Hilmi Tezgör
Nick Cave’in 2014 yılında filmi çekildi. Dünyada 20000 Gün isimli, hayatındaki bir günün kurgusal olarak anlatıldığı dramatik bir belgeseldi bu. Sinemadan çıktığımda, onu sevenlerin, yani benim gibilerin filmden çok hoşlanacağını düşünmüştüm. Psikanalistiyle konuşma sahneleri ve “fazla canlı” konser görüntüleri sahiciliği törpülüyordu biraz ama yine de güzeldi. Filmden sonra bir arkadaşım şöyle dedi: “Dikkat ettin mi, Nick Cave arşivine girenler eldiven takıyordu? Benim için Nick Cave bitmiştir artık…” Van Gogh’un tabloları değil söz konusu olan, ünlü de olsa nihayetinde bir pop müzisyeninin arşivi. E, bu nedir peki? Anksiyete mi? Aşırı kontrol isteği mi? Her ikisi de mi?
Öte yandan filmde Nick Cave’i tüm açıklığıyla gösteren sahneler de az değildi. Özellikle sondaki itirafları ve ona eşlik eden görüntüler böyleydi bence. Neyi kaybetmek istemezsiniz sorusuna verdiği, “Belleğimi,” cevabı…
*
Popüler müziğin Leonard Cohen-Scott Walker hattından yürüyen ozan-şarkıcılarından olan, eski punkçı, 1957 Avustralya doğumlu Nicholas Edward Cave 1980’da ülkesini terk etti, Londra’ya yerleşti ve ilk grubunu kurdu. Bugün, bundan 40 yıl sonra besteci, şarkıcı, oyuncu ve yazar olarak hayatını hâlâ memleketinden uzakta, Los Angeles’ta sürdürüyor.
Nick Cave müzik kariyerinin başlangıcından beri çok farklı evrelerden geçti. Elvis gibi, Jimi Hendrix veya Jim Morrison gibi krallık fantezileri kurduğu, şamanlığa soyunduğu, ölümü, cinayetleri, kadınları, uyuşturucuyu takıntı hâline getirdiği veya öyle yaşadığı, aşklardan aşklara savrulduğu, romantizmi yücelttiği, rock yıldızı olmanın keyfini en üst düzeyde sürdüğü dönemler oldu. Pîri Leonard Cohen gibi, şarkılarında aşk ilişkilerini derinlemesine sorgulamaktan ise asla vazgeçmedi. 2000 yılında şarkı ve söz yazarlığı üzerine verdiği seminerde, “Her gerçek aşk şarkısının Tanrı için yazılmış olduğunu,” söyleyen, “Aşk şarkısını tanrıyla iletişim kurmanın en iyi yolu,” olarak gören Cave’in bütün şarkı sözleri 2001’de kitaplaştı. Ayrıca And the Ass Saw The Angel ve The Death of Bunny Munro isminde iki romanı; senaryo, şiir ve oyunlardan oluşan King Ink isimli bir değil iki de kitabı var. 2015’te ise uçak koltuklarında bulunan kusmuk torbalarına yazdığı notları topladığı The Sick Bag Song isimli kitabı çıktı. 2014’te grubu Bad Seeds’le beraber çıktığı 22 şehirlik Kuzey Amerika turnesi sırasında alınan bu notlar zamanla “ilham, aşk ve anlam arayışında olan epik bir şiir” bütünlüğüne erişmişti.
Nick Cave’e Tevrat ve İncil’in bolca ilham verdiği biliniyor. Shakespeare, Dostoyevski ve Blaise Pascal’dan çok etkilendiğini hep vurgulayan Cave’in, “John Berryman’ın en iyi şair olduğunu” söylemişliği de var.
“Gökyüzünde kurabiliriz zindanlarımızı / Ve oturup, hüzünlenip ağlayabiliriz / Eleştiren ve suçlayan / Bu acılı koroya katılabiliriz / Çok bir şey fark etmez / Kaybedecek bir şeyimiz olmaz / Bu harikulade hayattan başka / Eğer bulabilirsen onu da / Ve onu bulunca / Harikulade bir hayattır senin getirdiğin / Harikulade, harikulade, harikulade bir şey” diyerek 2003 tarihli Nocturama albümünün açılışını yapan, görkemli dinginlikte, orta-ağır tempolu “Wonderful Life” şarkısı, Cave’in ozan kimliğinin şahikalarından biriydi. Bu şarkı, yıllar önce Shane MacGowan ile düet yaparak kaydettikleri meşhur Louis Armstrong standardı “What a Wonderful World”e de gönderme yapıyor. Cave, “What a Wonderful World”de “müthiş trajik bir şey olduğunu ve aynı etkiyi insanlar üzerinde bırakabilirse çok mutlu olacağını” da söylemişti.
Nick Cave & The Bad Seeds’in 2013 tarihli Push the Sky Away albümündeki aynı isimli şarkı da bana kalırsa müzik ile edebiyatın, şarkı ile şiirin bütünleştiği bir zirve. Müzisyenin o güne dek geldiği noktayı, bugünü ve aynı ânda tüm geçmişini dile getirip notalara dönüştüren benzersiz bir pırlanta: “Bunun için geldim dediğin her şeye sahipsen eğer / Her şeyin varsa ve daha fazlasını istemiyorsan / Bir yana itmelisin artık / Bir yana itmelisin gökyüzünü // Ve bazıları bu sadece rock’n roll diyorsa / Ama o senin ruhunun ta derinine iniyorsa / Bir yana itmelisin artık / Bir yana itmelisin gökyüzünü.”
*
Nick Cave’in fotomodel Susan Bick ile evliliğinden doğan ikiz oğullarından Arthur, 14 Temmuz 2015’te Brighton/İngiltere’de kayalıklardan düşerek öldü. Arthur 15 yaşındaydı. Cave ailesi yaslarını tutup bu büyük trajedinin üstesinden gelebildiler mi, veya ne kadar gelebildiler, bunu bizler bilemeyiz. Ancak 2016’da, Nick Cave Skeleton Tree isimli, büyük bölümü bu kayıptan önce kaydedilmiş bir albüm çıkardı. Aynı yıl, bu trajik kaybın sonrasını yansıtan One More Time With Feeling isimli bir belgesel film de sınırlı olarak gösterime girdi.
2018’de ise müzisyen “Red Hand Files” adını verdiği çevrim içi bir forum başlattı; burada kendi ruh hâlini içtenlikle tartıştı ve takipçilerine bilgece tavsiyelerde bulundu. Daha sonra ise solo konserlerden oluşan bir turneye çıktı ve konserlerde de dinleyicilerin sorularını cevaplandırmaya çalıştı. Galler’in başkenti Cardiff’te “Hiçbir şey ters gidemez, çünkü zaten her şey ters gitti,” dedi.
2019’da ise grup yeni bir albüm çıkardı: Ghosteen: “Hayaletergen”.
Bu albümün her bir bestesi ve sözleri ayrı ayrı incelenip, birer yas belgesi olarak yorumlanabilir, ancak ben birkaç şarkı üzerinde durmak istiyorum. İlk parça olan “Spinning Song”, “Zamanla huzur gelecek / Bir zaman gelecek, iç huzurumuzu bulacağız” diye bitiyordu. İkinci şarkı “Bright Horses”ta ise açık ve net olarak, çocuğunun geri dönmesini bekleyen bir baba var: “Bebeğim geliyor bu trenle / Düdüğünü duyuyorum trenin / Motorun çıkardığı sesi duyabiliyorum / Atların çıkardığı sesi duyabiliyorum / Ve ben bebeğimin geri geldiğini görebilmek için buradayım / Bazı şeyleri açıklayabilmek zordur / Ama bebeğim eve dönüyor / 5.30 treniyle”. Bu beklenti, isminden de anlaşılabileceği gibi, üçüncü şarkı “Waiting For You”da da sürer: “Uyu şimdi, uyu / İstediğin kadar uyu / Çünkü nasılsa dönüşünü bekliyor olacağım senin”.
“Sun Forest” isimli şarkıda ise “Seninleyim,” diye seslenir Nick Cave. “Burada, güneşte, seninleyim. Bul beni.” Ama burada sözlere daha yakından bakarsak, albümün kapağındaki çizime benzeyen, “kitsch” bir cennet ortamı söz konusudur, ancak neşeden söz edilemez: “Kelebekler, ateşböcekleri, yanan atlar ve yanan ağaçların arasında ormanda uzanıyorum. Bir çocuk sarmalı güneşe tırmanıyor. Sana veda ediyor, bana veda ediyor, geçmiş uzaklaşıp gelecek başlarken. Ve ben tüm bunlara veda ediyorum. Gelecek bir dalga gibi, bir dalga gibi ve geçmiş ise vahşi bir dip akıntısı. Gidelim hadi.”
“Ghosteen Speaks” yani “Hayaletergen Konuşuyor” isimli parçada da yine “Seninleyim,” diye seslenir Nick Cave. “Burada, güneşte, seninleyim. Bul beni / Sanırım kurtuluş için söylüyorlar şarkılarını / Sanırım benim için toplandılar burada / Burada yanımda olmak için / Burada, güneşte, seninleyim / Sen benimlesin, yanımdasın, yanındayım.”
Albümün ikinci bölümünde ise şarkı sözlerinin odağı çocuklardan anne-babaya geçer ve çekilen acı tüm derinliğiyle hissedilir: “Sevgiden bahsediyorum şimdi / Sevginin ışıkları nasıl söner / Arka odada onun kıyafetlerini yıkıyorsun / Sevgi bildiğin gibidir / Gelgit gibi / Ve geçmiş, vahşi bir dip akıntısı / Gitmemize asla izin vermeyecek / Gitmene asla izin vermeyeceğim // Geceyi hareket ettirebilseydim, bunu yapardım / Ve yapabilseydim, döndürürdüm dünyayı / Bir şeyi sevmenin yanlış bir tarafı yok / Ama onun elini tutamazsın artık / Yatağın kenarında oturuyorsun / Sigaranı içip kafanı sallıyorsun / Bir şeyleri sevmenin yanlış bir tarafı yok / Kalıcı olmasalar bile.”
Albüm Budist bir masal ile sonlanır: Kalbi kırık bir annenin masalıdır bu. Çocuğunu kurtarabilmek için gereken hardal tohumunu bulmak ister anne. Bu tohumun bulunacağı evde ölüm yaşanmamış olmalıdır. Şart budur. Ama anne böyle bir ev bulamaz. Her evde bir kayıp yaşanmıştır çünkü.
Ghosteen derinlikli, acılar ve hayallerle yüklü ama garip bir biçimde umut dolu, güzel bir albüm; Cave’in sesi de en “zengin” dönemini geçiriyor belli ki. Şunun altını da çizmek gerekir bence: Nick Cave kendini hep bir rock’n roll yıldızı olarak görmüştü ama bu albümdeki rock’n roll oranı “yüzde sıfır”. Gerçi son iki albümdeki elektronik dokunuşları olan orkestral hava zaten rock formatından hayli uzaktaydı ama Ghosteen’in doğrudan bir modern “klasik müzik” albümü olduğu söylenebilir.
Hölderlin ve Heidegger’de yas konulu bir yazısında Kaan Ökten şöyle der: “Yas geçmiş olana, bir daha gelmeyecek olana hüzünlenmek değildir. Şimdide ve burada tüm mevcudiyetiyle var olmak, berk olmak, sabit ve sağlam olmak demektir. Umut ve istenç, aşk ve sevgi ancak böyle mümkündür. Yas yitirmek değil, bilakis yaratmak ve kazanmak için temel histir.” Nick Cave Ghosteen albümünü başladığı gibi, “İç huzurumu bulacağım zamanı bekliyorum,” diyerek noktalar. Kayıpla yüzleşmekte, yasını tutmakta ve bir yandan da -her şeye rağmen- yazmayı ve müzikte anlam bulmayı sürdürmektedir.
*
“Müziğimi satarsam esin perisi beni terk eder,” demişti bir zamanlar. Gerçekten de müziğini satmadı Nick Cave. Herkes gibi iç huzurunu kaybettiği ve onu tekrar bulduğu zamanlar oldu ama müziğini satmadı. Yapıtıyla yaşlı dünyamızı güzelleştirdiğini söylemek için hiç de erken değil.
Kaynaklar:
Freud, Sigmund. Yas ve Melankoli, çev. Leyla Uslu. İstanbul: Cem Yayınevi, 2019.
Reynolds, Simon-Press, Joy. Seks İsyanları: Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock’n’Roll. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003.
Ökten, Kaan. “Hölderlin ve Heidegger’de Yasın Ontopoetikası”: https://t24.com.tr/k24/yazi/holderlin-ve-heidegger-de-yasin-ontopoetikasi,2831
http://www.bad-seed.org/~cave/interviews/
https://www.theguardian.com/music/2019/oct/05/nick-cave-and-the-bad-seeds-ghosteen-review
https://en.wikipedia.org/wiki/Nick_Cave
Nick Cave & The Bad Seeds / Ghosteen – LP/CD, Bad Seed Records, 2019.