.

Ateş İlyas Başsoy: “Birçok usta yazardan etkilendim ve öykü dilim de böyle oluştu.”

Büşra Tan

Büşra Tan, Ateş İlyas Başsoy ile Bizsiz Onlar üzerine konuştu.

İkinci öykü kitabınız Bizsiz Onlar, geçtiğimiz günlerde okurla buluştu. İlk öykü kitabınız Yüksek Volüm 1997 yılında yayımlanmıştı. Aradan geçen çeyrek asırlık süreçte sizin için neler değişti? Bu iki kitap arasında nasıl bir süreç yaşandı sizin için?

Öykü yazma anlamında bir değişim yaşamadım sanırım. Belki şimdi biraz daha temkinli yazıyor olabilirim ve bu iyi bir değişim değil aslında. İnsan çırılçıplakken de poz verebilir. Külyutmaz okurların gözünde “pozcu” görünmemek, işin içine girdikçe daha da zorlaşan bir bulmaca. İlk kitabımda bunları umursamayacak kadar cesurdum, şimdi o cesaretin ne kadarı kaldı bilmiyorum.

Yüksek Volüm’den Bizsiz Onlar’a öykü üzerine düşüncelerinizde, edebiyata yaklaşımınızda herhangi bir değişiklik oldu mu?

Cortazar’ın öykü tanımını lise yıllarında okumuştum: “Romanda sayı alırsın, öyküde nakavt etmen gerek”. Buna hâlâ inanıyorum.

Bizsiz Onlar, başlık olarak oldukça dikkat çekici bir ifade. Okuru hemen sarıp sarmalıyor. Kitabı isimlendirirken bu noktada nasıl hareket ettiniz? “Bizsiz Onlar” kimlerdir?

Türkiye veya dünya, her güne daha da yalıtılmış başlayan bireylerden oluşuyor. Covidden daha tehlikeli ve daha uzun süren bir pandemi içindeyiz, bildiğim kadarıyla buna karşı aşı da bulunmuş değil. Belki edebiyat ve sanat bu yalıtılmışlık halini, yankı odalarını parçalayabilir ama o cephede bile çoğu üretim, “kendi köyünün köylüsüne” seslenme amacı taşıyor. Çünkü kolay olan bu, çok satan ve çok sattıran da bu… Siyasal iletişim yapıyorum ve siyasette bile durum farklı değil. Her satıcının bir alıcısı var ve bu alıcılar hep aynı şarkıyı duymak istiyor. Notaların, harflerin karışmadığı, karıştırmak isteyenlerin de cezalandırıldığı bir çağdayız.

Kitapta yer alan 19 öykü, daha önce çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Bu öyküleri bir araya getirip kitaba biçim verirken nasıl bir yol izlediniz? Farklı dönemlerde kaleme aldığınız bu öyküler nasıl kitaplaştı?

2010’lardan beri altmış civarı öykü yazmışım. Buradaki öyküleri editörüm Güçlü Ateşoğlu ile birlikte seçtik. En iyileri oldukları için değil, hepsi bir araya gelince “roman gibi” bir his verdikleri için. Öyküler içinde birbirlerine çok fazla gönderme var.

Oldukça akıcı bir öykü tarzınızın ve dilinizin olduğunu söyleyebiliriz. Bu akıcılık çağ ile mi, yoksa sizin edebiyata yaklaşımınız ile mi ilgili olarak değerlendirilebilir?

Bu öykülerin hiçbirinde “tanrısal yazar” yok. Öykülerin tamamı birinci tekil şahısların iç sesleri. Akıcı olduğumu düşündüğünüz için teşekkür ederim. Serbest bilinç akışını yakalamaya çalışıyorum. Evladını kaybetmiş zengin bir kadın veya uyuşturucu bağımlısı bir kenar mahalle çocuğu nasıl düşünür, nasıl konuşur, kendi kendine cümleleri nasıl kurar, bu cümleler yazı dilinde ne ölçüde derlenip toparlanabilir? Bir öykü yaratırken aklım ve odağım hep buralarda oluyor.

Öykülerinizde tercih ettiğiniz, geliştirdiğiniz dil oldukça dikkat çekici ve günümüz dil öğelerini de bünyesinde barındırıyor. Ateş İlyas Başsoy’un öykü dili kaynağını nereden alır?

Birçok usta yazardan etkilendim ve öykü dilim de böyle oluştu. Az önce bahsettiğim Cortazar örneğin, Mari Vargas Llosa, Upton Sinclair, John Steinbeck, Jack London, Joseph Heller; öykünün arasına aniden okurla sohbetler sokuşturmalarıyla Milan Kundera, Michel Tournier, David Lodge, Mo Yan gibi çok sayıda yazarın hevesli okuruyum. Bizden en çok Orhan Kemal’i severim, Yaşar Kemal elbette, Ömer Seyfettin de anlattıkları bir yana anlatım tekniğiyle beni çocuk yaşta inanılmaz etkilemişti. Arkadaş yazarların adların saymamayım ama hiç tanımadığım Faruk Duman ve kim ne derse desin Orhan Pamuk bana ilham veren yazarlardan.

Öykü dünyanız ve atmosferinizin oldukça güncel olduğunu, bugüne yakın bir yerde durduğunu söyleyebiliriz. Ele aldığınız meseleler de, konu başlıkları da bu noktada dikkat çekici. Öykü dünyanızı geliştirirken nasıl bir yol izlediniz?

Siyasal iletişim, normal reklamcılıktan hayli farklı. Reklamcılar sadece alışveriş yapabilen, marka satın alabilen kitleyi hedefler; biz ve siz hedef alanı içindeyiz. Bu hedeflemenin sonucunda ülkenin yarısını görmezden gelmeye başlarsın, oysa “onlar” orada, yanımızda, sokağımızdadır. Herkesin çikolata alacak parası olmayabilir ama herkesin bir oy hakkı var. Bu nedenle siyasal iletişimci “biz ve siz”le yetinmez, “onlar”ı da anlamaya, dinlemeye, analiz etmeye çalışır. Bir odak grup toplantısında dar gelirli, üniversite terk bir kadına GDO ile beslenen tavuklarla ilgili yalan veya doğru, mide bulandırıcı korkunç bir video izletmiştik. Kadın video bitince, “Şimdi bunu görse çocuklar tavuk ister” demişti. Kara Kitap’ta “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz” denir ve karşılık verilir: “Yazı hariç…” Bence yazı da dahil…

Çağdaş edebiyatta metinlerin uzunluğu/kısalığı da ayrıca bir tartışma konusu. Bu noktada sizin öykülerinizi “kısa öykü” olarak tanımlamak mümkün. Bu öykülerin her biri birkaç sayfadan meydana geliyor. Peki öykü yazarken metinlerin uzunluğu konusunda gözettiğiniz bir değer var mı? Burada bilinçli bir tercih mi söz konusu?

Bu tercihten ziyade zorunluluk. Çünkü öykülerin çoğu BirGün’de bana köşe yazmam için verilen kısıtlı alanda yazıldı. Ama kısa yazabileceğim bir şeyi laf ebelikleriyle süsleyip uzatmayı da sevmiyorum.

Bizsiz Onlar’ı deneme kitaplarınıza göre nasıl konumlandırıyorsunuz? Bir tür olarak öykü sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Öykü benim için bir buluşma şekli. Benim gibi düşünen insanlarla buluşmak; yüzlerce yıldır yazılan en uzun öyküye, birkaç cümleyle katkıda bulunabilmek.