İpek Esen
Yaralı Erkeklikler: 12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke adlı çalışmanız 2022 Doğan Hızlan Edebiyat Eleştiri ve İnceleme Ödülü’ne layık görüldü. Çalışmanızın odağından, kapsamından ve meselesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Ben Yaralı Erkeklikler’de çoğunlukla “tarihsel roman” veya “siyasal roman” gibi kategorilerde değerlendirilen 12 Mart romanlarının toplumsal cinsiyetli bir okumasını yaptım. Bu romanların tarihsel roman olmadıklarını veya siyasal tartışmalar yürütmediklerini iddia etmiyorum. Elbette tarihsel ve siyasi boyutları var; çünkü, yazarlar tanık oldukları çalkantılı dönemi kurmaca evrenine taşıyorlar. Ama ben 12 Mart romanlarının bundan daha önemli bir şey yaptığını düşünüyorum: bu romanlar, erkekliği Türkiye siyasetinde önemli bir sorun olarak işaretliyor ve erkekliği siyasete yön veren bir unsur olarak tartışmaya açıyorlar. Bu nedenle ben erkekliğe odaklandım. Böylece çalışmamın kapsamı iktidar odağı olarak incelenebilecek aile, örgüt gibi unsurlara ve okul, evlilik, hapishane gibi kurumsallaşmış yapılara doğru genişledi. Türkiye’nin baskın geleneksel kültüründe erkekliğin “zayıf” olarak etiketlenmesinin ne anlama geldiğini görmeye çalıştım.
Despotik erkeklik iktidarı, patriyarkal/paternalist kültürün onayladığı ve pekiştirdiği bir şey olduğu için, erkekliği mesele edinmek aslında bu kültürü incelemek anlamına geliyor. Bazen çok “ortada” olan şeyi bildiğimizi düşünür ve fazla kurcalamayız, erkelik de böyle. Ben yazarların erkekliğe bakışına odaklanınca gördüm ki 12 Mart romanları, erkekliği, bu dönemdeki toplumsal, siyasal ve ekonomik çelişkileri anlamak için retorik bir araç olarak kullanıyorlar. Romanlarda erkekliğe ilişkin davranış kalıpları ve hegemonik normlar irdeleniyor. En önemlisi de şu ki, bu romanlardaki erkek karakterler, hegemonik erkeklik kategorilerine uyup uymadıklarını, kaygılı bir şekilde, bizzat kendileri sorguluyorlar. Edebiyatta erkekliğin güçsüzleştiği yerlerdeki “iç sesi”ni duymaya ve “özeleştiri”sini vermesine pek alışkın değiliz. Gözaltı ve işkence gibi temalar bu romanlarda sık sık karşımıza çıktığı için erkek karakterlerin zorlandıkları çeşitli anlar, erkekliğin kaygılı psikolojisini görünür kılıyor. Bu incelemeyle, 12 Mart romanlarında erkekliğin çeşitli ön kabullerdeki “tekilliğin” uzağında olduğunu, çeşitlilik ve belirsizlik taşıyan kimliklerle karşımıza çıktığını ortaya koydum. Romanlarda mağdur ile maço arasındaki geçişleri inceledim ve muhafazakârlık/milliyetçilik/devrimcilik denklemlerinde erkekliklerin asker-sivil ikiliğini nasıl tecrübe ettiklerine ilişkin temsilleri ele aldım.
Yaralı Erkeklikler, 12 Mart romanları üzerinden erkeklik temsillerini inceliyor. İnceleme biriminin roman olmasının önemi nedir?
Roman türü anlatılan şeyin geniş bir çerçeveye oturtulmasına olanak veren bir tür olduğu için “tarihin kaydını tutma” konusunda yazarlara daha fazla avantaj sağlıyor. 12 Mart edebiyatının, şiir ve öykü gibi türlerde de iz sürerek daha kapsamlı bir portresini çıkarabilmeyi isterdim; ama bu inceleme bir doktora tezi olduğu için ve doktora tezi için ayrılan sürede araştırmayı bitirmek ancak araştırma sorularının belli bir sürece veya türe odaklanmasıyla mümkün olduğu için, ben romanlara odaklanmayı seçtim. Romanlara odaklanmak, 1970’lerin ikinci yarısında muhafazakâr yazarların kurduğu karşı tarihi belirginleştirmeme de yardımcı oldu. 12 Mart romanlarına getirilen daha önceki eleştirilerde, bu metinler işkence-gözaltı hikâyelerine dayalı, devrimcilerin acılarını anlatan, estetik kaygılardan yoksun metinler olarak çerçeveleniyordu. Devrimci romantizmin karşısına anti-komünist romantizmin çıkarılması, farklı olduğu iddia edilen bir “erkekliğin” savunusu, romanlara bakmaya karar verince kendiliğinden incelemeye dahil oldu.
Roman türüne odaklanmak bir de bu dönemdeki kadın yazarların erkekliğe bakışlarına özel bir dikkat yöneltme fırsatı verdi. Şiirlere odaklansam ne yazık ki çok fazla sayıda kadın şair bulamayacaktım ve belki de söylem analizini karşılaştırmalı yürütmek mümkün olmayacaktı. Bu dönemin kadın romancıları, erkek romancıların sessiz veya sesleri erkekler üzerinden aktarılan kadın karakterlerine tamamen zıt karakterler yarattılar, sözleri açıkça duyulan kadın karakterlere ses verdiler. Roman türü, jenerasyon mantığını görünür kılmaya da daha uygun: 12 Mart romanları kadınlık/erkeklikleri kendilerinden önceki jenerasyonun beklentileriyle şekillenmiş ama bunlarla mücadele halinde çizdiği için, özellikle kadın yazarların aile ve evlilik kurumlarına yönelik eleştirileri, “aydın” erkeklerin içlerindeki “maço”yla karşılaşma anlarını aktarmaları ve buna tepkilerin romanlardaki temsilleri de belirginleştirilebildi.
Ödülün bu çalışmaya verilmesi, çalışmanın sesine bir etkide bulundu mu, bulunduysa nasıl bir etkide bulundu?
Bu çalışma, 2016’da İngilizce olarak yayımlanmış ve daha sonra Türkçeleştirilerek kitaplaşmış bir çalışma. Toplumsal cinsiyet araştırmalarına ilgi duyan ve edebiyatta iktidar-güç-aile-okul-hapishane vb. unsurların temsillerini merak edenlerden oluşan bir okur kitlesine erişmişti. Ödülle beraber, bu özelleştirilmiş ilginin dışında kalan, Türkiye siyasi tarihine meraklı ve özellikle 12 Mart’ı öğrenmek isteyen genç okurların da radarına girmiş gibi görünüyor. Kitapta öğrencilerime teşekkür etmiştim, “iade-i ziyaret” gerçekleştirip “Türkiye’de neler neler olmuş meğer bizden önce” duygusuyla nasıl çarpıştığını anlatanlar oldu.
Benim yaş grubumdaki insanlarda 12 Mart ve 12 Eylül’ün izleri var ve bizim jenerasyon, darbe ile şekillenmiş bir toplumda genç olmak ne demek bunu biliyor. Eğer bu dönemlere ilişkin aileden aktarılan hatıraları yoksa, bugünün gençleri için 12 Mart yavaş yavaş bir bilinmezliğe, hafızanın karanlık kısmına geçen bir döneme dönüşüyor. Bazı darbeler sürekli bize hatırlatılıyor ve onların akılda kalması isteniyor; bazıları ise özellikle görünmezleştiriliyor. 12 Mart giderek görünmezleşen, görünmezleştirilen bir dönem. Bu ödülün Yaralı Erkeklikler’e verilmesi, soğuk savaşın dinamiklerinin edebiyata nasıl yansıdığına dikkat etmek gerektiğini de hatırlatan bir etki yarattı bana kalırsa. Bu çalışmanın okur kitlesini genişletti. Eleştiri alanında bu konuda yapılması gereken çok iş olduğunu düşünüyorum.
Doğan Hızlan Edebiyat Eleştiri ve İnceleme Ödülü’nün yazın dünyamız açısından önemi nedir sizce? Bu ödüle başvurmayı düşünen adaylar için neler söylemek istersiniz?
Eleştiri ve inceleme çok fazla ödül verilen alanlardan değil. Bu nedenle Doğan Hızlan Edebiyat Eleştiri ve İnceleme Ödülü’nü edebiyat dünyamız açısından yenilikçi ve cesaretlendirici bir hamle olarak görüyorum. Sanatkritik’in özverili çalışmaları üç yıldır edebiyata bakışımıza türlü yenilikler kattı ve bu ödül de edebiyat eleştirisini görünür kılma çabasının, bu alanda yenilenme umudunun bir ürünü. “Jürisinde Doğan Hızlan’ın bulunmadığı ender ödüllerden biri” esprisi, törende de çokça değiş-tokuş edildi ve Doğan Hızlan tarafından da nezaketle karşılandı. Bu ödül fikrini olgunlaştıran ve hayata geçiren herkese edebiyatsever olarak müteşekkirim. Jüri, Yaralı Erkeklikler’i ödüle layık gördüğü için çok mutlu oldum; böyle bir ödül Doğan Hızlan’ın adını taşıdığı için eminim o da mutlu ve gururludur. Ödül sürdükçe, birbirinden kıymetli araştırmalarla karşılaşacağımıza da eminim.
Ödüle başvurmak isteyenlere Yaralı Erkeklikler’in yurt dışında da Türkiye’de de pek çok yayınevi tarafından reddedilmiş bir kitap olduğunu samimiyetle söylemek isterim. “Başarıları” paylaşmak âdet olduğundan, “başarısızlıklar” pek konuşulmaz… Bunu basılsın veya basılmasın, ödül alsın veya almasın, yazmaya devam etmek konusunda cesaretsiz hissetmesin kimse diye özellikle belirtmek istiyorum. “Eleştiri-inceleme” gibi bir meta-türde, ezberleri tekrarlamaktan uzaklaşarak yazmaya çalışmak iğneyle kuyu kazmak gibi bir iş ve korkarım bu “aşkın” tedavisi de yok. O yüzden, yazmaya devam.