![Tanpınar Sergi Kataloğu_Sayfa_028_Görüntü_0002](https://sanatkritik.com/wp-content/uploads/2021/08/Tanpinar-Sergi-Katalogu_Sayfa_028_Goruntu_0002-678x381.jpg)
Serimizin 20. gününde Mehmet Samsakçı Tanpınar’ın Yahya Kemal ile gelgitli ilişkisini anlatıyor.
TANPINAR’IN YAHYA KEMAL’İ
‘’Rahat, biraz fazla jestli ve zengindi. Bize bakarak, bize hitap ederek sanki kendisini arıyordu. Pek az sonra herhangi bir dersi dinlemediğimizi, daha doğrusu bir düşüncenin solosunu seyrettiğimiz anladık. Yahya Kemal’in düşüncesi önümüzde bir Nijinski olmuş, Kurdun Ölümü’nü daha doğrusu arkasında bütün bir tarihten ve ıstıraplarımızdan bir fon, İstiklal Mücadelesinin acıklı ve şerefli raksını yapıyordu.’’
Bu ifadeler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Kemal’den dinlediği ilk derse ait hatıralar. Bu konuşmada Tanpınar’ın Yahya Kemal ile gelgitli ilişkisi üzerinde duracağız. Ama bu gelgitli ilişki tek taraflı bir ilişki, daha doğrusu Tanpınar’ın Yahya Kemal’le ilişkisi tek taraflı olarak gelgitli bir ilişki. Zira Tanpınar’ın Yahya Kemal hakkında söyledikleri; denemelerinde, makalelerinde, konferanslarında, derslerindeki ifadeleriyle, mektuplarında yani belli ve samimi bir muhataba yazdığı mektuplarında söylediklerinden farklıdır. Üstadı ve dostluğu olan Yahya Kemal’e dair günlüklerindeki hüküm ve ifadelerse büsbütün farklıdır. Hatta zaman zaman yadırgatıcıdır da. Tanpınar’ın, Yahya Kemal’in ismini ilk kez henüz Antalya’da bir lise öğrencisiyken, 1914-1915 yıllarına ait Nevsal-i Milli’de gördü. Hoş, Yahya Kemal’in ismine Süleyman Nazif’in bir yazısında rastladığını söylüyor ama aslında o hatırlamadığı yazı, Yahya Kemal’in Şükûfe Nihal hakkında yazdığı bir yazıydı. Büyük ihtimalle böyle.
Tanpınar 1918’de Antalya’dan İstanbul’a geldiğinde – tıpkı Huzur’da Mümtaz’ın A. şehrinden İstanbul’a gelişi gibi – evvela Baytar Mektebi’ne kaydoldu. Bir yıl yatılı olarak bu mektepte bulunduğunu biliyoruz. Daha sonra Darülfünun’un Edebiyat Fakültesine geçti. Orada felsefe okumayı düşünüyordu fakat Yahya Kemal’in Türkoloji’de hoca olduğunu öğrenince kaydını oraya yaptırdı. Ve ondan sonra da bir mânâda kendi tabiriyle ‘’hayatının zarı atılmış’’ oldu.
Belirli bir dönemden sonra Tanpınar’ın hayata, memlekete, tarihe, en önemlisi sanata bakışında doğrudan belirleyici olan en önemli şahsiyetlerden biri olarak Yahya Kemal belirir. Yahya Kemal, kendisi olarak değil sadece, fakat tavsiye ettikleri, okuduğu ve okuttuğu kişiler; meselâ önemli sembolist şairler dolayısıyla da Tanpınar’ın edebî ve estetik ufkunu belirlemiş görünüyor. 1919’dan 1922’ye kadar Yahya Kemal’in evvela Garp Edebiyatı Tarihi dersleri verdiğini, daha sonra da Cenap Şahabettin’den boşalan bir kadroya geçerek Türk Edebiyatı Tarihi anlattığını biliyoruz. Konuşmamın başında alıntıladığım küçük epizotta Tanpınar ve arkadaşları, Yahya Kemal’in Alfred de Vigny’nin Türkçemize “Kurdun Ölümü” başlığıyla çevrilen şiirini; Milli Mücadeleyle, yani o günlerde devam etmekte olan İstiklâl Harbi ile özdeşleştirmesinden; bizim maceramıza tamamen uzak bir iklimden, tamamen uzak bir motivasyonla yazılmış olan bir manzumenin Anadolu savaşıyla, İstiklal Harbimiz ile ilişkilendirilmesinden çok etkilenmişleri daha doğrusu böyle bir yorumlamayı beklememişlerdi. Tanpınar o günü çok net hatırlıyor: Edebiyat Fakültesi’nin yani Zeynep Hanım Konağı’nın Hasan Paşa Medresesi’ne bakan bir cephesinin üst kattaki bir odada hocalarını beklediklerini, Yahya Kemal’in geldiğini, fesini kürsüsünün köşesine koyduğunu evvela hiçbir harikulâdelik yani cismen, fiziken, maddeten olağanüstülük sergilemediğini fakat konuşmaya başlayınca her şeyin değiştiğini ifade eder. Yahya Kemal, “Kurdun Ölümü” isimli / başlıklı bu şiiri İstiklal Marşıyla özdeşleştirerek ölen daha doğrusu yaralı kurdun ordumuz olabileceğini, bununla beraber o manzumede geçtiği üzere o dişi kurdun – anne kurdun – yavrularını o dehşet ve vahşet sahnesinden, dekorundan çekip çıkarması gibi “Anne Anadolu”nun da kendi çocuklarını, yani milleti bu savaştan, vahşetten, dehşetten, yok oluştan koruyacağını, Türklerin bu çemberi yaracağını söylemiştir. Tanpınar diyor ki: “Yahya Kemal’in derslerinin sonunda zil çalıyor fakat sınıf boşalacağı yerde daha da doluyordu.” Hatta biz Nuruosmaniye’deki İkbal Kıraathanesi’ne veya Bayezit’teki başka kahvehanelere giderek Yahya Kemal’in sohbetinden nasipleniyorduk. Kız arkadaşları, bu ders sonrası sohbetlere katılamadıkları için çok üzülürlermiş. Yahya Kemal’in nefesi, gerçekten bu yıllarda, bu çok önemli yıllarda diriltici bir nefha olarak İstanbul atmosferinde eser.
Peki, Tanpınar ve Yahya Kemal ilişkisi Tanpınar’ın mezuniyetinden Yahya Kemal’in memuriyetinden, elçiliklerinden, mebusluklarından sonra nasıl oldu? Yani 1923’ten sonra bu ikili ne kadar görüşebildiler ve ne kadar birbirlerine tesir edebilirler? Aslında bu tek taraflı bir tesirdir. Yahya Kemal’in Tanpınar’a tesiri. Tanpınar bunu kabul eder ve söyler de. Fakat altını önemle çizer ve der ki ‘’estetiğimiz farklıdır.’’ Esasen şiir zevki bakımından Tanpınar’ın Ahmet Haşim’e daha çok kaydığını, Ahmet Haşim’e daha çok aktığını pekâlâ söyleyebiliriz. Tanpınar, 1923’te mezun oldu ve Erzurum Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. 2 yıl orada çalıştıktan sonra Konya’ya sonra Ankara’ya ve nihayet 1932-33 yıllarında da Kadıköy Lisesi’ne hoca olarak geldi. Biraz sonra Ahmet Haşim’in vefatıyla boşalan Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki mitoloji ve sanat tarihi derslerine Tanpınar girmeye başladı. Bu demektir ki Tanpınar ile Yahya Kemal bu çok önemli 10 yıl boyunca hiç görüşmediler. Bu görüşmeyişin, bu uzak kalışın Tanpınar nâmına söylenebilecek pek çok etkisi vardır. Yani Tanpınar monografisi çalışanlar, Tanpınar’ın hayatını bilenler pekâlâ hatırlayacaklardır: Edebiyat Muallimleri Kongresinde Tanpınar, liselerde edebiyat müfredatının, edebiyat derslerinin konularının, Tanzimat sonrası edebiyata hasredilmesi gerektiğini, divan şiirinin bu müfredattan çıkarılması gerektiğini söylemişti. Bu çok çok ciddî bir söylem, çok ciddî bir tekliftir çünkü 1932’den sonra Tanpınar’ın bizim mazimiz, klâsik estetiğimiz olan eski kültürümüzün; o yerleşik, kendinden emin medeniyetin bir estetik dışavurumu olan divan şiirini saymadığını, divan şiirini önemsemediğini gösterir bu söylem. Tanpınar sonra bu görüşlerinden cayacaktır. Tanpınar’ın önce asistanı sonra meslektaşı olan merhum Prof. Dr. Ömer Akün, 1932’ye kadar Tanpınar’ın milli kültürden veya tarihî estetikten, tarihî düşünceden bu kadar uzak olmasını (nitekim Tanpınar “1932’ye kadar cezrî bir Garpçıydım” yani ‘’çok radikal bir batıcıydım’’ der) Yahya Kemal’den uzak olmasıyla izah eder. Çünkü Yahya Kemal 1923’te Urfa mebusu; 1927’de Varşova elçisi olmuştu. 1929-32’de Madrid elçisiydi. 1932’de yurda döndü. Daha sonrada yine bazı milletvekillikleri oldu ve nihayet 1948’de de Karaçi elçimiz oldu. Daha yeni kurulmuş olan Pakistan’a elçi olarak gitti. 1923 – 1933 arasında Tanpınar, Yahya Kemal’le görüşemiyor. Çok ilginç bir şey: Yahya Kemal Müzesi’nde, yani bugün Yahya Kemal’e gelen belki bütün mektupların, bütün kartpostalların, bütün pusulalarının bulunduğu çok ciddi bir arşiv demek olan Yahya Kemal Müzesi ve Arşivi’nde Tanpınar’dan hemen hiçbir şey yoktur. Bütün gayretime, bütün çabama rağmen, o müzede çalıştığım yıllarda Tanpınar’dan tek bir kâğıt bulabilmiştim. O kâğıtta da hemen hemen şunu söylüyordu: “Aziz üstadım, sizi görmek niyeti ve ümidiyle otelinize geldim fakat olmadığımızı söylediler. Hürmetlerimi arz ediyorum, ellerinizden öperim.” Tanpınar’ın, Yahya Kemal’e bir mektup yazmadığı ortadadır. Çünkü Yahya Kemal mektupları çok iyi korurdu. Yahya Kemal’in de Tanpınar’a bir şey yazmadığı, öğrencisiyle, ilerleyen yıllarda yakın ve sıcak bir münasebet tesis edemediği görülmektedir.
1932’den sonra ne oldu? 10 yıllık bir Anadolu ve Ankara tecrübesinden Tanpınar İstanbul’a geldi. Yahya Kemal elçiliklerden sonra vatana döndü. Bu ikilinin daha sık görüştüğünü, eskiden yaptıkları gibi İstanbul birlikte gezdiklerini, İstanbul’un çeşitli mekânlarında yiyip içtiklerini görüyoruz. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal, Yapı Kredi Bankası’nın çıkardığı İstanbul isimli bir kitaba birer yazı da yazmışlardı.
Tanpınar hayatı boyunca Yahya Kemal’i sevdi. Günlüklerinde zaman zaman ona kızdığını, zaman zaman muhitinden sıkıldığını, bazı şiirlerini başarısız bulduğunu gösteren ifadelere rastlayabiliriz ama Tanpınar sürekli Yahya Kemal’e dönecektir. En kendisiyle kaldığı, en kendisiyle olduğu, en kendi kelimeleriyle konuştuğu zamanlarda bile – günlüklerinden bunu görebilirsiniz – Yahya Kemal’i hatırlar. Kendi dertlerinden bahsederken Yahya Kemal’i hatırlayıverir ve meselâ der ki: “Yahya Kemal şöyle söylerdi; bu küçük endişeler bizi mahvedecek.” Bir başka örnek: “Yahya Kemal daima haklıdır.” Yani hiç Yahya Kemal’le alâkası olmayan mevzularda, çok farklı bir konu üzerinde hüküm verirken, bir problem üzerine zihin faaliyeti yürütürken bahsi Yahya Kemal’le kapatabilir.
Yahya kemal uzun sayılabilecek hayatı boyunca pek çok tarizlere, taarruzlara uğradı. Bunlardan en önemlisi az yazmasıydı ve bir kitabının olmamasıydı. Hatta bir ara Nurullah ataç, Yahya Kemal’i Odysseus’a benzetmiştir. Yani sirenlerin sesini duyan, bütün mürettebatına bu sesi yasaklayan ama o güzel ve harikulâde sesleri bencilce sadece kendisine ayıran Odysseus gibi olduğunu ileri sürmüştü. Yahya Kemal’in. Yahya Kemal’in de bütün güzellikleri kendisine sakladığını, bir türlü bunları paylaşmadığını iddia eder Ataç. Bu az yazma, bu neşretmeme, yayımlamama, kitabı bulunmama durumu pek çok kişi tarafından dillendirildi ama Tanpınar birden çıkıp dedi ki, bir röportajında: “Çeki ile elmas tartılmaz, odun tartılır.’’
Tanpınar, hayatı boyunca Yahya Kemal hakkında yazdı, onun hakkında düşündü. Beş Şehir isimli kitabın Yahya Kemal’den doğduğunu söyledi. Hoş, bu kitap onun sağlığında 2 defa basıldığında da Tanpınar basılan yerde olmadığını, dolayısıyla bu ithafı koyamadığını söylemiştir. Şimdiki neşirlerde, şimdiki baskılarda bu ithafı görüyoruz. Yahya Kemal için ayrı bir monografi yazdı, yarım da kalsa bir monografi kaleme aldı. Pek çok yazı neşretti hocası hakkında. Pek çok konuşma yaptı, pek çok röportajda, ankette Yahya Kemal’e dair şeyler söyledi.
Tanpınar’ın şahsiyetinin teşekkülünde Yahya Kemal’in tesiri barizdir. Yahya Kemal’in sadece kendi söyledikleri değil – yukarıda belirttiğimiz gibi – tavsiye ettikleri, Tanpınar’ın okumasını istedikleri şairler, yazarlar, tarihçiler de olmuştur. Tanpınar külliyatını bu gözle incelediğimizde, bu gözle taradığımızda Yahya Kemal’i bir fon gibi bu metinlerin içerisinden bize baktığını görürüz.
Bitirmeden bir soru daha soralım: Yahya Kemal acaba Tanpınar hakkında bir şey söyledi mi? Çok ilginçtir, burada iki küçük metin karşımıza çıkıyor: Bir tanesi bir yazısında, kendisine göre genç şairleri sayarken Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anması, bir de tabiî öğrencisine ithaf ettiği “Bahçelerden Uzak” şiiri. Yahya Kemal, 1922’de Dergâh mecmuasını çıkartırken – ki Tanpınar da dergiyi çıkaran Darülfünun talebelerinden birisiydi – “Vezinler” başlıklı bir makale yazar ve bu makalede Vâlâ Nureddin gibi gençlerden bahsederken “Ahmet Hamdi’nin de “İsfahan” isimli manzumesi nadir söylenir şiirlerdendir” der. (Tanpınar’ın, Şiirler isimli kitabına almadığı 10 küsur şiirden birisidir “İsfahan”) Yahya Kemal, “Bahçelerden Uzak” isimli şiirini Ahmet Hamdi Tanpınar’a ithaf etmiştir. Açıkçası biz Yahya Kemal ve Tanpınar severler, Yahya Kemal’in Tanpınar’a çok daha ön plânda olan, Yahya Kemal’i çok daha iyi aksettiren, çok daha meşhur olan bir şiirini hediye etmesini isterdik. Fakat unutulmamalıdır ki Tanpınar, daha sonra şiir, hikâye, roman, tenkit, edebiyat tarihi gibi türlerde çok büyük başarıları imza atmışsa da daima Yahya Kemal’in öğrencisidir. Sırasının, Şair’in kendi neslinin mensuplarından sonra gelmesi bizi şaşırtmamalıdır.
Saygı ve sevgilerimle.
Dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:
Mehmet Samsakçı: 1981 yılında Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. 2003 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2003-2006 yılları arasında Yahya Kemal Enstitüsü’nde arşiv ve müze görevlisi olarak çalıştı. 2005 yılında yüksek lisansını, 2010 yılında da doktorasını tamamladı. 2012 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Samsakçı, hâlen aynı anabilim dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Eserlerinden bazıları şunlardır: Siyaset ve Roman: Çok Partili Türkiye ve Türk Romanı (2014), Tanpınar’ın Eşiğinde: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Eserleri Üzerine Düşünceler (2014), Ölüme Açılan Estetik Kapı: Türk Mezar Taşı Edebiyatı (2015), Tuzu Engin Denizlerin: Türk Kültürü ve Edebiyatı Üzerine Yazılar (2017).