Abdullah Ezik
Anna Laudel Bodrum, 31 Temmuz’a kadar Fırat Neziroğlu’nun “İçimdeki Deniz” başlıklı yeni eserlerinden oluşan kişisel sergisine ZAİ Yaşam’da ev sahipliği yapıyor. Neziroğlu, kilim dokuma tekniğini, plastik sanatlara uyarlayarak geleneksel bir formu kendine özgü bir tekniğe dönüştürüyor. Misina malzemesi ile klasik dokuma geleneğine farklı bir yorum katan sanatçı, kendi ismine ait patentli dokuma tekniğiyle geleneksel olanı çağdaş ile bir araya getiriyor.
Sanatçı, Anna Laudel Bodrum için özel olarak ürettiği eserlerinden oluşan “İçimdeki Deniz” sergisinde ilk Türk halısı olarak bilinen Pazırık kurganından çıkan Türk Düğümü’ne atıfta bulunan dört büyük halıyı ziyaretçilerle buluşturuyor.
Abdullah Ezik, Fırat Neziroğlu ile üretim pratiği, yeni kişisel sergisi “İçimdeki Deniz” ve mekâna özgü ürettiği işleri üzerine konuştu.
Yeni kişisel sergimiz içimdeki denizde Anadolu ile özdeşleşmiş en eski zanaatlerinden biri olan kilim dokuma tekniğini plastik Sanatlarla oluşturuyorsunuz. Gelenek ile günün / çağın buluşması bu anlamda çok kıymetli. Öncelikle sizi kilim dokuma ile plastik sanatları Yanyana düşünmeye iten ne oldu? Gelenek ile çağ üretimlerinizde nasıl birleşti?
Dokuma bir dildir, okunur. Dokuyucunun duygularını aktardığı ve anlaşıldığı zamanlar teknolojinin hayatımıza girmesiyle geride kaldı. Gençlik zamanlarımı dans ederek sahnede geçirmiş biri olarak, performans sürecindeki iletişimin, izleyici – yorumcu bağının kuvvetini çok iyi biliyorum. Bir yandan da ana dilimin kendimi ifade etmek için en doğru yol olduğunun da farkındayım. Dolayısıyla tarihin en eski kumaşının bulunduğu Çatalhöyük, tarihin en eski halısı Pazırık’ın düğümü olan Türk Düğümü ve dünyadaki ismi de Kilim olan yer yaygılarının coğrafyasında başka hangi dille konuşabilirdim ki…
Bu dokuma dilinin de kullandığımız yaşayan dilimiz gibi değiştiğinin farkında oluşum gelenek ile çağı bir araya getirmiş olabilir. Dokunan kilimlerin alfabesine örnek olarak dokuyucu kadın evlendiği evinde mutluysa pek çok desen içinden hayat ağacı dokurdu. Hayat ağacı ile “eve bolluk, bereket ile geldim, soyu devam ettirmeye geldim,” derdi. Mutsuz ise yine pek çok desen içinden pıtrak dokurdu. Pıtrak dikenli küçük otlardır. Bu otlar eteklerin, pantolonların paçalarına takılır, evlere girerken temizlemek gerekirdi. Temizlik hem vakit alır hem de can yakar. Dokuyucunun duygusal ıstırabını okumamız bu kadar kolaydır. Ancak bugün şehirde beton, asfalt ve çamur görürken hala pıtrak dokuyor olmak iletişim sorunu yaratır. İşte tam bu yüzden ben de o günün dokuyucularının hislerini anlayıp bugünün diliyle anlatıyorum.
Göz göze bakışacağımız Anadolu Kilimleri dokuyorum.
Bu alanda ilk kez kullanılan misina malzemesi ile klasik dokuma tekniğine de yeni bir yorum getiriyorsunuz. Öyle ki bu dokuma tekniğinin patenti de size ait, sizin isminizle anılıyor. Peki bir sanatçı için yeni bir teknik-metot geliştirmenin anlamı nedir? Bu teknik nasıl gelişti?
Bence “evet şimdi harika bir iş yapacağım, müthiş bir yenilik bulacağım,” bakış açışıyla başlanan işlerin sonu hüsranla sonuçlanıyor. Yenilik için en önemli başlangıç yöntemi ihtiyaçların neler olduğunu tanımlamak. Ben dokumaya başladığım zamanlarda klasik anlamda teknikler ve yöntemler kullanıyordum. Dokuma çok uzun süren bir eylem. Arkadaşlarım okuldan kalan vakitlerinde gezip eğlenirken ben günler geceler boyunca tezgâh başında kalıyordum. Kendime vakit ayırabilmek, arkadaşlarımla vakit geçirebilmek için bazı yerleri dokunmamaya başladım. İşte bu ihtiyacıma cevap olarak daha az dokuma isteği bugün kendi adıma bir dokuma tekniğinin gelişmesine yol açtı. Zamanla dokumanın çözgü denilen dikey iplikleri boşta kaldığı ve dokunduğum desenlerle yarıştığı için beni rahatsız etmeye başladı. Böylece boşlukta kalan çözgüler de görünmesin diyerek misina üzerine dokumaya başladım. Yine bir ihtiyaç …
Kilim ve halı dokuma, daha da genelinde dokuma, birçok kişi tarafından sanat mı zanaat mı olduğu yönünde çeşitli tartışmalar dönen farklı bir konu. Bu tekniği kullanan ve yakın dönem işlerinde de bu tür eserler üreten bir sanatçı olarak siz bu konuya dair ne söylersiniz?
Bir piyanist sahneye çıktığında tuşlara asistanı basmıyor, biz sanatçının duygusunu ellerinden döküldüğünde hissediyoruz. Dolayısıyla kilim, halı özelinde değil genel olarak sanatta sanatçının da zanaatkar olmasını daha kıymetli buluyorum.
Anna Laudel Bodrum’da sanatseverlerle buluşan işleriniz doğrudan bu mekân için özel olarak üretildi. Anna Laudel Bodrum ile nasıl bir ilişki kurdunuz de bu alana özgü işlerinizin ayırt edici yanları nelerdir?
Yurt dışında New York – Hub Design, Londra – Harris&Erel Art, Lizbon – Casa D’ell Arte, Avustralya Adelaide – The Main Gallery ile çalışıyorum. Türkiye’de hep Anna Laudel ile çalışmak isterdim, galerinin duruşunu hep çok beğendim. Büyük usta, Çağdaş Kilimin en büyük öncüsü Belkıs Balpınar sayesinde Anna Laudel ile yollarımız kesişti.
Beni anlayan, destekleyen çok mutlu olduğum bir galeri Anna Laudel. 2022 Ocak ayında aldığım kararla 20 yılı aşkın süredir Göz göze anlaştığımız portrelerin ardından gözlerimi kapatmaya karar verdim. Maçka Sanat Galerisi’nin ikonik nişinde sergilenen gözlerimi kapattığım portrem ile bir dönemi kapatmış oldum.
Gözlerimi kapattığımda aklımdan geçen hep aynı şey oldu. İsmim Fırat, artık içimdeki nehirde yüzen balıkları izleyeceğim… Bodrum sergisi ile bu balıkları dokumaya başladım. Üstelik artık dokumanın olmazsa olmazı çözgülerini de germeyi bıraktım. Suda yüzmek misali ferahladı dokuma. Bulduğum dokuma düğüm kombinasyonları sayesinde artık dokumalarım çok özgür.
Kilim, halı ve nakış tekniklerini kullandım. Hepsi de boşluk içinde ve kontürsüz. Bu teknikler ve sergileme biçimleri de yine daha önce herhangi zanaatkar ya da sanatçı tarafından kullanılmamış tekniklere dönüştü. Kendi içime dönme ihtiyacım beni sürekli kendime döndürüyor.
Sergide nakışla işlenmiş bir akvaryum ve su içinde izleyici ile etkileşim kuran bir balık figürü de mevcut. Buda izleyiciyle sergiyi, sergideki işleri bütünleştiren önemli bir nokta. Sergiyle izleyicilerin nasıl bir etkileşim içerisinde olmasını istersiniz?
(Çerçevelendikten sonra transfer sırasında eser kırıldığı için sergileyemedik. Eğer beni mazur görürseniz serginin bir kokusu var, bundan söz edeceğim.)
Sergiyi pek çok duyu ile zenginleştirmek istedim. Eserlerime dokunabiliyorsunuz, video yerleştirmem üzerindeki müzik tüm işlerle bağ kuruyor, izlerken size eşlik eden koku için okyanus teması üzerinden yola çıktık. Cabir Çobanoğlu ile iş birliğimiz sayesinde gelişen bu koku artık beni temsil etsin, eserlerimin gittiği her yerde olsun niyetindeyim.
Su içinde dans ettiğiniz ışık ve akış performansınızın yer aldığı bir video, sergi farklı bir soluk getiriyor. Bu da sizin dansçı kimliğinizle sanatçı kimliğinizin örtüştüğü önemli bir nokta işaret ediyor. Güzel sanatların bir başka kolu olan dans, “İçimdeki Deniz” deki İşlerinizle nasıl birleşti, bütünlük kazandı?
Dans ederken de önce müziği dinler, gözlerimi kapatır hareketi hissetmeye çalışırdım. İçimdeki denize dönmek için suya girmek çok iyi geldi. Suyun içinde olmak, harekete verdiği zorluk ya da kolaylıkları anlamak dokuduğum balıkların da dans etmesine yol açtı. Dingin, akışkan, sakin bir o kadar dinamik bir sergi oldu.
* Aynı zamanda dansçı olan Fırat Neziroğlu’nun su içinde dans ettiği ışık ve akış performansının video olarak yer alacağı “İçimdeki Deniz” sergisi 31 Temmuz’a kadar ziyaret edilebilecek.