.

İnci Enginün: Tanpınar’da yıldızların amansız çarkı

Yaz Sıcağında Bir Esinti: Ahmet Hamdi Tanpınar podcast serisi İnci Enginün ile başlıyor.

İnci Enginün Anlatıyor: Tanpınar’da Yıldızların Amansız Çarkı

Tanpınar’ı okurken insanı bir anda etkileyen vurucu bir ibare veya cümlelerle karşılaşılır. Nesirde ayrıntılar verilir. Görünen nesnenin bütün incelikleri, arka plan, iç dünya bunların hepsini okuyucuya nakletme çabası gerekir. Bu da ister istemez uzun, hatırda kalması güç cümlelerle başarılır. Ancak Tanpınar’ın cümlelerinde de okuyucunun zihnine kazınanlar az değildir. Şiirine gelince, elbette şiir nesre göre daima daha kolay hatırlanır. Sadece “Her şey yerli yerinde”, Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” mısraları nice ünlü yazarımızın nesirlerinde yer almakta. Demek ki onlar da iyi birer Tanpınar okuyucusuydular ve Tanpınar’ın unutulmaz ibarelerini benimsemişlerdi. Elbette bu tür tekrarların çok yaygınlaşması onu basmakalıp hale de getiren bir bozulmaya götürür. Bu nokta önemlidir ama çok sevilmenin, vazgeçilmeyişin bir bedeli saymaktan başka da çaresi yoktur sanırım. “Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık/ Yıldızların amansız çarkına/ Ve boş yere sızladı kemiklerimiz,” 1950’de neşrettiği “Zaman Kırıntıları”ndan alınan bu mısralar her okuyuşumda beni ürperttiği gibi zamanla hiç zihnimden çıkmayan musallat bir ziyaretçi oldu. Bu şiir bütünüyle Tanpınar’ın sanat anlayışını ifade ettiğini ve ıstırap içinde yaşayan insanların duygularını ve onları anlatma çabasını yansıtmış gibi. Hayat öylesine karanlık ki ufak mutluluk anları birer parlak yıldız çivisine dönüşüyor. “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”nda yıldızlardan gelmesi beklenen veya gelen kadının verdiği mutluluk kısa sürmüştür. Kadın artık çarkı geren yıldız çivilerinden biridir. Mutlak saadete kavuşmadan insanoğlu Araf”tadır. Düşüncenin ve duyguların ördüğü yıldızların ağı adeta insanları yaşantılarıyla doludur. Ne yazık ki onlar mutlu olduklarını hissetseler de hatırlayamazlar ve sonuçta bütün çektiklerinin boşluğunu anlarlar. Hayat onlar için bir işkence odasından veya Tanpınar’ın kelimeleriyle çarkından, çemberinden farklı değildir. Abesi Tanpınar unutulmaz bir ifadeyle ölümsüzleştirir. Şair hapishanesini burada yıldızların amansız çarkı olarak niteler. Yaşantılar ve hayaller ıstıraba dönüştükçe insanyeniden yalnızlığıyla baş başa kalınca ıstıraplarla ulaştığı mutluluğa veya mutluluk özlemine hiç kavuşmamışa döner. Kemiklerin sızlaması ıstırabı manevi alandan çıkarır. Eski zaman işkence aletlerinden birine vurulmuşa çevirir. Şiirin bütünü içinde okuyucuyu çok uzun bir yoruma sürükleyen bu mısralar şairin öteki eserlerinden gelen çağrışımlarla örtüşür. Hayatı anlamlı kılan sadece sanattır, kendilerini biçarelikleri içinde bulanlar bile sanatkâra dönüşür. İnsanlarkendilerine zaman sinekleri diye nitelerler. Tanpınar’ın sözünü ettiği musallat fikir, düşünce, hayal bende de bu mısralarla gerçekleşti diyebilirim. “Zaman Kırıntıları”nı birçok defa okudum. Son okuyuşumda birdenbire gözümün önünde yıldızların amasız çarkına boş yere gerilmiş her biri kendi hikayesini anlatmaya çırpınan insanlar canlandı. Bu trajik şiirde her biri yıldızlaşmış Tanpınar’ın kahramanlarını görür gibi oldum. Belki de her birinin kendisinden bir şeyler taşıdığı bu kahramanların bölünmüşlüğünü ve ebediyette de asla bütünleşemeyerek bu ısdırabı yaşayacaklarını hatırladım. Halbuki Tanpınar “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinde özlemini çektiği parçalanmaz zaman akışından söz etmişti. 1933’te söylediği bu şiirin gösterdiği yola devam etseydi belki daha mutlu olurdu ama Tanpınar adeta bütün sanat anlayışını anlattığı bu güzel ve bereketli yolu devam ettirmemişti. Onun yerine “zaman sinekleri”nin maceralarını anlatmayı hem de hep abes kavramı içinde derinleşerek anlatmayı tercih etmişti. Abesten söz eden yazarların genellikle kabusa benzeyen karanlık eserlerine karşılık Tanpınar bunları anlatırken de daima aydınlık bir dünya içindedir: Hatta abesin şaheser bir anlatımı olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde bile. “Erzurumlu Tahsin”de kendisini biraz ürküten fakat hikâyesinin büyüsünden kurtulamadığı Tahsin için acaba “ölüm peygamberi” miydi diye sorar. Fakat Tanpınar hayatın şairi olmayı tercih etmiştir. Galiba 1930’lu yılların başındaki mutluluk içinde yekpare bir zamanda yüzerken birden uyanmış ve ıstıraplarının sonucunu da bu uzun şiirle ortaya koymuştur. Sanırım bu mısralar onun hayatındaki ve sanatındaki bölünmelerin en trajik ifadesi olmuştur. Öylesine inandırıcıdır ki okuyan bir daha onların telkininden kurtulamamaktadır. 

“Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık, 

Yıldızların amansız çarkına

Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz”

Dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:

İnci Enginün: 6 Ağustos 1940 tarihinde İstanbul’da doğdu. Orta ve lise öğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamladı (1959). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı bölümün Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünde asistan oldu (1963). Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Shakespeare: Tercüme ve Tesirleri adlı teziyle doktor (1968), Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi adlı teziyle de doçent unvanını kazandı (1974). 1984′te profesör oldu ve aynı yıl yeni kurulan Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde göreve başladı. Öğretim üyeliğinin yanı sıra bölüm başkanlığı, dekan yardımcılığı, Eğitim Fakültesi dekanlığı, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü müdürlüğü gibi idari görevlerde bulundu. 1997’de emekliye ayrıldı. Columbia Üniversitesi (1979- 1980), Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (1982-1984), Erciyes Üniversitesi (1985-1986) ve Boğaziçi Üniversitesi’nde (1995-2000) dersler verdi. Türk Dili, Hisar, Türk Kültürü, Millî Kültür, Hareket, Türkiyat Mecmuası, Varlık, Türk Edebiyatı ve Dergâh dergilerinde makale ve denemeleri yayımlandı.