.

Mehmet Bilal Dede: “Çalınan yıllar, yarım kalan gençlik ve ısrar eden bir kalp!”

metmet-bılal-dede-unutmadan-roman

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Mehmet Bilal Dede, yeni romanı Unutmadan’da Fırat ile Yusuf karakterleri üzerinden hayata, dostluğu, aşka dair yeni bir bakış geliştiriyor; yaşamın sıradan gibi görünen ancak üzerine iyice düşünüldüğünde farklı yönlere evrilen meseleleri üzerinde duruyor.

Abdullah Ezik, Mehmet Bilal Dede ile Unutmadan romanı üzerinden dostluk, aşk ve şehir-taşra karşıtlığı üzerine konuştu.

Unutmadan, ikilikler, ikili dünyalar ve bu ikilikler üzerinden gelişen çarpıcı ân ve olaylar üzerine kurulu bir roman. Şehir ile taşra, Fırat ile Yılmaz, bugün ile geçmiş… Öncelikle bir ikilikler romanı olarak Unutmadan’ı nasıl tasarladınız, ortaya nasıl bir dünya çıkarmak istediniz?

O ikiliklere elbette daha birçoklarını katabiliriz. Çeken ve iten, yakınlaştıran ve kaçıran… Hayatta, dostlukta ve aşkta elimizi ayağımızı tutan, bazen dilsiz bırakan, kör eden birçok ikilik… Romanın doğuş fikri, geçmişten ansızın gözlerimin önüne gelen bir görüntüydü esasında. Lise yıllarında çok sık gözaltına alınan, ortadan kaybolan, bir türlü istediğim kadar yakınlaşamadığım bir arkadaşın görüntüsü… 12 Eylül rejimi devam ediyordu, üniversiteye başlamıştım ve Cağaloğlu yokuşunda bir anda iki yanında polis ve bileklerinde kelepçeyle karşıma çıkıverdi o arkadaş. Onun sevgi mi yardım dileği miydi, hâlâ bilemediğim bakışını hiç unutmadım. Kuru ve acele bir selamlaşmadan ötesine izin vermedi polisler. Muhtemelen yine bir mahkemeye çıkarılmış ve cezaevine geri götürülmekteydi. İşte korona günlerindeki uzun yürüyüşlerimden birinde bir anda o görüntü geldi. İçim yine yandı, yine hayıflandım. Arkadaşlık, dostluk, dayanışma gibi geçmiş günlerin genç kalplerindeki birçok değeri tekrar hatırladım. Çağıran, çağrıştıran duygulardan hareketle tamamen yeni bir hikâye kurguladım. İkilik demişken o tutsaktı, ben göreceli de olsa özgür.

Fırat ile Yılmaz arasındaki ilişki, diyalog, etkileşim romanın ana izleğini oluştururken aşka, dostluğa, sevgiye ve tüm bunların görünümlerine dair de birçok şey imler. Bu ilişkinin dinamikleri romanın da ritmini bulmasına olanak sağlar. Fırat ile Yılmaz’ın aşkı, dostluğu, birbirleri ile etkileşimleri bir ilişkiler romanı olarak Unutmadan’a dair ne(ler) söyler?

En başından beri o ilişkinin tanımı hep zordu benim için. Daha doğrusu kolayca bir tanıma hapsetmek istemedim bu ilişkiyi, daha katmanlı, daha çok anlam içeren, daha yoğun bir duyguydu peşine düştüğüm. Zaten uzun bir yolculuktu başladığım, yazı kışı olan, hem fiziksel hem de zihinsel olarak yakınlığı ve uzaklığı barındıran, belirsiz alanların, kör noktaların, ince çizgilerin birbirine karıştığı, iç içe geçen düşüncelerin birbirini ezdiği, dilin ve üslubun değiştiği uzun bir seyir… Bir büyüme hikâyesi aynı zamanda Unutmadan. Dile kolay, bir arkadaşlığın beş mevsimi, kırk yılı aşkın bir serüveni…

Taşrada olmakla şehirde olmak, romanın ruhuna baktığımızda ortaya önemli bir çatışma alanını çıkarıyor; özellikle de “öteki olmak” noktasında. Fırat’ın İstanbul’a gelişiyle başlayan roman/olaylar, taşra ile şehir arasındaki karşıt olgular üzerinden ilerler/gelişir. Bu noktada siz romanı kurarken taşra ile şehir ve bu iki “dünya” arasındaki çatışmalar üzerinden nasıl bir yapı geliştirmek istediniz?

Başta işaret ettiğiniz ikilik romanın en başında taşra ve şehir üzerinden ateşleniyor zaten. Biri şehre gönül vermiş bir taşralı. Diğeri ise zaten bir şehirli. Öteki olma halinin idrakinden önce bu iki dünya meşgul ediyor Fırat’ın beynini. Fırat’ın gözünde Yılmaz öncelikle şehir demek. Üniversitede okuyan o, İngilizcesi kolejden, ailesi kentin yerlilerinden, karnı tok… Fırat yaprak gibi titreye titreye adımlarını atarken Yılmaz özgüven içinde, doygun ve fiyakalı… Kültür, eğitim, ekonomik seviye, özetle başa bela bir sınıf meselesi var her şeyden önce. Zıtlık, ikilik, karşıtlık, farklılık bitmek bilmiyor. O farklar büyük bir mesafe yaratıyor doğal olarak. Ve bazen o ara, o mesafe hiç kapanmıyor.  

Unutmadan

Az önce bahsettiğimiz “öteki” meselesinin romandaki asıl temsili Fırat ile gerçekleşir. Fırat’ın kendi hayatını inşa etmek için verdiği mücadele, bu süreçte çevresindeki hemen herkes tarafından dışlanması ve onun farklı çıkış noktaları aramak zorunda kalması… Tüm bunlar Fırat’ın zihninde yoğun bir şekilde karşılık bulur. Bu ötekilik meselesi roman boyunca kendisine Fırat üzerinden nasıl bir temsil buldu?

Fırat nereden bakarsanız bir “öteki” ne yazık ki! Evinde ve kasabasında, şehrin ortasında, arkadaşlıkta ve aşkta… Ama o en temel “öteki” olma halinin ilk kafa karıştırıcı tedirginliğini henüz küçük yaşlarda hissetmeye başlıyor. Bir yanda davranışlarını yumuşak buldukları için tüm kasabalının sonunu hazırladığı bir sınıf arkadaşı var, diğer yanda aynı kasabalılarca apaçık karı koca hayatı yaşamalarına göz yumulan, neredeyse alkışlanan minibüs şoförü ve muavini var. Çok erken yaşta dış dünyanın kendinden olmayanı, kendine benzemeyeni yok etmeye nasıl hazır olduğunu görüyor. Aynı zamanda ikiyüzlülüğün hasını da görüyor… Acımasızlığın onun çocuk beynine yerleşen korkusu, üstelik bu hayatı boyunca taşıyacağı, savaşacağı bir korku!

Bu bağlamda bir diğer nokta, Fırat’ın Yılmaz’a yaklaşımı ve aralarındaki ilişkiye paralel bir biçimde ona benzemek, onunla örtüşmek, onunla hemhâl olmak için giriştiği edimler. Bu benzeşme, bir arada olma, birbirine dönüş hâli Fırat ile Yılmaz arasındaki ilişkiyi zamanla nasıl dönüştürür, etkiler?

Hikâyeleri yarım kaldığı için bunu o yönüyle bilme şansımız olmadı ne yazık ki. Bir bela geldi ve hem ülkeyi parçaladı hem de Yılmaz’ların hayalini, idealini, gençliğini yok etti. Kendini eksik, yarım, noksan bulan Fırat ise kalbi kırık ve ağlamaklı bir halde geride kaldı. Özlerken, ararken, beklerken bir yandan da kendini oldurmaya çalıştı. Hayalinde onun gibi olmak, onun kadar olmak, onunla olmak istiyordu oysa. Benzemek, özdeşleşmek, yan yana yürümek, birlikte büyümek…  Hayal ettiğinin aksine Yılmaz’sız devam etmek zorunda kaldı yoluna. Ondan uzaklaşan dünyaya rağmen kendi hayatının bir kenarında yaşamamak için mücadele verdi. Yıllar sonra karşı karşıya geldiklerinde ise kesintiye uğramış bir hayatın, hevesi kursağında kalmış bir arkadaşlığın sancılarıyla karşı karşıya gelirler. Çünkü zaman kendi hızını, kendi yasasını dayatmış, değişmiş, değiştirmiştir birçok şeyi.

Aile, sizin ilk kitabınızdan beri üzerinde yoğun bir şekilde durduğunuz, tartışmaya açtığınız, değindiğiniz başat bir konu. Nitekim Unutmadan’da da aileye dair önemli görünümler söz konusu. Bu noktada bir kurum olarak aile, sizin metinlerinizde kendisine nasıl bir karşılık bulur? Aileyi sizin için bu kadar önemli bir konu hâline getiren nedir?

Haklısınız, aile sosyolojik olarak, siyasi olarak ama en çok yazar olarak hep meşgul etti beni. Aile dünyada içine doğduğumuz, nefes aldığımız ilk yer, otoriteyi, hiyerarşiyi ve disiplini ilk hissettiğimiz yer. Dolayısıyla insan hayatında çok belirleyici. Bir kurum olarak da sorunlu, insanı ikileme düşüren bir yapı. Bir yandan kutsal, sevgi, mutluluk ve güvenlik merkezi. Bu haliyle bir şans, ama tersiyle bakınca çatışmalarıyla, travmalarıyla, adaletsizlikleriyle yeryüzünde tanıştığımız ilk cehennem. İç ve dış ilişkileriyle, etkileşimleriyle insanın kendini oldurmaya başladığı, inşaatına başladığı, kumaşını dokumaya çalıştığı serüvenin zemini, başlama noktası.

Roman, kendi çeperinde 12 Eylül, 78 Hareketi, Gezi Olayları, mitingler gibi toplumsal ve siyasal birçok olayı da içerisine alıyor, ki sizin sosyoloji ve politika ile ilişkiniz düşünüldüğünde bu daha da anlamlı bir durum. Peki romanı siyasal ve toplumsal bir zemine taşırken tüm bu tarihsel süreç size nasıl bir alan açtı? Unutmadan’ın tüm bu meselelere dair bir tür kayıt tuttuğu söylenebilir mi?

Bu zamana kadar yazdıklarım hep zamanı kollayan, koklayan, farkında olan metinler. Genel tanımlamayla bir fantastik türüne giren vampir serimde bile zaman, zemin ve siyaset benim için hep yaşamsal oldu. Çağın kendisi, zamanın ruhu, o dünyanın ağrısı, sancısı, dönemin resmi ve alternatif siyaseti benim yazdığım karakterlerle organik bir bağ içinde. En azından böyle kurmaya, hikâye ve karakterlerimin bu saydıklarımla iç içe olmasına çalışıyorum. Diğer yandan öncelikli niyetim kayıt tutmak değil, iyi roman yazmak. Edebiyatın terbiyesiyle, bireysel sorumlulukla, vicdanla, hafızayla yazınca kayıtların en hasını, en kalıcısını ardınızda bırakmanız mümkün.