Serimizin 23. gününde Sezen Ünlüönen, Huzur romanının kahramanı Sabih’i anlatıyor.
Dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:
Huzur’un Sabih’i
Merhabalar. Ben bugün size Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanındaki bir yan karakterden bahsedeceğim. Bu karakterin adı Sabih Bey ve ben bu karakteri ve bu karakterdeki yani bu karakter de gördünüz kimi pasajları Tanpınar’ın eşsiz mizah duygusuyla romancılıktaki sofistikasyonun güzel bir şekilde bir araya getirdiği için seçtim. Bu karakterimiz bir çeşit rahatsızlıktan mustarip olduğu için sürekli perhiz yemeği yemesi gerekiyor ve bu tür gıda ve sağlık olaylarda hep olduğu gibi -modalar değiştiği için- o dönemde tereyağlı havuç ve kabakla beslenmesi gerektiğine karar veriliyor. Ben de ki Dergâh Yayınları’ndan çıkan kopya da yüz dördüncü sayfada bak şimdi bir diğer kartların Suat isimli karakterin verem olduğunu öğreniyor.
Sabit Bey ve “Vah, vah! Nesi var acaba? Yani mühim mi? Hayır! verem o kadar mühim hastalık değildi insan yer içer, beslenirdi. Asıl mühim olanın kendi hastalığıydı çünkü perhiz mecburiyeti vardı. Biraz sonra yiyeceği tereyağlı kabaklı havucun ıstırabı içinde neredeyse her rastgelenin bol bol ye, kuvvetli şeyler ye, hamur işi, ızgara beslen bir şeyin kalmaz diye nasihat verecekleri Suat’ın hastalığını kıskanacaktım.” Şimdi buradaki o ruh küçüklüğünün keşke verem olsaydım da bana ızgara ye denseydi fikrinin tatlılığını kitapta tamamlayan Sabih’in diğer özelliği de, Sabih’in sürekli yurtdışından gelen gazeteleri okuması ve bu gazetelerden öğrendiği havadislerle etrafındakilerin canını sıkmak mı?
Şimdi mesela seksen altıncı sayfaya bakıyorum: “Mümtaz bu uzak tebessümün ışığı altında Sabih’in dünya vaziyeti hakkındaki fikirlerini dinledi. Büyük havuç yiyicisi mahrumiyetlerinin intikamını şimdi insanlıktan alıyordu. Bir elinin ayasıyla sanki işte, delillerim der gibi…
Önümdeki Fransızca gazetelere basarak hepsini mahkûm ediyordu.“
Ben, burada Sabih’in büyük havuç yiyicisi olarak anılmasına aşırı güzel ve eğlenceli buluyorum ve Tanpınar’ın bu dediğim gibi ince mizahının damıtıldığı bir an olarak görüyorum ama bence bu Sabri karakterindeki esas istisnai nokta kendisinde bu sürekli diyette olmanın getirdiği huysuzluk, mutsuzluk ve saldırganlıkla dünya olaylarına duyduğu yüzeysel merakın tesadüfi olarak değil, romanın temalarını birleştirecek şekilde bir araya gelmesi.
Şimdi bu pasajı okumayacağım ama yüz kırk beşinci sayfada anlatıcı bize zaten izah ediyor,
-bu paralellerin ne noktadan doğduğunu- ve diyor ki: İnsan havuç yiyip turuncu olsaydı; yahut midye yiyip midye gibi koysaydı; ancak Sabih kadar -bu kadar- az hazmedebilirdi okuduğu bilgileri, yani Sabih’in sindirim ile ilgili yaşadığı problemler ve bu nedenle dikkatli bir diyet içerisinde olması gerektiği diye kendisinin yani bu batıdan okuduğu haberleri sindirememesiyle bir paralellik kuruyor. Yani şey hazıma ait bir sorun hem düz bildiğimiz sözlük manasında hem de mecazi olarak Sabih’in bünyesinde birleşiyor.
Şimdi -yani burada- Tanpınar zaten hani Türkçenin mevcut bir imkânına yaslanıyor yani bilgiyi hazmetmek diye bir şeyi biz günlük hayatımıza da söylüyoruz.
Ama -yani bence- burada Tanpınar’ın yaptığı sadece o yerleşmiş ifadeye yaslanmak değil, bir anlamda bedeni insanın bilgiyle zamanla ilişkisinin merkezi olan bir yer olarak durması yani şimdi burada çok derya deniz bir konu var.
Ben hani şuradaki kısa vaktimizde ona çok değinemeyeceğim ama Tanpınar’ın insanı mazisinin bir ürünü olarak zamanın içinde hem zamanın parçası, hem de sonsuzluğa uzanan bilen bir bilinç olarak gördüğünü biliyoruz. İnsanın bu zamansal çizgi üzerinde yerleştiren şeyde bedenli bir varlık olması yani beden bizi ağına bağlayan şey -yani sadece Tanpınar için değil ama Tanpınar için de böyle- ve kişinin ağına bağlanması o bedenlilik üzerinden kuruluyorsa Sabih’in yaşadığı ana bağlanması da kendi bedeninin fonksiyonlarını gerektiği gibi yerine getirilmemesinden bir şekilde sakatlanıyor. Yani hem yediklerini sindiremediği için tereyağlı havuç ve kabakla beslenmesi gerekiyor. Hem de kendisini bu Batı’dan aldığı Avrupa gazetelerinden duyduğu fikir ve bilgileri sindiremediği için kendi zaman içerisinde doğru bir özne olarak kuramıyor.
Yani o açıdan dediğim gibi Sabih de hem Tanpınar’ın o alttan alta her şeyi şekillendiren güzel neşesini, hem de fikirlere yaslanan romancı çıktısını bir arada görebiliyoruz – bence-.
Sezen Ünlüönen: 1987’de doğdu. Eserleri: Kıymetli Şeylerin Tanzimi (2017), İmtiyaz yahut Cici Kızlara Bir Roman (2021).