.

Ayça Okay ile “KarmaComa” Sergisi Üzerine, Anna Laudel Bodrum

karma-coma-anna-laudel-bodrum-ayca-okay

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Ayça Okay küratörlüğünde Anna Laudel Bodrum’da gerçekleşen “KarmaComa” başlıklı grup sergisi, televizyonda görmeye alışık olduğumuz gündüz kuşağı programlarına, yaz dönemi pembe dizilerine, kısacası melodramın hâkim olduğu duygu dolu her âna verdiği referanslarla dikkat çekiyor.

Cem A., Serdar Acar, Ece Ağırtmış, Ateş Alpar, Ronit Baranga, Kerem Ozan Bayraktar, Isabella Chydenius, Ebru Döşekçi, Alicia Framis, Ece Haskan, Berka Beste Kopuz, Mert Ege Köse, Alican Leblebici, Adriana Ramić, Sally von Rosen, Hoda Tawakol, Koray Tokdemir, Metehan Törer, Nathalie Rey ve Nevet Yitzhak’ın farklı disiplinlerden eserlerinin yer aldığı sergi, “melodram” kavramını araçsallaştırarak Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve kültürel durumu da tüm karmaşıklığı ele alıyor.

Abdullah Ezik, Ayça Okay ile küratörlüğünü üstlendiği “KarmaComa” başlıklı grup sergisi üzerine konuştu.

Anna Laudel Bodrum’da gerçekleşen “KarmaComa” başlıklı grup sergisi gerek kendisine mesele ettiği kavramlarla gerekse bir araya getirdiği sanatçılarla dikkat çekiyor. Öncelikle serginin merkezinde yer alan “melodram” kavramı/meselesi üzerinde durmak istiyorum. Bir kavram olarak “melodram” sizi hangi açıdan ilgilendirdi? Sergi öncesinde bu kavram üzerine ne tür bir ön çalışma yaptınız?

Melodram, genellikle tiyatro, sinema, televizyon ve edebiyat gibi sanat alanlarında kullanılan bir terimdir. Bir hikâyeyi anlatırken yoğun duygusal etkiler ve dramatik çatışmalarla karakterleri ve olayları vurgulayan bir türdür. Genellikle iyi ve kötü karakterler arasındaki belirgin bir ahlaki çatışma, dramatik müzik veya ses efektleriyle desteklenen güçlü duygusal sahneler, vurgulanmış jestler ve ifadeler gibi görsel ve işitsel öğelerle karakterizedir. Bu türdeki hikâyelerde, izleyiciyi veya okuyucuyu duygusal olarak etkilemek ve onların empati yapmalarını sağlamak önemlidir. Evrensel zeminde incelediğimizde melodram; bu türün kültürlere özgü olmadığını ve farklı kültürlerde de benzer temaların işlenebileceğini ifade eder. Yani, melodramın duygusal yoğunluk, dramatik çatışma ve karakter vurgusu gibi özellikleri farklı kültürlerde de benzer şekillerde kullanılabilir ve anlatılar uluslararası izleyicilere hitap edebilir. Bu, melodramın evrensel bir sanat türü olarak kabul edilmesini sağlar.

İnsan çağının etkilerini iliklerimize kadar hissettiğimiz savaşlar, krizler ve salgınlar yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Tıpkı geçmişte modernitenin beraberinde getirdiği bunalım halinin insanlar üzerinde tetiklenen tepkisel ve eleştirel ruh hali gibi, bugün güncel problemlere karşı kamuoyu yaratmak için yaratıcı yollar arıyoruz. Melodram kavramı ile yolumun kesişmesi sergiden 1 yıl öncesinde Ateş Alpar’a gerçekleştirdiğim atölye ziyaretim esnasında “Shudder/Ürperti” başlıklı yapıtlarını incelerken başladı demek mümkün. Elbette o zaman bunu bilmiyordum. Ateş Alpar’ın cümleleriyle “pervasızca ayrımcılığa ve tahakküme maruz kalan bir topluluğun sistem karşıtı mücadelesinin zamansal istasyonu” olan bu fotoğraflar, bana başkaldırının eğlenceli, ışıldayan, renkli ancak tedirgin bir versiyonunu, bambaşka bir dayanışmacı ilişkiler ve toplumsal mücadeleler zemini olduğunu gösterdi. “KarmaComa”nın araştırma aşamasında “Kuir Gece Hayatı” serisindeki muhteşem kostümler, maskeler, sahne tasarımları, ışık, renk ve formlar yolumu “Schlemmer” operası ile kesiştirdi. Daha sonralarda Schlemmer’in renkli başkaldırı misyonu taşıyan Triadic operasının çokça melodram unsuru barındırdığını öğrendim.

Ateş Alpar, Ürperti
Ateş Alpar, Ürperti

Bu meseleye yerelden genişleyen (Türkiye’den dünyaya) bir perspektifle yaklaşmak size ne tür olanaklar sundu? Türkiye üzerinden bu meseleye nasıl yaklaştınız?

“KarmaComa” 2023 yılının büyük bir bölümünü etkileyen Türkiye genel seçimlerini kapsayan süreçte ortaya çıkan bir projedir. Bu kavramın derinlerine indikçe Türkiye’de geçirilen 24 saatte melodramın ne denli baskın olduğuna tanıklık ediyoruz. Her şey basmakalıp ve rastgele… Afetler, ekonomik ve diplomatik krizlerin tetiklediği toplumsal travmatik olaylar yaşıyoruz. Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi uyandığımız ve devam ettiğimiz hayatlarımız; ani değişikliklerin olduğu ve karakterlerin bu değişiklikler yokmuşçasına hayatlarına devam ettiği, pembe dizilere çok benziyor. Pembe diziler melodram içerir. Günümüzde gerçek olaylar karmaşıklığı ile anlatılamadığında birey, toplum ve iktidarın melodram unsuruna başvurduğuna tanıklık ediyoruz. Bu dünyanın her yerinde böyle…

Sergi, iki seçim arasındaki Türkiye’nin durumu üzerinden kurguladığım rengârenk begonviller, deniz tuzu ve tatlı esintilerle çevrili, var olmayan, kurmaca bir yazlık yere işaret ediyor. Burada kişisel olarak yürüttüğüm bir seçim tahmini öne çıkıyordu. Mekânın Bodrum’da yer alması bu bağlamda önemliydi. Çünkü her ne olursa olsun Bodrum şehri, 2023 yaz döneminde ülkenin genelinin günlük hayatından farklı bir dinamiğe sahip olacak, umursamazlığın hâkim olacağı bir yer olacaktı. Serginin hikâyesinde on yılları aşkın bir süredir cehennem azabına hiç benzemeyecek muhtelif musibetlere maruz kalmış bu distopik yazlık yerin sakinlerinin, sonunda beliren sürpriz bir kurtarıcı (kişi veya olay) ile iyileşmeye adım atmasına yönelik olumlu bir önerme vardı. Böylece bu olmayan yerdeki melodram sona erecek ve karma komasından çıkılacaktı.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve kültürel durum/atmosfer, melodram kavramının bugünün insanı için anlamlandırılışını nasıl etkiliyor? Sözgelimi 80’lerin, 90’ların melodramı ile bugünün melodramı arasında ne tür fark ve paralellikler söz konusu? Bu tür bir ayrıma gidilebilir mi?

Bertolt Brecht gerçekliğin değiştiğini ve bu sebeple gerçekliği aktarma biçimlerinin de değiştiğini önermiştir. Hayatın gerçekliğinin ne olduğuna dair sorgulamayı geride bırakır ve artık yalnızca hayatın gerçekliğinin aktarımı üzerine yoğunlaşmıştır. Bana göre 80 ve 90’lı yıllarda melodram unsuru olarak tanımlanabilecek her şey daha gerçekçi. Gündelik hayattaki olayların direkt olarak anlatılamaması halinde başvurulan basmakalıp, rastgele ve duygular ve kişilerarası durumlara odaklanan bir anlatım biçimi çok az.  Ancak bu sinema için geçerli değil mesela. 1980’ler ve 1990’lar Türkiye’sinde melodram, duygusal ve toplumsal temalara odaklanan, romantizmi vurgulayan ve toplumun duygusal bağlamında güçlü bir etkisi olan Türk sinemasını es geçmek olmaz. Bu dönemin melodram filmleri hala Türk sinemasının önemli bir parçası olarak kabul edilir ve bu döneme özgü estetik ve temalar Türk sinemasının zengin mirasının bir parçası olarak görülür. Ancak ben soruyu sanatsal anlatım ve melodram perspektifinden cevaplayacağım. O yılların radikal sayılabilecek sanatsal ve kültürel ifade biçiminin bugün aynı sorunları mercek altına alsa bile daha farklı şekilde işlendiğini düşünüyorum. Günümüz Türkiye’sinde neo-liberal politikalar ile hemen her alanda genişleyen ve değişen faaliyetler mevcut. Sanat kurumlarının çoğalmasını da bunun destekleyicisi olarak görebiliriz. Ancak ekonomik, kültürel ve sosyal alandaki bu genişleme sanat alanında kendine yer bulamamıştır yalnızca ifade biçimlerini değiştirmiştir. Monotip estetik ve sanat normlarına uygun bir sanatın gelişiminin hedeflenmesi ve bu yönde uygulanan yaptırımlar (özgür ifade, yetersiz fon ve destek sistemleri, sansür ve ayrımcı yaklaşımlar) genellikle anlamlı ve provoke çağdaş sanat yerine kitsch’i teşvik etmiştir. Ancak karşılık bulamamıştır. Çünkü sanat kaosu sever. Bu tip politikaların karşısında üreten sanatçılar ise ifade biçimlerini daha radikal olandan farklı anlatım biçimlerine evirerek güncel sorunlar üzerine sanatsal başkaldırıya devam etmektedir. Bunu melodrama başvurarak yaptıklarını söylemiyorum. Buradaki evrilen ifade biçimlerinin güçlüklerine değinmek sorunun fazlaca detaylandırılmasına sebep olacağından burada noktalamak isterim.

Sergi kapsamında birçok farklı sanatçıyı bir araya getiriyorsunuz. Bu geniş skala melodram kavramının günümüz sanatçılarındaki yerini görmek/anlamak/hissetmek için ortaya hatırı sayılı bir veri de çıkarıyor. Peki sergiye katılan sanatçıları nasıl seçtiniz? Bu isimler üzerinden ne tür bir küratöryal yaklaşım geliştirdiniz?

Küratör Robert Storr’un “sergi düzenleme” pratiğine yönelik çok hoşuma giden ve kendi pratiğimde sıkça uyguladığım bir metaforik anlatımı var. Hatta bu tanım Manifesta Journal kapsamında farklı küratörler tarafından da ele alınıyor. Bu tanım sanat eseri sergilemenin kendi içinde bir dilbilgisinin olduğunu ve belirli kurallara dayandığını öneriyor. Storr, göstermenin anlatmak, sergileme mekanının düşüncelerin görsel olarak ifade edildiği bir medyum, enstalasyonun sunum, izah, yorum ve dokümantasyon, galerilerin paragraflar, galeri duvar ve zeminin paragrafların alt bölümleri, eser kümelerinin tümceler ve salt eserin ise isim, fiil, belirteç veya sıfat olarak küratörün istediği biçimde kullanımına açık bir dilbilgisi alanı gibi tanımlıyor. Yalnızca bu sergiye özel demek yanlış olur yaptığım her sergi için oluşturmak istediğim söyleme göre bu metodolojiyi uygulayarak sergi mekanına eserleri yerleştiriyorum. Yerleştirme aşamasına kadar olan süreçte de bu dilbilgisi kurallarını söylemimi oluşturmak üzere kullanıyorum diyebilirim.

Bauhaus operası temsilcilerinin kullandığı malzemeler, renkler ve formlar her zaman aykırı ve ilgi çekicidir. Bu sebeple seçkide Ronit Baranga, Hoda Tawakol, Metehan Törer, Nathalie Rey, Sally von Rosen, Ateş Alpar ve Alicia Framis gibi cinsiyet merkezli sosyal ve kültürel normları ciddi tartışmalara açan sanatçıların yanı sıra; Alican Leblebici ve Nevet Yitzhak gibi toplumsal olayların bellekteki yerini sorgulayan ve yeniden canlandıran sanatçıların hayvan derisinden yapılmış maske, başkalaşmış seramik fincan ve fonksiyonundan edilmiş su tabancaları gibi objeleri var. Melodram kavramı Mert Ege Köse, Ece Ağırtmış, Koray Tokdemir, Ebru Döşekçi, Isabella Chuydenius ve Beste Kopuz’un varlığıyla daha soyut ve insan ile doğa arasındaki ilişki biçimlerini mercek altına alan bir yapıya evriliyor. Daha güvenli alanların teşvik ettiği kolektif çağrışımların bir görsel metaforları ortaya çıkıyor. Kerem Ozan Bayraktar ve Adriana Ramic’in dahiliyeti ile distopik yazlık yerin bir başka özelliği beliriyor. Bilgisayar teknolojilerinin izini süren ve pratiğine ciddi biçimle eklemleyen Kerem Ozan Bayraktar ve Adriana Ramic imajlar ve yazınsal metinler arasında ilişki kurmayı sağlayan bir bilgisayar programından, yapay zekâ ile tasarlanmış imajlara kadar uzanan farklı yerleştirmeleri ile sergiye eklemleniyorlar. Kalıpların dışına çıkmayı öneren bu sergi, Bodrum’da bu yaz göreceğiniz sergilerden farklı olarak kamusal alanda da billboard, dönkart ve dijital ekranlarda yer alarak, Bodrum Belediyesi iş birliği ile daha geniş kitlelere yayılacak. Geçtiğimiz sene Kassel’de gerçekleşen ve dünyanın en önemli bienalleri arasında yer alan Documenta’dan hatırlayacağımız internet “meme”leri üzerinden sanat üretimi yapan aynı zamanda Freeze Magazine isimli bir hiciv hesabı ile sanat dünyasının klişelerini eleştiren Cem A’nın “Anlayışınız için teşekkür ederiz” adlı eserlerinde, yerel mekâna özgü bir müdahale bulunuyor. Bu müdahaleler Bodrum şehri genelindeki reklam panolarında gerçekleşiyor. Reklam panoları, adı belirtilmeyen plajların ve galerilerin neden kapatıldığına dair kurgusal nedenler sunuyor. Türkiye’deki güncel tasarım dilini taklit ederken, yayaları reklam otoritesini sorgulamaya teşvik ediyor.

Ece Ağırtmış, Home
Ece Haskan, Beyond the death

Sergide işleri yer alan sanatçıların birbirlerinden alabildiğine farklı disiplinlerde iş(ler) üretiyor olması projeyi de zenginleştiren bir unsur. Bu kadar geniş bir disipliner ağı kuşatmak sergiye nasıl yansıdı? Sizi nasıl bir çalışma sürecine yönlendirdi?

Yazının başında da bahsettiğim üzere benim küratöryel pratiğim insan ve çevre ilişkisini son derece iyi analiz ederek şekillendi ve topluluk gelişimini önemseyerek devam etti. Anna Laudel benim geçmişte de çok keyifle çalıştığım ve her bakımdan takım çalışmasını doğal biçimde yapabildiğim bir sanat alanı. Anna Laudel ekibi, sergiyi bana teklif ettiğinde bunun yıllık programlarındaki sergilerinden biraz daha farklı bir kapsamda olacağının bilincindeydi. Bu noktadaki yaklaşımlarını çok değerli buluyorum. Seçkide çok farklı pratiklerden, deneysel çalışmayı seven sanatçılar yer alıyor. Bu sergide ticari beklentinin ikinci planda olduğunu söylemek mümkün. Amaç, seçim sonrası Türkiye’sinde Bodrum gibi genellikle gerçeklerden kaçmak ve tatil yapmak amacıyla gelinen bu yerde güncel meselelere çağdaş sanatı araçsallaştırarak sıkı bir eleştiri getirmekti. ZAİ yani sergileme mekânı dışındaki izleyicinin şaşırtılması ve düşündürülmesi benim için önemliydi. Bu noktada yerel yönetim ile iş birliği halinde olmak Bodrum’da bir galerinin daha önce gerçekleştirmediği bir çalışma biçimiydi. Serginin kamusal alana taşacak olan Cem A’ya ait “Anlayışınız için Teşekkür Ederiz” başlıklı yapıtına Bodrum’un en yoğun döneminde alan açabilmek ve yerel yönetim ile sanatçı iş birliğini gerçekleştirebilmek güçtü. Bugüne dek billboard, dönkart ve dijital ekranlarda yalnızca sergi reklamlarına yer verilmiş. İlk kez bir eser yerleştirilmesi yapmak üzere yerel yönetim ile çalışma yapıldı bizimle. Bu süreçte birden fazla paydaş vardı ve işin içinde ticari amaçla üretilmiş boş bir yüzeyi sezon boyunca bir sanatçıya ayırmak durumu vardı.

Serginin “küratöryel felsefesini toplumsal meseleleri araştırmak, güncel durumun fotoğrafını çekmek ve bu sorunlara çözümler üretmek üzerine” kuruyorsunuz. Son olarak, tüm bu sorun(sal)lara nasıl bir çözüm üretilebilir? Sergi, küratör ve sanatçılar bu arayışın tam olarak neresinde duruyor?

Burada seçkideki 17 sanatçı ve sergi adına sözcü olmaktan dolayı memnuniyetimi bir kez daha dile getirmek isterim. Süreçte sanatçı dostlarım bana çok destek oldular. Başlangıçta Bodrum’da bir sergi daha yapan küratör veya sanatçı olmaya dair hiç iştahımız yoktu. Ancak bu değişen ve dönüşen tatil beldesinde “Nasıl farklı bir bakış açısı getirebiliriz?” sorusundan yola çıktığımızda “KarmaComa” ortaya çıkmış oldu. Ben kendi adıma serginin amacına ulaştığını düşünüyorum. Ayrımcı söylemlerin bu denli tetiklendiği, afetlerin ardından hiçbir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam ettiğimiz, ekonomik ve diplomatik krizlerin, sosyo-kültürel alanda  müdahaleci politikaların bir ortamda bazı meseleleri görünür kıldık, bunu yaparken sanatsal normların ve Bodrum şehri özelindeki dinamiklerin aksine bir yön çizdik ve her şeyden önemlisi renkli başkaldırının mümkün olduğunun ve bildiğimiz şekilde devam etmemiz gerektiğini vurguladık. Bu yaz Bodrum’da 43 adet sanat alanı mevcuttu, ben bu kalabalık içinde duruşumuzun farklı ve söylemimizin güçlü olduğuna inanıyorum.