
Abdullah Ezik – Zeynep Nur Ayanoğlu
Abdullah Ezik ve Zeynep Nur Ayanoğlu’nun “Hüseyin Bahri Alptekin: Daha Pek Çok Şey” başlıklı podcast serisi için kaydettiği ilk bölümün yazılı dökümünü okurlarımızla buluşturuyoruz. Ezik ve Ayanoğlu bu ilk bölümde podcast serisinin hikâyesi, Hüseyin Bahri Alptekin üzerine gerçekleştirdikleri arşiv çalışması, konukları ve Alptekin’in kendilerinde edindiği yer üzerine konuşuyor.
Zeynep: Merhaba. Ben Zeynep Nur Ayanoğlu.
Abdullah: Merhaba. Ben Abdullah Ezik. Zeynep’le beraber hazırlayıp sunduğumuz “Hüseyin Bahri Alptekin: Daha Pek Çok Şey” podcast serisine hoş geldiniz.
Zeynep: Daha Pek Çok Şey’e hoş geldiniz. Bu podcast vesilesiyle, 2007’de hayatını kaybeden Hüseyin Bahri Alptekin’i hatırlamak, çeşitli alanlardan dostlarıyla sohbet ederek onun farklı yönlerini keşfetmek istiyoruz.
Künyemizi vererek başlayalım. Proje Danışmanımız Şaylan Uran, jingle’ımız Ali Perret’in “Spring Depression” parçasından bir kesit, seslendirme Uluç Esen, ses yönetmeni Berkan Yıldız ve afiş tasarımı Eray Makal.
Abdullah: Peki neden böyle bir içerik hazırlıyoruz? Galerist’in 2020 yılında Hüseyin Bahri Alptekin’in telif haklarını almasıyla birlikte kendisi ile ilgili bir sergi hazırlığının da önü açıldı. Galerist’teki serginin küratörlüğünü Pelin Uran üstlendi. Beraber çalıştığı Şaylan Uran bize bu süreçten bahsetti ve beraber bu projeyi geliştirdik.
Zeynep: Hızlıca, yararlandığımız kaynaklara değineyim. Salt’ın 2011’de çıkan Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim kitabı, içindeki yazılar birincil kaynaklarımızdan oldu. Özellikle Vasıf Kortun’un önsözü bütün bir manzarayı algılamak için özellikle önemliydi. Yine Salt’ın arşivinde yer alan videoları izledik. Sağ olsun, Sezin Romi tüm imkânları sundu bize. Daha önce yayımlanmamış bu kayıtlar konu üzerine derinleşmemizi sağladı. Yazılı kaynaklar gibi tanıklıklar da çok değerli çünkü… Son olarak, soru ve içerik hazırlarken proje danışmanımız Şaylan Uran’ın bilgi ve yönlendirmelerinden yararlandık.
Abdullah: Konuklarımızla neler konuştuk? Pelin Uran ile Galerist’te izleyicilerle buluşan Hüseyin Bahri Alptekin: Dostlar Arasında (Uzun Bir Hikâyeden Kesitler) başlıklı grup sergisi, Alptekin ile tanışıklığı, serginin hazırlık süreci ve bu süreçte birlikte çalıştığı isimler üzerine konuştuk.
Zeynep: Vasıf Kortun ile Alptekin’le dostluğu, bu dostluğun ona ve çevresindeki birçok kişiye etkisi, sanatçı kimliği ile kişiliğinin örtüştüğü noktalar, depresif tutumu ve hayata bakışı ve Balkan coğrafyasındaki üretimleri üzerine konuştuk.
Abdullah: Hüseyin Bey’in eşi Camila Roche ile nasıl tanıştıklarını, beraber geçirdikleri zamanı, üretimlerini, sanat anlayışlarının beraberce nasıl şekillendiğini konuştuk. İngilizce bir bölüm bu. Eşiyle onu anmak ayrı bir öneme sahip oldu bizim için.
Zeynep: Sezin Romi ile arşiv, arşivin Salt’a geçişi, kütüphanesi, hakkındaki kayıtlar, yayımlanmamış röportajlar, Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim kitabı ve Alptekin arşivi üzerine kaleme aldığı yazı hakkında konuştuk.
Abdullah: Grup Grip-in’in üyelerinden, aynı zamanda podcast afişimizi de tasarlayan Eray Makal’la da bir bölüm kaydettik. Hüseyin Bey’le hızla arkadaşlığa evrilen hoca-öğrenci ilişkilerini ve Bilkent yıllarını dinledik ondan. Ayrıca Grup Grip-in’in görsel sanat anlayışından konuştuk. Borga Kantürk ile nasıl tanıştıkları, beraber yer aldıkları sergiler, günümüz sanat dünyası içinde öncülük ettiği sanat anlayışı üzerinde durduk.
Bu podcast dizisini kaydedip yayımladıktan sonra bizimle iletişime geçen Tunç Ali Çam ile ise “bonus” bir kayıt aldık. Alptekin ile aralarındaki baba oğul ilişkisine evrilen yakın bağ ve sanatçının ani ölümü üzerine konuştuk.
Zeynep: Şimdi Hüseyin Bahri Alptekin’in sanatçı kimliğine bakalım.
Alptekin Ankara, İstanbul ve Paris’te estetik, sanat felsefesi ve sosyoloji üzerine eğitim görmüş bir sanatçı. Michael Morris ile yaptığı ortak çalışmalar ile başlayarak kariyeri boyunca müellifsiz üretime ilgi duydu. Çeşitli iş birlikleri ile Grup Grip-in’i, Deniz Fili Seyahat Acentası’nı ve Korugan Araştırma Grubu’nu kurdu. İstanbul, Tiran, Havana ve Helsinki’de kültürel organizasyonlar düzenledi. Birçok konferans ve sempozyuma katıldı. 98’de Sao Paulo Bienali’nde, 2004’te Manifesta’da, 2005’te Tiran Bienali’nde yer aldı. Ayrıca 1995 ve 2005’te İstanbul Bienali’ne katıldı. Eşi Camila Rocha’ya ve dostu Vasıf Kortun’a ithaf ettiği “Don’t Complain/Şikayet Etme” isimli yerleştirmesiyle 2007’de 52. Uluslararası Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil etti.
Biyografisinden kısa bir kesit vermiş oldum böylece ama Alptekin’in sanatçı kimliğini aslında en iyi yine kendisi özetliyor. 1996’da küratör Rosa Martinez’e yazdığı metinden bir kesit okumak istiyorum burada.
“Uluslararası ortamlarda çalışmaya meraklıyım. Farklı kültürlerden, farklı meslek sahibi insanlar ve sanatçılarla iş birliği yapmayı severim. Sürekli depresyondayım. Son işlerime ‘Depresyondaki Sanatçı’, ‘Yaz Depresyonundaki Sanatçı’ adını vermem ve bir caz parçasına ‘İlkbahar Depresyonu’ adını atfetmiş olmam bundandır. Başka şeylerin yanı sıra, bir acid-jazz grubunun menajerliğini yaptım. 5. İstanbul Bienali için ‘Depresyondaki Menajer’ adlı bir proje yapmak istiyorum. Depresyonun hayatı algılamanın ve kavramanın bir başka yolu olduğuna inanıyorum. Depresyon yoluyla yeni bilinç hallerine ulaşabiliriz ve sadece sanat bunu deşifre edip neşe dolu bir algılamaya dönüştürebilir.”

Abdullah: Ben de şimdi biraz entelektüel kimliğinden söz etmek isterim.
Bir entelektüel olarak Alptekin’den söz ederken sanırım ona dair söylenebilecek ilk şey, çevresi ile kurduğu ilişkinin aynı zamanda dünya ile, hayat ile, sanat ile kurduğu ilişkiye ne derece paralel olduğudur. Burada aslında vurgulamak istediğim şey onun alımlama gücü. Alptekin bütün bir yaşamını benzer bir düşünce sistemi üzerine kurmuş özel bir figür olarak ön plana çıkıyor. Okumaları, ilişkileri, bir entelektüel olarak düşünceleri, ürettiği eserler ve kişisel yaşamı da buna göre şekilleniyor.
Hüseyin Bahri Alptekin’in oldukça renkli ve özel bir kütüphanesi var. Kendisi Ankara ve Paris’te estetik, sanat felsefesi ve sosyoloji öğrenimi gördü. Bu anlamda üniversite yıllarından itibaren gelişen bir entelektüel bilinçten söz edilebilir. Özellikle estetik ve felsefe ile ilgili eğiliminin izlerini bu kütüphanede görmek mümkün. Farklı dillerde, farklı meseleler üzerine kaleme alınmış birçok farklı kitabının olduğu söylemek mümkün.
Alptekin, uluslararası anlamda da karşılık bulmuş, bu anlamda öncü Türk sanatçılardan birisi olmuştur. Bu yönüyle kendisinin oldukça geniş bir sahada karşılık bulduğundan, farklı sanat çevreleri tarafından kabul edildiğinden söz etmek mümkün. Okurluğu, biriktiriciliği, seyahatleri ve izlenimleriyle bilinen bir sanatçı. Alptekin Türkiye ile Avrupa ve Doğu Avrupa arasında çokça seyahat etmiş, iş birlikleri kurmuş. Bu anlamda bir entelektüel olarak zengin bir figürle karşılaşıyoruz.
Zeynep: Şimdi biraz Hüseyin Bey’denşahsen ne öğrendik, meselesine geçelim. Alptekin’in Rosa Martinez’e yazdığı metin benim için en çarpıcı başlangıç oldu. Kendisi o amaçla mı yazdı, bilmiyorum ama manifesto gibi bir şey o metin.
Şöyle bağlayayım. Geçenlerde Diyarbakır’da çektiğim bir fotoğrafla karşılaştım, sahipsiz bir el arabasının üstünde bir yığın top görüp çekmişim. Bir yığıntının ortasında hakikaten enstalasyon gibi duruyor. Alptekin’in “Türk Kamyonu” işine benzettim, el arabası versiyonu. Sanatçıların, bir yerde öylesine duran, bir şehirde gelişigüzel rastlanabilecek bir şeyi bütün doğallığıyla, bir de kavramsal bir arka plan ekleyerek işe dönüştürmesini hayranlık uyandırıcı buluyorum. Bu el arabası, toplar ve kamyon arasındaki ilişki ilginçti benim için.
Manifesto dediğim metne dair de bir şeyler söylemek istiyorum. Gerçi o metinde her cümle ayrı bir çağrışım yaratıyor, yani üstüne saatlerce konuşulur ama –kısaca en çarpıcı bulduğum bir iki tanesine değineceğim.
Mesela “İhmal edilmiş zarafetten, spontane zevksizlikten ve titiz estetikten hoşlanırım,” diyor. İfadelerle oynarsak, “ihmal edilmiş zarafet”, değiştirelim, üzerine düşülmüş zarafetten hiç hazzetmediğimi biliyorum veya “spontane zevksizlik” diyor, evet, bana uyar ama spontane olarak değil de göz göre göre, bile isteye orada duran bir zevksizlik beni mahvediyor diyebilirim. “Titiz estetikten hoşlanırım,” diyor cümlenin sonunda da. Bunu da şöyle anlıyorum. Bence Hüseyin Bey’in işlerinde emek boyutu çok görünür durumda. Yani hâliyle, hoşlandığı titiz estetiği bizzat kurduğunu, bize hediye ettiğini söylemek lazım, bu bana çok çekici geliyor.
Metinden ikinci çarpıcı cümle de “Sanata inanırım, sanatçılardan nefret ederim,” cümlesi. Ki bunu jingle’da bir alıntı olarak versek mi, diye düşündük ama biraz zor algılanır diye vazgeçtik. Özellikle Pelin’in sergi başlığıyla beraber düşünelim. Pelin’in sergi başlığı olan Dostlar Arasında ifadesiyle ve konuklarımızın anlattıklarıyla beraber düşünelim. Onu nasıl tanımlıyorlar… Tutkuyla seven ve tutkuyla sevilen bir sanatçı Hüseyin Bey. Çevresinde bulunmak zor deniyor, çok talepkârmış çünkü ama çok da ödüllendirici biriymiş, yani hiçbir zaman verdiğinden fazlasını veya veremeyeceği kadarını almazmış. Ben bu dinamiği kendi hayatımda da gütmek istiyorum. Yanında yakınında olup bu karakter özelliğini ustasından öğrenmeyi çok isterdim. Zor insan olmak –özellikle Hüseyin Bey’in arkasından, onu anarken dinlediklerimi, okuduklarımı hafızamda şöyle bir yoklayınca –zor insan olmak ne güzel şey, diyorum. Bu bakımdan “Sanatçılardan nefret ederim” diyor ama aslında sanırım bir poz takınmaktan bahsediyor, birini sırf sanatçı diye doğrudan içeri almamaktan bahsediyor veya bir statünün arkasına gizlenip korkakça yaşayanlara işaret ediyor gibi geldi bana. Kendini açıklama gereği duymadan, şerhler düşmeden, deveye hendek atlatmadan çat diye söylemesi de ayrıca çok özel… Keşke bu netlikte yaşayabilsem diye gıpta ediyorum ona. […] Evet, podcast’imizin adındaki gibi “daha pek çok şey” söylerim ama sözü sana bırakayım Abdullah, Hüseyin Bey’den sen neler öğrendin?
Abdullah: Ben Hüseyin Bahri Alptekin’den söz ederken aslında öncelikle onun entelektüel kimliği ile kişiselliğini birleştirmeyi ve bunların bana ve hayata bakışıma neler kattığından söz etmek isterim. Çünkü bütün bir seri boyunca ona dair birçok şey öğrenmekle beraber hayata, hayata yaklaşımına ve başka tür bir hayatın mümkün olabileceğine dair de birçok şey öğrendim. Gerek bu serinin bölümlerini kaydederken gerekse onun üzerine araştırma yaparken en çok karşılaştığımız şey aslında onun dostları tarafından, tüm inişli çıkışlı tutumuna karşın, ne kadar büyük bir sevgi ile kucaklandığını görmek oldu. Ondan söz ederken herkesin aklında belirli imgeler, onu tarif etmek için kullandığı birtakım özel sıfatlar, yakıştırmalar vardı. Hemen herkes ondan bir şekilde etkilenmişti ve bu içten bir şeydi. Yapmacık, materyalist veya katı bir şeyden söz etmiyorum burada. Sevimli, içe işleyen, samimi bir etki söz konusu. Konuştuğumuz hemen herkesin ona dair bir şeyler anlatırken yüzünden türlü gölgenin geçtiğini gördüm. Mutluluk, melankoli, hüzün… Bu aslında onun yakın çevresi üzerinde ne derece etkisi olan bir isim, sanatçı, dost ve eş olduğunu bize gösterdi. Dolayısıyla ondan öğrendiğim ilk şeyin dostluk ve dostlukların kıymetini bilmek olduğunu söyleyebilirim.

İkinci olarak, Alptekin keşfetmeyi seven, arayan, biriktiren, düşünen ve dışarıdan birbiri ile uyumsuz gibi görünen onca şeyi bir araya getiren bir isim olarak bende kendisine yer etti. Özellikle de biriktiriciliği, toplayıcılığı, uyumsuzluklardan yakaladığı uyum beni çok etkiledi. Bu benim sanat düşüncemle, kişisel zevklerimle de örtüşen bir durum. Kendisinin ne derece meraklı, enteresan ve arayış içerisinde olan bir karakter olduğunu görmek, bana bu anlamda çok şey öğretti.
Üçüncü olarak, onun yer yer öfkeli yer yer sevimli görünen kişiliğinden, tavrından söz etmek isterim. Bu yine az önce söz konusu ettiğim uyumsuzluğun uyumu ile de bağdaşlaşabilecek bir şey bana kalırsa. İşleri gibi kendisinde de böyle tutum söz konusu, dostlarıyla ilişkisinde olduğu gibi. Belki burada bir tür özdeşleşmeden, kişinin kendisiyle ilgili bir şeyi/durumu bir başkasında görmesinden de söz edilebilir. Bu anlamda onun hayatındaki, kararlarındaki, tavırlarındaki iniş çıkışlara da ayrıca dikkat çekmek isterim.
Ve kütüphanesi… Hayatını sanat ile edebiyat arasında bir yere konumlandırma düşüncesiyle hareket eden biri olarak Alptekin’in kütüphanesini incelemek benim için büyük bir zevkti. Salt Galata’da yer alan kütüphanede sanat, edebiyat, felsefe, mimarlık gibi birçok konuda kitap vardı. Kimi özel ciltlerinde kimi karton kapak, her biri Alptekin’in özenle seçip bir araya getirdiği kitaplardan oluşan, kıymetli ve seçkin bir kütüphane. Bu kütüphaneyi incelemek, onun zevklerini, okuma zevkini görmek da bir kitap meraklısı olarak bana, en azından biz ölsek de sadece çalışmalarımızın değil, aynı zamanda bütün bir yaşamımız boyunca biriktirdiğimiz en kıymetli şeylerden biri olan kitaplarımızın bizden sonra da yaşayabileceğini, bir amaca hizmet edebileceğini düşündürdü, bir anlamda öğretti.
Zeynep: Keşke tanışma şansımız olsaymış kendisiyle… Birinci bölümü kapatırken teşekkürlerimizi sıralayalım. Proje Danışmanımız Şaylan Uran’a, jingle’da “Spring Depression” parçasını kullanmamıza izin veren Ali Perret’e, programımızın adını seslendiren Uluç Esen’e, ses yönetmenimiz Berkan Yıldız’a ve afişimizi tasarlayan Eray Makal’a teşekkür borçluyuz. Ayrıca bölüm konuklarımız Dostlar Arasında–Uzun Bir Hikâyeden Kesitler sergisinin küratörü Pelin Uran’a, dostu Vasıf Kortun’a, eşi Camila Rocha’ya, Salt Kütüphane ve Arşiv Yöneticisi Sezin Romi’ye, Grup Grip-in üyelerinden Eray Makal’a ve son olarak araştırmacı-sanatçı Borga Kantürk’e teşekkürler…
Abdullah: Kurumsal anlamda bizi destekleyen Salt’a, Galerist’e, Sanat Kritik’e teşekkürlerimizi sunarız.
Zeynep: Abdullah ile beraber hazırlayıp sunduğumuz yedi bölümlük Daha Pek Çok Şey’in ilk bölümünü dinlediniz. Bundan sonra Hüseyin Bahri Alptekin’in hayatında önemli yer tutan altı konukla devam edeceğiz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın.