Zeynep Nur Ayanoğlu
Saldırgan olmayan söyleşilerden hoşlanmadığını belirten Cihat Duman’a sorular hazırladım. İlk saldırı girişimimdir, hatalarımda affınıza sığınırım. Edebiyatçı değilim, sorularım okurluktan geliyor.
Zeynep Nur Ayanoğlu: “…karakterin çözümsüz bir haftası okura verilerek okurun katharsis yaşamayıp bilakis kirlenmesi ve huzurunu yitirmesi murat ediliyor.” Arka kapakta yer alan bu yönlendirici yorum kitaptan memnun kalmayabilecek okura karşı bir savunma mı? Yazar mademki psikoloji ilminden bir kavramı, übertragung (aktarım) yöntemini kullanıyor, okura neyin vaat edilmediğinin söylenmesini “üst kurmaca”ya mı dahil edelim?
Cihat Duman: Kitabın çok iyi okunduğu sorulardan belli oluyor. Ani bir baskın hissi yaşadığımı inkâr edemem. Teşekkür ederim. Arka kapağı dolduran yayıncıma da buradan çok teşekkür ederim. İsabetli bir yorumda bulunmuş kitap için. Arka kapaklar kitapların kara delikleridir. Esere, kara deliğinden girerseniz başka bir boyuta çıkma ihtimaliniz olur. Metin-zaman ayarınız şaşabilir. Söz gelimi ben kitaplara ilk üç sayfadan dalarım. Öncelikle direkt çevirisinden ziyade übertragung, aktarırken kişinin kendisini manipüle etmesini barındırır. Tabiri caizse hasta, psikoloğa çocukluğunu aktarırken kendini dolandırır. Bu anlatma ve dolandırma olayı anlatı dediğimiz şeyin içinde de vardır. Edebiyat bir anlatma ve dolandırma olayı. Arka kapağı yazanın ticari kaygılarla bu mefhumu bir edebiyat yöntemi gibi yansıtması hayranlık verici. Bu kurnazlık yine de arka kapağın kara bir delik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kitaptan memnun kalmayan okuru toplama kampına alma gücümüz varken editörün fırça çekmekle yetinmesi üzücü. Peki bu da üst kurmacaya dahil mi? Sihirbazlar ön sözden başlatırlardı üst kurmacayı. Ya da yayıncının notundan. Sonra başka hokkabazlar geldi ve “bu kitabı yazıyorum” diyerek üst kurmaca yaptılar. Ben de “ben bu kitabı yazıyorum ve aynı zamanda üst kurmacadan nefret ediyorum” diyerek tüy diktim. Doymayınca yazım safhasını, editörlere ve okurlara serzenişleri, edebiyat tarihindeki sahte haberleri, başka edebi eserlerdeki karakterlerin güçlü cümlelerini de metne doldurdum. Bunu yaparken karakterin hayatsız bir bibliyofil ya da yaşamsız bir entelektüel gibi gözükmemesi için uğraştım. Nihayetinde işi bana bırakacak olsanız üst kurmaca denen şeyi beş yüz sayfa boyunca kötülerim fakat karakter kitap boyunca sadece yirmi cümle ile tavrını belli ediyor. Etkilendiğim iki yüz kadar kitap var fakat eserde yalnızca on tanesinin adı geçer. Takıntılı bir entelektüeli anlatmak istemedim. Takıntılı birini seyretmenizi istedim. Karakteri daha sanatlı olsun diye günde beş dakikada bir tuvalete gönderebilirdim fakat yapmadım.
Z.N.A: Adı ön kapakta yazan anlatıcının, edebiyattan kaçar gibi yapıp kaçmadığında, okuru payladığı veya ondan özür dilediği kısımlarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Buna karşın, hiç özür dilemediği bir “huyu” var: sonuçlara atlamak. Anlatıcı, “Müptezel Sevgilisi onunla konuşmayı kesecek olsa da nasılsa hepimiz (virüsten) öleceğiz (s. 25)” veya “…koyu renkli giysilerinde toz taşımadığı gibi kalbinde sevgi de taşıyamaz (s. 149)” gibi bağlantılar kurup bunları işlemekten gocunmuyor, “imtina” da etmiyor. Bu noktada, kitabın, eğer varsa “edebiyat üstü” olma iddiasının sınırları veyahut yazarın uyguladığı yöntemi icra etme sınırları hakkında ne söylersin?
C.D.: Burada da siz edebiyat yapmışsınız. Neyse. İnsanlar fırsatı hiç kaçırmıyor bakıyorum. Edebiyat yaptığınız ilk cümleleri geçip sona geliyorum. Nadir de olsa edebiyat yapmaktan imtina etmedim. Hatta kitapta geçtiği haliyle “imtina” etmedim çünkü göçük altından insan çıkarıyordum. Her arama kurtarma çalışmasında olduğu gibi kurtarıcı tuvalet molası verebilir. Ayrıca baş karakterlerimden birinin gaza gelip edebiyat parçalamasına engel olamam. İçki içiyor, uyuşturucu kullanıyor. Ara sıra saçmalayacaktır elbette.
Z.N.A: Poetic license nedir? Kültürel olan günlük konuşma dilini “kalitesiz” (s. 77) bulan anlatıcı, doğal olanı ararken poetic license’a ne kadar yaslanıyor? Kadın-erkek, doğa-kültür, toz-koronavirüs-hijyen, bulaşıklık-değmemek karşıtlıklarını dilediği kadar kullanmak ve yine hiç özür dilememek roman yazmanın cilvesi deyip geçelim mi?
C.D.: Poetik lisans profesyonel aşçının menemeni soğanlı yapmasının tartışılmaz oluşu gibi bir şeydir. Meslek hayatında dört binin üzerinde menemen yapan birinin yumurtayı bir kereliğine kırmadan, kabuğuyla menemene attığı zaman dokunulmaz oluşudur. Doğal olanı ararken poetik lisans kullanmak konuşmanın ve yazının teşhir edilmesi, dibinin boşaltılması anlamına gelir. Büyük harf kullanmayan yazarlar var. E harfini kullanmaktan ““imtina”” eden yazarlar var. Bunları şov olsun diye yapmıyorlar. Lisansları var. Bir sebepleri var. Soruda anlamadığım bir yer var. Karakterimin zıtlıkları işlemesi kültüre payandalık yapması anlamına geldiği için mi sizi rahatsız etti? Etmesin. Zıtlıklar tabiidir.
Z.N.A: Anlatıcının okura “müşteri”, âşık olduğu kadının gözlerine “milyon dolarlık” demesi ve “sahte yoksulluk travması” geçirdiğinden söz etmesi (s. 68) bir örüntü mü? Yazar (anlatıcı demiyorum) “edebiyat mı yapıyor”?
C.D.: Bunları planlayacak kadar iyi bir yazar değilim. Milyon dolarlık göz tamlaması tipolojiden yararlanıyor. İki tane “o” harfi var. Büyük göz güzellik alametidir fizyonomi kitaplarında. Ya da mesela kalın bilek. Kalın bilekli kadınlar çok iyi ev işi yapar. Eski insanlar bas sesler çıkaran bileziklere şiirler döşemiştir. Bilek kalın olunca bilezikler pes vermez. Eğer kadını görmüyorsanız kadının güzelliğini bilezik sesinden ölçebilirsiniz, selamlar. Şimdi ince bilek bir güzellik alameti ama bunu da kulağa küpe etmek gerek. Gözlerin bir özelliği de biliyoruz ki bakmaktan ziyade dolmasıdır. Dolar. Fotoğraf video asrında karakterin yüzünü tasvir etmek edebiyat açısından utanç verici olduğu için ayrıntı vermedim. Toparlak burun merhamettir. Geniş ağız şehvet. Kalın dudak saflık. Dar alın cimrilik miydi, unuttum. Bu bilgilere orta ikiden beri vakıfım. Dedemin kitaplığında bulduğum, Mustafa İloğlu’nun derlediği Gizli İlimler kitabında okumuştum. Burçlar, bedenler, büyüler o zamanlardan beri ilgi alanım.
Z.N.A: “Bir insan, çocuğunu düşürecek raddeye gelmelidir edebiyatla karşılaşınca.” (s. 61) Anlatıcının iddiası Cihat Duman’ın da iddiası mıdır, bundan ne anlayalım?
C.D.: Bence bu hayatta kim size rakı ısmarlıyorsa ona inanın. Hiç şaşmaz.
Z.N.A: Kadın erkek ilişkilerine dair bu iç görü nereden geliyor? [Kendisine şerefsiz denmemesi bir erkek için büyük bir hakarettir.” (s. 59)] Hayatımda hiç flört etmemişim (kırıştırmamışım) gibi hissettim.
C.D.: Baktığım boşanma davalarından geliyor diyebilirim. Tüm boşanma davaları aynı sebeple açılır. Böylelikle tüm cinsel ilişkiler aynı sebeple planlanır. Planlanır diyorum çünkü cinsel ilişkinin olmadığı yönünde teoriler de var. Ölümün ilk saniyelerinden başlamak üzere, artık orada olmamamızdan kaynaklı, namevcudiyete benzer bir eksiklik var cinsel ilişkide. Yani görüyorsun nezaketen saçmalıyorum. Aslında ilk cümlede cevabım bitmişti ama sorudan daha kısa cevaplar okurda kötü bir izlenim yarattığından…
Z.N.A: Annesinin (burnundan) iğdiş ettiği, babasının ise “sapına kadar desteklediği” (s. 53) anlatıcı “Viyanalı bir ırz düşmanının” fikirlerini bir başka anne üzerinde uygulayarak mı übertragung’unu ifa eder?
C.D.: Sorulara cevap yazdığım kafede insanların meraklı bakışları altında ayağa kalkıp alkışlıyorum. Muhteşem bir okuma. Son için düşündüğüm üç farklı ihtimalden en iyisini seçtiğimi şimdi bu tespitten sonra daha net görebiliyorum. Bu final çok güvendiğim insanlar tarafından eleştirildi. Diğer ikisi daha çok seviliyordu. Ben anneliyi seçtim. Bu son tüm kitabı çöpe atıyor aynı zamanda. Final sahnesi yazıldığı an kitap baştan sökülmeye başlıyor ve en sonunda kendini imha ediyor. Anlatıcıdaki Oedipal terslik milyon dolarlık gözleri olan küt saçlı kadında da var. Anayla olması gereken Freudyen rekabet yok. Hatta anasının intikamını almaya çalışıyor. Eğer babasına hürmeten yapmaya çalışıyorsa elbette burada da klasik anlamda üçgene uyduğumuz söylenebilir. Fakat anlatıcı baba kız sevgisine ilişkin bir ayrıntı vermediği için bu ihtimali zayıf buluyorum. Bence direkt annesine sevgi ve saygı beslediği için intikam alıyor. Bu arada kitabın eskizlerinde anne ölüydü. Buna razı olamadım. Yaşayan bir annenin enerjisini olaya aksettirdim.
Z.N.A: Bu roman ne kadar sürede yazıldı?
C.D.: 2018’in Haziran ayında başladım. İki sayfa yazdım. Sonra üslubun işlemeyeceğini anladım. Üslubu değiştirip olayı sabit tutunca da bu kez olay söndü. 2020 martında yeni üsluba daha uygun bir olay buldum. Birinci gün iyi gidince yeni olayı yeni üslupla yedi sekiz günde yazdım. 2021’in ekim ayına kadar sahneler ekleyip çıkardım. Teslim ettim. Aralık 2021’de çıktı. Şubat gibi okudum, beğendim. Bir iki mantık hatası ve minik tashihler buldum. Bu hataları yayıncıya gönderdiğim gün kitap bitmiş olacak.