.

Hakan Bayer: “Gerçeklik, sadece gerçeği saf dışı bırakarak aşılabilir.”

Elif Hopyar

İlk olarak klasik bir soruyla başlayalım. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Resme ilginizi nasıl keşfettiniz?

Öncelikle çok güzel bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Bende her çocuk gibi okul sıralarına ve duvarlara resim yaparak başladım. Tabi ki bu bir başlangıç değildi. Kendimi keşfetmem için yeterli sayılmazdı. Farklı şeylerin peşinden koşmak bana hep heyecan vermiştir. Yeni oyunlar yaratmak, yeni oyumları keşfetmek, kendi oyuncaklarımı yapmak bana hep büyük bir keyif verirdi. O yaşlarda yaptıklarımı sanırım daha akılcı ve disiplinli bir şekilde tuval üzerine yapıyorum. Elazığ’da yaşadığım için o dönem akademisyen ve sanatçı Cemal Aslan ile tanışmam tamamen sanata yönelmemi ve kendi yolumu çizmemi sağladı. Cemal Aslan ile uzun yıllar çalışıp eğitim aldıktan sonra ilk olarak Fırat Üniversitesi Grafik Bölümünü kazandım daha sonra Mersin Üniversitesi Güzel Sanatalar Fakültesine girerek mezun oldum. Şimdi halen İstanbul’daki atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum.

Sanat eğitiminize grafikle başladınız, ardından, resim, heykel, seramik eğitimi aldınız. Bize biraz sanat eğitiminizden bahseder misiniz?

İlk olarak Fırat Üniversitesi Grafik bölümünü kazandım. Tabii bunun öncesi ve davamın da Cemal Aslan ile uzun yıllar resim çalışmalarımız devam etti. Usta-Çırak ilişkisi içerisinde resim sanatı disiplinini hem teknik hem teorik olarak kavramamı sağlayıp birçok şeyi öğreterek eğitimine büyük katkılarda bulundu. Daha sonra Güzel Sanatlar Fakültesi’de eğitim almaya karar verince farklı bir disiplini öğrenmem gerektiğine karar verdim ve seramik çok ilgimi çektiği için Seramik bölümü okumaya karar verdim. Hem iki hem de üç boyuta hâkim olmamı sağladı. Bu eğitimin resimlerime büyük katkıları oldu. Üç boyutu öğrenmem, seramik heykeller yapmam ve bu disiplinlerin bazı tekniklerini bir arada kullanmam resimlerimde yeni arayışlar yapmama alternatif malzemeler kullanmama imkân sağladı. 

Sizin çalışma pratiğinizde bir yapıtın oluşum sürecini merak ediyorum. Önce fikir mi gelişir, duygu mu? Fikirle resmin tamamlanışı arasında nasıl bir yol alırsınız? 

Tabii ki spontane yaptığım resimlerim olmuştur. Fikir-duygu… Bunların hepsi iç içe olan şeyler aslında. Ben plastik sanatlarda bir sanat eserine her zaman üç şekilde baktım. (göz-duygu-akıl) bu şekilde bakarken içerisinde bilgi birikimi ve tecrübe olmadan doğru bakabilmek mümkün değil. Örneğin: Duchamp’ın pisuarına duygu ile bakmıyorum ama işin içerisinde ayrı bir sorgulama ve akıl var. Özellikle son dönem resimlerimde beni etkileyen ve kendime sorun olarak gördüğüm kendimce birtakım tespitler yapıp daha sonra bunları fikirsel anlamda olgunlaştırıp uygulama kısmına geçiyorum. Benim için her zaman biçim içeriği, içerik biçimi tamamlamalıdır. Fikirlerinizi izleyiciye doğru bir şekilde ulaştırmak için bunu alt yapısını hem teknik hem teorik olarak olabildiğince doğru oluşturmak gerekir. Bana birtakım duygular hissettiren ve gerçekten söylemem gereken sözlerim var ise bu yönde resimler yapmak bana daha büyük bir heyecan veriyor. Bazen kaygılarımı bazen fikirlerimi paylaşmak benim üretim sürecimde önemli bir yer tutuyor. En başta da söylediğim gibi duygu ve fikir benim için ayrılmaz iki olgu. İkisinden biri eksik olursa ortaya çıkan sonuç benim için tatmin edici olmaz. 

Atölyenizde işlerinizi gördüğümde renklerin gücü, yarattığınız atmosfer, sınırların belirlediği muğlaklık izleyiciyi derinden etkiliyor. Siz nelerden besleniyorsunuz? İlham kaynaklarınız nelerdir?

Son dönem resimlerimde bir üçleme olarak yola çıktım: “Kaos Estetiği”, “Döngüsel Geçiş” ve “Geometrinin Aklı”. İlk başlarda beni en etkileyen, kentsel dönüşüm süreci ile başlayan, sürekli bir yıkım üzerine inşa edilen ve bu süreçte ortaya çıkan toplum ve kent arasında yaşanan kaos oldu. Sürekli bir şantiyenin içinde yaşadığımız hissiyatı beni bunu sorgulamam ve be resimleri yapmama sevk etti. Fakat sonra şunu fark ettim yapılan eşeyler çok kusursuz ve olabildiğince estetik bir şekilde sunuluyordu. Kusursuz, Estetik ve geometrik yapılar şehrin kendisi de dahil olmak üzere geometrini içine hapsolmuş durumda olduğumuzu hissettirmişti bana bu sebepten geometriyi kullanarak soyut resimler ile başladım. Fakat bu durum sadece yaşadığımız şehirler ile alakalı değil aslında büyük bir geçişin ilk aşaması olduğu kanaatine vardım. Sınırımız neresiydi, istediğimiz gibi her şeyle oynayıp bunu yaparken var olanı görmezden gelip tamamen kendine dahi yabancılaşan bir durum içerisine girdiğimizi düşünüyorum. Sınırları başkaları tarafından belirlenmiş geometrik bir yeryüzü. Bir öngörü olarak belki bir gün insanoğlunun yarattığı yeni kıtalar yeni yeryüzü biçimleri karşımıza çıkacak.

Resimlerinizde grafik eğitiminizin etkileri de görülüyor. Malzeme ve teknik anlamında resminizde ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?

 Evet geometrik soyut resimler yapınca ister istemez grafik etkiler görünebilir. Temelinde baktığımız zaman aslında grafik etkilerden kare-üçgen-daire geometrinin temeli. Doğanın kendi içerisinde hatasız biçimler bulanmaz. Ben bu biçimleri resimlerimim içerisinde olabildiğince hatasız bir şekilde çizip doğadan ne kadar koptuğumuzun da bir göstergesi olarak kullanıyorum. Buda ilk bakışta grafiksel bir durum olarak görüle biliniyor. Resimlerimde aldığımda eğitimlerin tamamı var aslında, örneğin “Siyah Tarla” serisinde yeni alternatif malzemelere yönelip yeni bir süreç içerisine kendimi sürükleyeceğim. Resimlerimde dışardan bakıldığında kendini göstermese de hep farklı bir teknik söz konusu; boyayı kullanım şeklinden başlayıp yeni yüzey araştırmalarına kadar. 

John Berger, sanatın insanla diyalog kurduğuna inanırdı, hayatı sanat yoluyla anladığımızı düşünürdü. Buradan hareketle siz, sanatı nasıl yorumluyorsunuz?

 Bende aynı fikirdeyim, öncelikle insan, insanla diyalog kurduğu için yaptıkların da bunun etkisi muhakkak olacaktır. Bu da izleyicinin işte kendinden bir parça bulmasına sebep olabilir. Bu sebeple sanat ve izleyici arasında oluşan bağ bir tür duygusal, fikirsel iletişim gibidir. Hayatı sanat yoluyla anlamak öncelikle sanatçıyla alakalı bir durum, sanatçının bir durumu ortaya nasıl koyduğu ve neler anlattığı ile alakalı. Hayattan sanatı çıkartırsak geriye zevk alabileceğimiz ne kalır acaba, sürekli tekrar ettiğimiz şeyler mi. Bu yüzden sanatın kendisi sürekli bir iletişim durumundadır, sürekli bir değişkenlik içerisinde ve yeni sözler ile insanlarla diyaloğa geçer. Bu da hem sanatı hem de sanatçıyı canlı tutar.

Günümüzün metropol hayatı içinde plaza- rezidans-avm üçgeninde sıkışmış insanın tuvale aktarılması gibiydi bazı resimler. Sizin fikriniz nedir bu konuda?

 Öncelikle resimlerim üzerine çok doğru bir okuma olmuş. Sürekli bir sıkışıklık içerisinde yaşamaya alıştırıkdık. Bize sunulan kadar doğaya sahibiz artık.

Walter Benjamin bir sanat yapıtının yeniden üretimini sorguluyor bir makalesinde. Siz yeniden üretimi nasıl yorumluyorsunuz?

Evet bir sanat yapıtını günümüz teknolojisi ile yeniden üretmek mümkün olabilir. Fakat bu o eserin aurasını ve duygusunu üretebileceğimiz anlamına gelmez. Önemli olan orijinal olabilmektir. Fotoğrafın kullanılmaya başlaması ile birlikte sanat kendi içinde birçok değişime uğradı. Artık var olanı göstermek yerine daha farklı disiplinlere evrildi. Sanat eserinin yeniden üretimini bir diğer açıdan bakarsak etik açıdan değerlendirmek gerekir, ne kadar doğrudur. Eğer mücbir sebepler yok ise bir felaket sonrası yok olan eserlerin replikaları kabul görebilir. Yorumlamalar kabul görebilir. Bir sinema filmi birkaç kez çekilebilir, fakat her yönetmen kendinden günümüzün teknolojisinden bir şeyler katar. Bence plastik sanatlar için bu geçerli değildir ve olmaması gerekir. Sanatçı kendi eserlerinin baskılarını çoğaltabilir. Ama bunu bir başkasının yapması etik değildir. 

Metropolde yaşayan bir sanatçı olarak şehrin kaosu sizi nasıl etkiliyor? “Gerçeklik, sadece gerçeği saf dışı bırakarak aşılabilir,” fikriyle hareket ettiğiniz seriden bahsedelim biraz. Denizhan Özer küratörlüğündeki serginin odağını Geometrik Akıl oluşturuyor. Bize biraz kavramsal olarak “matematiksel akıl’dan bahseder misiniz?

“Gerçeklik, sadece gerçeği saf dışı bırakarak aşılabilir.” Bunu düşünürken şu açıdan bakmıştım; her geçen gün gerçeklik yerini hakikate bırakmaya doğru gidiyor. Gerçek olanı yani doğayı ve doğaya ait olanı giderek saf dışı bırakarak yerine kendi hakikatlerimizi koymak gibi bir süreç içerisine girdiğimiz kanaatindeyim. Bu radikal değişimler duygularımızı bir kenara bırakarak bizleri sadece yapay bir çemberin içerisine çekip, gerçeklikten uzaklaştırıp kendi sınırlarımız içerisinde yaşamak gibi bir kaygıyla baş başa bıraktı. Bir başka açıdan matematiğin var ettiği geometrik akıl hepimizi içine aldı.