyü yazarken bir planım yoktur. Bilinç ile bilinçdışının karşılıklı konuşması sonunda öykü oluşur. Romanda bu biraz daha farklıdır. Büyük bölümleri planlar, içini gidişe göre tamamlarsınız. Bazen bu gidiş baştaki planı da değiştirebilir. Ama üslup dediğimiz bize özgü olan şey, düşünme biçimimiz, bu düşünme biçimimizin oluşturduğu dilimizdir. Bu da her yazarda farklıdır. Kısacası, her yazar düşündüğü gibi yazar, bir başkası gibi yazamaz, okur da kendine yakın yazarı onun düşünce sistematiğinden, mantığından ve dilinden tanır, benimser.

Yaz Evi

Beş Ada öykü seçkinizi de konuşmak istiyorum sizinle. Özellikle Beş Ada’yı oluşturan Korku, Sis, Yalnızlık, Yargı ve Düş öykülerinizi. Bu öykülerde sanki duyularımız (beş duyumuz), algılarımız (hayata baktığımız perspektif) keskinleşiyor, tüm bunlara paralel olarak duygularımız da. Okurken hikâyeye bizler de dahil oluyoruz sanki. Bu Beş Ada öykülerinde sizi yazmaya motive eden en önemli sebepler nelerdi? 

Beş Ada öyküleri sonradan aralarında bir benzerlik bulunduğunu gördüğüm için birbirine isimle bağladığım öykülerdir. Onları bir arada düşünmedim yazarken. Hepsi, yukarıda da değindiğim bilinçdışımla bilincimin sohbetinden doğdular. Okura yansıması dilimin yapısıyla ilgili sanırım. Sadelik ve açıklıktan hoşlanıyorum, aklım böyle çalışıyor, dilim de böyle yazıyor, konuşuyor. Sizinle de bir ortaklık kurmuş bu dil ki siz de etkilenmişsiniz.

Beş Ada öykü seçkinizin başında ve sonunda yer alan masallar da çok önemli. Sanatsal yaratı ve bilimsel arayışı işlediğiniz bu masallar neden kitabınızın açılış ve kapanış öyküleri oldular ve neden masal formatını kullanmak istediniz? 

Bilim ve sanat bizim en önemli iki değerimiz. İnsanı yücelten iki değer. Bunların dışındakiler karın doyurma ve türün devamı için yapılan işler, çalışmalar. Benim bakış açımdan bir insanı insan kılan şey yaratmadır ve bu da iki yolla mümkündür. Bilimle ve sanatla. Ama yazık ki özellikle bilim ve bilimin ürünleri bilimdışı kişiler tarafından paraya ve güce çevrilir. Bilimcinin saf ve samimi bulma ve yaratma çabası bu kişiler tarafından sömürülür, bazen de kötüye kullanılır. Sanatçının kendisiyle hesaplaşması ve bilimcinin başkalarıyla hesaplaşması bu iki masalın konusu oldu. Sonradan, kitabın tasarımı sırasında başa ve sona yerleştirdim.

Beş Ada

Bazı öykülerinizi kadim öykü ya da geleneksel öykü, hatta Anadolu öykü geleneğinde görülen fantastik, mistik, mitosları da içine alan öykü kalıplarını kullanarak yazmayı seviyorsunuz diyebilir miyiz? Mesela Sur ve Gölge kitabınız içerisindeki öyküler. Modern öyküler bunlar ama bir yandan da yukarıda saydığım özellikleriyle ön plana çıkan, hatta bu özellikleriyle akılda kalacak olan öyküler.

Tarihimiz, geçmişimiz bizi var eder. Yeni dediğimiz, eskinin üzerine gelen bir başka şeydir. Eski kavramı olmadan yeni olmazdı. Yeni sürekli eskir. O halde aslında tüm geçmişimiz ve şimdimiz bizi oluşturanlardır. Evet, mitolojiyi, inanç masallarını (yani dinleri) bizi bir toplumun parçası yapan kültür ögelerini seviyorum. Keyifle de kullanıyorum.

Kitaplarınız YKY’den yeniden basılıyor ve basılmaya da devam edecek sanırım. Yeni öyküler veya yeni bir roman var mı sırada? Masanızda halihazırda çalıştığınız yeni bir dosya var mı?

Evet var. Uzun zamandır çeşitli nedenlerle geciken epeyce de yazdığım üçleme bilim kurgu romanım Kader Yıldızı’nı bitirmek istiyorum. Birinci cildi Pars adıyla yayımlanmıştı. Büyük olasılıkla tamamen bitince üç cildi birden yayımlayacağım. Bu arada bir novella var, belki onu daha önce bitiririm. Bunlarla uğraşıyorum.

Son olarak, dünya son beş on yıl içinde önemli kırılmalar yaşadı. Pandemi, sıcak savaş, ekonomik krizler, iklim krizleri, depremler gibi. Geleceğe dair umudunuz var mı? Dünyanın bundan sonraki süreçlerde hikayeleri nasıl kurgulara gebe olacak sizce?

İnsanlığın geleceği konusunda umudum git gide kırılıyor. Bunun nedeni azgın kapitalizm ve kör toplumlar. İklim krizinin hepimizin başındaki en büyük dert olduğunu bilmiyor mu yöneticiler? Biliyorlar ama nüfusun kırılmasını, azalan kaynakların çoğaltılmasındansa tüketenlerin azalmasını yeğliyorlar. Yakın geleceğimiz kitlesel yok oluşlara gebe. İnsanlık yazık ki eline kendisine büyük gelen oyuncaklar verilmiş çocuklar gibi. Ülkemizde de tüm dünyada da umut yok gibi geliyor bana. Sanat, edebiyat ne olacak gelecekte diye soruyoruz bazen kendimize de, insanlık tümüyle ne olacak sorusunu atlıyor muyuz yoksa? Belki de Matrix benzeri bir digital yaşama geçecek bir bölümümüz. Bu konu eğlenceli bir ütopya, distopya konusu gibi gelse de kendi hayatımızı ilgilendiriyor. Bunun üzerinde dünyanın büyük bölümünün düşündüğünü ve dert edindiğini sanmıyorum. Düşünenler için distopya, gününü yaşayanlar için pembe dizi, yoksullar için ise bir kabus dünyamız.