
Hilmi Tezgör
Eski Yunancadaki ‘melas’ ve ‘hole’ (‘kara’ ve ‘safra’) sözcüklerinden oluşan ‘melankoli’yi yastan Sigmund Freud şöyle ayırır: “Melankolide insana kendi içi boş gözükür, yasta ise dünya insana boş gözükür”. Melankolinin belirtilerini biliriz: yalnızlık hissi, atalet, yaşamdan ve kendimizden duyulan bıkkınlık, boşluk duygusu, iletişim kaybı.. Seneca ise melankolinin “insanın kendine noksan olması” olduğunu söylemiş. Yani, yine kayıpla ilintili bir hal. “Korku ve umutsuzluk uzun sürerse, artık melankoliden söz edebiliriz” diyen de Hipokrat.
Tüm olumsuz özelliklerinin yanında yaratıcılığın, dehanın kaynağı olarak da görülüyor(du) melankoli. Özellikle Rönesans’tan sonra bu bağlamda prestiji yükselmişti ama görkemli geri dönüşü Romantik Çağ ile birlikte -büyük bir edebilik ve görsellik ekseninde- gerçekleşti. Melankoli, 20. yüzyılın popüler müziğinde de çok merkezi bir kavram, bir tema, bir dışavurum kaynağı olageldi.
Ahmet Oktay, “Durkheim’dan bu yana intiharı toplumbilimsel terimler aracılığıyla çözümlemeye çalışanlar olduğu gibi, metafizik ve psikanalitik terimlerin ışığında anlamaya/açıklamaya girişenler de olmuştur,” diyor (Oktay, 1992: 14). Popüler müzik tarihinin başlarından bugüne birçok müzisyenin intihar yoluyla hayatına son verdiğini görüyoruz. Çeşitli yollarla gerçekleşmiş bu intiharlar; en çok da kendini tabancayla vurmak, kendini asmak, aşırı dozda hap ya da uyuşturucu almak suretiyle.. Ahmet Oktay “intihar edimi kadar ‘müntehirin’ kendisinin de başkalarının ilgi odağında yer alması, edimiyle yaşamı arasındaki ilintilerin merak edilmesi ve bunların doğru/yanlış ölçütleri bağlamında kıyaslanması, olayı ister istemez toplumsallaştırır” derken, İntihar: Kan Dökücü Tanrı kitabında A. Alvarez “toplumsal baskıların belki su yüzüne çıkarttığı, ancak bu baskılardan önce de varolan, baskılar kalktığında da büyük olasılıkla sürecek bir iç yadsıma ve umutsuzluk”tan söz ediyor (Alvarez, 1983: 116).
Günümüzde depresyon havuzu genişlemiş durumda. İntiharları depresif ya da melankolik olmaya bağlamak ne kadar doğru olur bilemiyorum, ama İngiltere/Manchester çıkışlı post-punk grubu Joy Division’ın solisti Ian Curtis kendini asarak intihar ettiğinde miladi takvimler 18 Mayıs 1980’i gösteriyordu. Curtis ve arkadaşları, bu tarihten sadece üç yıl önce bir grup kurarak müzik yapmaya başlamış, kısa süre içinde benzersiz müzikleriyle tanınmış, sevilmiş ve şöhretli olmanın kapısına dayanmışlardı. Bu intihar, Joy Division’ı ‘kült’ olarak anılan gruplara dahil etti.
*
İsmini Nazi toplama kamplarında esir kadınların askerlerle yatmaya zorlandıkları bölümden alan Joy Division’ın büyük ilgi gören 1979 tarihli ilk albümleri Unknown Pleasures’ın ardından grubun yıldızı giderek yükseliyordu, ama bir epilepsi hastası olan Ian Curtis psikolojik açıdan büyük bir düşüş ve çöküş yaşamaktaydı. Bu albümden ‘Candidate’ şarkısının sözleri de Ian Curtis’in adım adım yaklaşan intiharının izini sürüyordu sanki: “Baskının zoruyla sınır çizildi / Zevk yok, kalbimi yitirdiğimden beri / Belleğim çürüdüğü için güç yok / Yavaşça yaklaşıyor o son ölümcül saat…”
Curtis, kızının doğumundan birkaç gün sonra bir dizi epilepsi krizi geçirmişti; grup kurulmadan evlendiği karısıyla da uzaklaşmışlardı, araları soğuktu. Grup turnedeyken Brüksel’de bir kadına âşık oldu ve bu turne sonrası eve döndüğünde bir şişe Pernod içip bileklerini kesti. Kurtarıldı. 23 yaşında, evli ve çocuklu biri olarak içinde bulunduğu durumdan bir çıkış yolu bulamıyordu. Albert Camus Sisifos Söyleni isimli kitabında “Böyle bir edim, yüreğin sessizliğinde, tıpkı büyük bir yapıt gibi hazırlanır. İnsan kendi de bilmez bunu. Bir akşam tetiğe basar ya da kendini sulara bırakır. (…) Kurt insanın yüreğindedir. Yürekte aramak gerekir onu,” diye yazmıştı (Camus, 2004: 16), ama böyle bir arayışı olan yoktu.
Curtis’in çektiği acının yansıması sahnede açıkça gözlemlenebiliyordu. Şarkı söyleyip dans ederken içindeki acı yüzüne vuruyor, kimi zaman da gözleri yaşlanıyordu. Bazen konser sırasında da fenalaşıyordu. 7 Nisan 1980 ’de aşırı dozda sakinleştirici alarak yine intihara kalkıştı; buna kararlı görünüyordu. Ama öte yanda hayat devam ediyordu. Ünlü şarkıları ‘Love Will Tear Us Apart’ın video klibi çekilmişti ve Ian da dahil olmak üzere herkes gittikçe yaklaşan şöhretin ve başarının kokusunu alabiliyordu. Turne planları yapılırken Curtis, özellikle A.B.D.’de daha başarılı olacaklarını düşünüyordu. Bir yandan da depresyondaydı ve üzerinde gittikçe daha büyük bir baskı hissediyordu. 2 Mayıs’ta Birmingham Üniversitesi’nde çaldılar. Bu, Joy Division’ın son konseri olacaktı.
*
Tam 40 yıl geçti Ian Curtis’in intiharının üzerinden. Closer, yani Joy Division’ın ikinci stüdyo albümü yayınlanmak üzereydi. Plak şirketleri Factory’nin başındaki Tony Wilson’ın dediğine göre Ian intiharından önce son olarak Alman sinema yönetmeni Werner Herzog’un Stroszek’ini seyretmişti. Filmin son cümlesi şuydu: “Kablolu arabada ölü bir adam var ve tavuk hala dans ediyor.” Sonra da Iggy Pop’un The Idiot albümünü dinleyerek ipi boynuna dolamış ve kendini asmıştı. Ölümün alkol ya da uyuşturucuyla hiçbir ilgisi yoktu. Epilepsi hastalığı ve son hızla duvara çarpmak üzere olan bir evlilik, zaten çok hassas ve duygusal biri olan ama bunu göstermekte her zaman güçlük çeken Ian’ı artık taşıyamayacağı bir noktaya getirmişti. İntihar notunda “Şu anda çoktan ölmüş olmayı isterdim. Artık hiçbir şeyin üstesinden gelemiyorum,” yazılıydı. 24 yaşındaydı. Cenaze 23 Mayıs’ta kalktı. Ölüm sebebine akut depresyon dendi. Ian geride bir eş ve bir çocuk bırakmıştı. Karısı Deborah Curtis, intiharından sonra “Evliliğimizdeki sorunlar yüzünden intihar etmemişti. İntihara eğilimli olduğu için evliliğinde sorunlar vardı. Mutsuzluğu bir şekilde seviyordu Ian ve kendini haklı çıkaracak senaryolar üretiyor, ona göre hareket ediyordu,” dedi.
Ölümden sonra piyasaya çıkan Closer albümü, şarkıcının sona doğru giden yolculuğunun bütün ipuçlarını taşıyordu. Akıl sağlığı kliniğinde çalışan bir arkadaşının ona anlattığı hikayeler ilgisini çekmiş, bunlardan etkilenmişti; hatta kendisi de bir süreliğine zihinsel ve fiziksel engellilerin bulunduğu bir rehabilitasyon merkezinde çalışmıştı. Kafka’yı, Conrad’ı seven, “insanlığın insanlık dışı olabilme kapasitesine” ilgi duyan Curtis’in şarkı sözlerinde sık kullandığı sözcükler bu albümde de çoktu: soğukluk, baskı, karanlık, kriz, yanlış, çöküş, kontrol kaybı, sonuç ve son.. Bariton vokali de en baştan beri hep ‘yalnız bir yer’den sesleniyordu.
Albümün ilk şarkısı ‘Atrocity Exhibition’, grubun, aralarında konuşmuyor olsalar da Curtis’in acısını sindirip keskin bir müziğe dönüştürdüklerini ortaya koyuyor hemen. Sözler ise adeta ‘sona davet’ gibi: “Yol buradan, at adımını içeri / Göstereceğim sana ne olduğunu ve ne olacağını.” İkinci şarkı, buz gibi ritmik ve hareketli ‘Isolation’da ise “Anne, denedim, lütfen inan bana // Elimden gelenin en iyisini yapıyorum / Başıma gelenlerden utanıyorum / Kendimden utanıyorum” diyor Curtis. ‘Passover’ ile albüm yüzünü iyice karanlığa doğru çeviriyor ve çekilenleri belgeliyor: “Geleceğini bildiğim kriz buydu / Tutturmaya çalıştığım dengemi bozan / Dönüyorum yine sıradaki yalanlar yumağına / Ve merak ediyorum neler olacağını.” Plağın ilk yüzünü kapatan ‘A Means to an End’ ise Curtis ve karısının ilişkisi hakkında, -di’li geçmiş zaman kipinde yazılmış melankolik bir ağıt sanki.
Closer albümünün ‘Heart and Soul’ ile başlayan ikinci yüzü daha sakin, daha kabullenmiş bir havada, ama daha karanlık. Döngüsel, çıkışsız, adeta bir trans hali olan ‘Heart and Soul’un ardından gelen negatif-coşkulu ‘Twenty-Four Hours’un sözlerini bütünüyle alıyorum buraya: “Kalıcılık bu demek ki- / Aşk, gururu gölgeledi / Bir zamanlar saflık olan şey / kendi yoluna gitti // Bir bulut var üstümde / Her hareketimi kaydeden / Belleğin derinliklerinde / Adına bir zamanlar aşk denilen // Ah, nasıl farkına vardım, zaman istedim / Yerine koymak için / Bulmak için çabaladım / Bir an için sadece / Yolumu buldum sandım / Değişmiyor bu yazgı-/Öyle akıp gidişini izledim // Çok ışıklı işaretler / Erişilmez yerlerde / Huzurun talep ettiğiyse / Elimde tutmak istediklerimin hepsi / Çıkıp bakalım / Neler bulabiliriz diye / Umutların ve geçkin arzuların / Değersiz birikimi // Hiç fark etmedim / Gidilmesi gereken mesafeleri / Tanımadığım bir duyunun tüm karanlık köşeleri / Bir an için sadece- / Birinin sesini duydum sandım / Yaşanan günün ötesine baktım / Hiçbir şey yoktu oysa ki // Şimdi artık farkına vardığıma göre / Hepsinin yanlış olduğunun / İyileşmenin yolunu bulmalıyım- / Ama uzun sürer bu tedavi / Duyguların ağır bastığı kalbin derinliklerinde / Gidip yazgımı bulabilmeliyim / Çok geç olmadan önce.”
Curtis’in yazdığı sözler, duygularını en iyi yansıttığı yerdi. Bir tür terapiydi onun için yazmak; böylece üzerindeki baskıları biraz olsun dengeleyebiliyordu. İntiharından sonra, karısı Deborah’ın tersine, onun gayet normal bir insan olduğundan söz edenler de oldu. Oysa bir yıl önceki ‘Dead Souls’ şarkısında “Bana bir başka günü işaret eden / Bu düşleri alıp götürsün birisi / Ölü ruhlar sürekli çağırıyor beni,” diye yazmıştı.
‘The Eternal’da Curtis artık, Simon Reynolds’ın deyişiyle “kendi cenaze törenini izliyor gibidir” (Reynolds: 186): “Bahçenin dibindeki kapıda durdum / Gökteki bulutlar gibi geçmelerini izleyerek / Tam o anda içimi dökmeye çalıştım / İçimde yanan öfkenin etkisinde // Bahçenin dibindeki kapıda uzandım / Görüş alanım, uzanıyor duvardan tellere / Sözcükler anlatamaz / Belirleyemez eylemler / Sadece ağaçları seyretmek / ve yaprakları, düşerken.” Albümü kapatan beste ‘Decades’ -synthesizer’ların çaldığı bir tür cenaze marşı- aynı zamanda karanlık bir yolculuğun sonu demek oluyordu.
“Closer albümü “samimiliğin, yakınlığın, teklifsizliğin imkansızlığına yakılmış bir ağıttır: ‘Isolation’ bir şarkı adı olarak kök anlamı ada olan bir sözcükten gelirken, ‘The Eternal’ ölümün her zaman için Curtis’in gelini olmasının mukadder olduğunu sezdirir.” (Reynolds-Press: 229) Joy Division’ın grup olarak kaydettiği son şarkı ise ‘Atmosphere’di: “Yürü, sessizce / Çekip gitme, sessizce / Tehlikeyi gör, hep tehlike / Bitmeyen konuşma, yeniden kurulan yaşam / Çekip gitme.”
*
Popüler müzik tarihindeki bir başka müntehir Kurt Cobain, “Joy Division’dan uzak durdum çünkü onların birkaç şarkısını dinlemiş ve onlara kapılabileceğimi anlamıştım. Gruba dair duyduğum hikayeler de gösteriyordu ki, her şey bir yana, onlar bir yana olacaktı,” demişti. Evet, onların yeri ‘çok’ özeldi ve Ian Curtis’in içten, yapayalnız, ıstırap dolu ama coşkulu vokali de müziklerinin can damarıydı. Sessizlikle gözyaşının arasında, aydınlık ve karanlık dünyaların kesiştiği yerde, inancın ve umutsuzluğun tam ortasında romantik ve gotik bir figürdü o, yaşlı gözlerle dans ederken dudaklarını buruşturan.
Kaynakça:
Alvarez, A. İntihar: Kan Dökücü Tanrı. Çev. Zuhal Çil Sarıkaya. Ankara: Öteki Yayınları, 1992.
Camus, Albert. Sisifos Söyleni. 8.bs. Çev. Tahsin Yücel. İstanbul: Can Yayınları, 2004.
Freud, Sigmund. Yas ve Melankoli, çev. Leyla Uslu. İstanbul: Cem Yayınevi, 2019.
Güner, Ogan (der.). “Joy Division: Sırtında Nefret Yazıyordu.” Roll 98. s.30-34, 2005.
Katz, Gary J. Rock Ölüler Kitabı. Çev. Canan Çakırlar. İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 1997.
Oktay, Ahmet. “İntihar: Başkaldırma ve Boyun Eğme.” Sombahar 14. s.14-20, 1992.
Reynolds, Simon. Rip It Up and Start Again: Postpunk 1978-1984. London: Faber & Faber, 2015.
Reynolds, Simon-Press, Joy. Seks İsyanları: Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock’n’Roll. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003.
Keskin, Ferda. “Melankoli.” Söyleşi: Alper Hasanoğlu. Normalin Sınırları: Podcast
Joy Division / Closer – LP/CD, Factory Records, 1980.