
Sedef Buğday
Cihangir’de Pürtelaş Sokağı’nda sıradan, hiçbir özelliği olmayan, pencerelerinden deniz görülen bir apartmanın her dairesinin sakininin yaşam yahut yaşayamama öyküsünü anlatıyor Beş Sevim Apartmanı.
Romanın ilk cümlesi, okurunu ilginç ve gizemli bir dünyaya hazırlıyor adeta:
“Pencerelerin öyküleri yaşamın tüm sırlarını içinde saklar.” (s.7)
Mahallelinin, sakinlerini tuhaf, cinperili olarak kabul ettiği hiç olmasa sıra dışı olduğuna inandığı ancak hiçbir surette iletişime geçmediği bir apartmandır Beş Sevim Apartmanı.
“Pencereler kimi zaman bakmasını bilene ya da aklını çeldiği gözlere inanılmaz şeyler gösterir.” (s.7)
Mine Söğüt’ün 2003 yılında kalem aldığı, ilk romanı Beş Sevim Apartmanı: Rüya Tabirli Cinperi Yalanları, sevgisizlikle bağlantılı birçok şeye, iletişimsizliğe, terk edilmişliğe, zorbalığa ve eril tahakküma dair bir manifesto niteliğindedir.
Beş Sevim Apartmanı’nın konusunu eserin yazım biçiminden bağımsız düşünemeyiz. Roman ilk etapta bizlere karşı pencereden bakan bir komşunun gözünden söz konusu apartmanı anlatır. Her katında bir daire olan bu apartman, birbirleriyle ve mahalleliyle hiçbir şekilde iletişimi olmayan beş sakini barındırır. Mahalleli tarafından garipsenen bu apartmanın adı bile ayrı bir gizem taşımaktadır. Beş Sevim Apartmanı’na girip çıkan tek kişi ise bakkalın çırağıdır. Ancak o da bu sakinlerin hepsinden korkar. Zaten hiçbiriyle konuşmuşluğu da yoktur. Çırağın söylediğine göre, bodrum katında kimselerin görmediği asık suratlı, kısa boylu, toparlak bir cin yaşamaktadır.
“Tüm ihtiyaçlarını telefonla sipariş vererek karşılar; siparişleri getiren çırağa kapıyı sonuna kadar açmaz; kuytu bir aralıktan bahşişsiz ve merhabasız bir refleksle, elindekileri kapıp geri kaçarlardı.” (s.9)
Romanın başkahramanları Doktor Samimi ve onun tezini kanıtlamak amacı ile gözlemlediği beş hastası yani Beş Sevim Apartmanı’nın beş sakinidir. Köşedeki bakkal, bakkal çırağı, Huriye Hanım ve hasta yakınları yan karakterler olarak değerlendirilebilir. Eserin ayırt edici özelliğinin bu karakterinin yaşam öykülerinin anlatılış tarzı olduğunu düşünebiliriz. Apartmanın, Doktor Samimi’nin ve Huriye Hanım’ın anlatıldığı üçüncü tekil kişi ağzından okura aktarılan bölümlerini, apartman sakinlerinin kendi yaşam öykülerini anlattığı bölümler takip eder. Bu kısımlar birinci tekil kişi ağzından yazılmış olup okura bir masal dinliyormuş izlenimi vermekte, fantastik ögeleri içinde barındırmaktadır. Akabinde okuyucu gerçek ile yüz yüze gelir. Bu masal tadında yaşam öykülerinden sonra tekrar üçüncü kişinin ağzından sakinlerin “gerçekliklerini” yani hasta kayıtlarını öğreniriz. Sakinlerin anlattığı ile taban tabana zıt olan bu gerçeklik okurken canımızı acıtır. Başlangıçta hayat hikayesi anlatılan Doktor Samimi’nin her hasta anlatısının ve gerçekliğinin aktarımının sonunda “Doktor Samimi’nin Günlüğü” aracılığıyla bilinç akışına da dayanan iç dünyasını görürüz.
Beş Sevim Apartmanı: Rüya Tabirli Cinperi Yalanları, adından da anlaşılacağı üzere içerisinde rüya tabirleri barındıran bir romandır. Yapısal olarak romanın ilgi çekici özelliklerindendir diyebiliriz bu tabirler için. Rüya tabirleri, gelişen olayların ortasında veya sonunda yazılmış ve içinde o olayların sebep yahut sonuçlarına dair ipuçları barındırmıştır.
Olayların hangi zamanlarda geçtiğiyle ilgili net bir bilgi yoktur. Ancak televizyon, telefon, gazete gibi araçların kullanıldığını göz önüne aldığımızda 90’lı yılların son çeyreği veya 2000’li yılların başı olabileceğini düşünebiliriz. Fantastik, gerçek-üstü bir dille yazıldığını gördüğümüz bu eserde zaman ve gerçeklik algısı da değişkenlik göstermektedir.

Romanın başkarakteri Doktor Samimi, babası öldükten sonra annesi tarafından terk edilircesine halasına bırakılmış, annesinden ihtiyaç duyduğu ilgi ve sevgiyi göremediği gibi halası tarafından da gözetilmemiş, bunlar yetmezmiş gibi arkadaşları tarafından da ötekileştirildiği bir çocukluk geçirmiştir. Muhtaç olduğu sevgiyi rüyalarına giren cinperilerde bulmuştur. Cinperiler ona susmasını öğütlemiştir, Samimi de bu suskunluğundan dolayı kimseyle arkadaş olamamıştır. Yalnızca rüyalarında oyunlar oynamış, cinperilerin sözünden çıkmamıştır. Doktor Samimi büyüyüp psikiyatr olduğunda bile cinperileri onu bırakmamış, onun aşk hayatına dahi müdahale etmişlerdir. Âşık olduğu kadınla konuşacağı günün gecesinde cinperiler rüyasına girmiş ve onu tehdit etmiştir:
“Eğer gidip kızlarla ilgilenecek olursan,
Gidip o çil cadısı kızı evlenmek için kandırırsan
Tüm oyunlarımızdan dışarı atarız seni.
Bir daha bu cinperi kapısından, giremezsin içeri.
Biz aşktan tiksiniriz.
Hele çilli kadınlardan nefret ederiz.
Onun seni bizden çalacağını anlarsak,
Hiç acımaz o çilliyi de seni de öldürürüz.
Öldürürüz… öldürürüz… öldürürüz…” (s.15)
Doktor Samimi, aşkına engel olan cinperilere kızmış, onlardan ilk defa korkmuş ve intikam almaya karar vermiştir. Eve kapanmış, cinperilerin olmadığına dair tezler yazmış, tüm dünyayı onların var olmadığına inandırmak istemiştir.
“Olduğuna inanmadığınız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz.” (s.19)
Doktor Samimi, bu tezini kanıtlamak için adı da hayli garip olan bu apartmanı satın almış, sırasıyla sarı, yeşil, kahverengi, turuncu ve kırmızı perdelere sahip olan her bir daireye kendisi gibi cinperilere inanan, onlarla arkadaşlık etmiş beş hastayı yerleştirmiştir. Kendisi de bodrum kata yerleşmiş, her gün hastalarını gözlemleyip rapor tutmuştur. Doktor Samimi, Beş Sevim Apartmanı’nın da cinperili olduğunu düşünür, her gün sabaha karşı aç kedilerin miyavlamalarını duyduğunu yazar defterine.
Doktor Samimi, bu düşüncesinde haksız sayılmaz. Beş Sevim Apartmanı’nda yıllar önce yaşayan Huriye Hanım da cinperilerle ilişkisi olan biridir. Gençken evlenmiş, kocası tarafından oğlan çocuk doğurması dayatılmış, her seferinde kız çocuk dünyaya getirmiş, her seferinde adını Sevim koymuş ve Beş Sevim’ini de kaybetmiş acılar içinde bir kadındır Huriye Hanım. Sanki oğlunun olmaması onun elindeymiş gibi kocası tarafından suçlanmış ve terk edilmiştir. O da beşine Sevim adını verdiği kedilerle yaşamaya başlamış ve sokaktaki kedileri sahiplenip, onları her sabah büyük bir seremoniyle beslemeyi görev edinmiştir. Bir haziran gecesi ilk defa rüyasında cinperileri görmüş ve o sabah ortadan kaybolmuştur. İki gün sonra oğullarının olması için adaklar adadığı Merkez Efendi türbesinde üzerinde uyuyan beş kedi ile beraber cansız bedeni bulunmuştur. Huriye Hanım’ın kaybolduğu o sabah tüm kediler “ahşap evin etrafında azgın kurtlar gibi dönüp duruyor, uğursuz yarasalar gibi bağrışıyorlardı.” (s. 31)
Beş Sevim Apartmanı’na ilk yerleştirilen hasta Oğuz’dur. Sarı perdeli pencereden dışarıya bakan Oğuz, cüce olduğunu düşünmektedir. Bunu beş yaşındayken annesi anlatmıştır ona bir cinperi masalı uydurarak. Hastane kayıtlarına baktığımızda Oğuz’un aslında bir cüce olmadığını görürüz. Oğuz 1.70 boylarında ve 30 yaşındadır. Annesi Gülsüm’ün, büyüdüğünde kendisini öldüreceğinden korktuğu için büyümemeyi tercih etmiştir. Yapayalnız bir çocukluk geçirmiştir Oğuz. Bu yalnızlığını divanın altında oyunlar oynadığı cinperilerle paylaşmıştır. Rüyalarında da cinperilerle birliktedir. Oğuz, kendi hikayesini anlatırken ilk kez cüce çocuk masalından bahsettiğinde devamında gelen rüya tabiri bizlere olayın gidişatı hakkında ipucu vermektedir adeta:
“Rüyada cüce görmek, o kimsenin hayallerinin alt üst olacağı anlamına gelir. Rüyasında cüce görenin, korku damarlarından ince ince bir acı sızar. Etrafı gama eleme bular.” (s.36)
Apartmanın ikinci katında yaşayan, yeşil perdeli penceredeki kadın Yeşim’dir. Yeşim, babasının ona “senin sesin de vücudun gibi çok çirkin” demesiyle yedi yaşındayken susmuş bir çocuktur. Annesi art arda on doğum yapmış, doğurduğu on oğlunu da gömmüştür. Ardından kendi de ölmüştür. Daha sonra babası onu köyde Ketum Hatun adıyla bilinen bir “cadıya” bırakıp gitmiştir. Yeşim ve Ketum Hatun 10 yıl boyunca birlikte yaşamış ve en sonunda Ketum Hatun koynundan çıkardığı sedef renkli anahtar ile cinperi alemini arkasında gizleyen kapıdan içeri girmiştir. Yeşim artık 80 yaşına gelmiş bir kadındır.
“…Öğrettiği her şeyi öğrendim. Tüm sırlarını, tüm yalanları, tüm dolanları, zehir yapmayı, candan can almayı, panzehir turşusunu kurmayı, cana can katmayı, fareyi deve, deveyi solucan göstermeyi…”
Yeşim’in gerçekliğini anlatan hasta dosyasında ise Yeşim’in bir genç kız olduğunu ve nemfomani teşhisi olduğunu görürüz. Yeşim rüyalarında gördüğü cinperilerle cinsel ilişkiye girdiğine inanmaktadır. Babası pilot olduğu için eve çok az uğramaktadır. Annesi zamanının çoğunu eczanesinde geçirmektedir. Ailesi tarafından gözetilmeyen, yalnız bırakılmış, ailesinin kendisini sevmediğine inanan bir çocuktur Yeşim. Annesi delirip babası öldükten sonra hastaneye yatana kadar anneannesiyle yaşamıştır. Akıl hastanesine getirildiğinde yaşlı bir cadı olduğuna inanıyordur.
Üçüncü katta, kahverengi perdeli penceredeki adam Yusuf, anne-babasının gerginliği arasında ve onların şiddetiyle büyüyen bir çocuk olduğunu, onların gözlerinin içine bakmanın intihar olduğunu anlatır. “Zaten cinlerim tepemde” cümlesiyle anne babasının cinlerini görmek istemiş, göremeyince kendininkileri aramıştır ve bir polis arabasında yaptığı yolcukta cinperileri ilk defa rüyasında görmüştür. Babasının demir ökçeli ayakkabıları onun için şiddetin ve sevgisizliğin bir simgesi olmuştur. Hastane kayıtlarında görüyoruz ki Yusuf, varlıklı bir ailenin oğludur. Sadomazoşist eğilimi vardır, başkalarını suçlamaktan da hoşlanıyordur. Aslında asıl istediği şey ilgisizlikleri ve sevgisizlikleri yüzünden ailesini cezalandırmaktır. İki yıl boyunca kendisini tedavi eden psikiyatra türlü türlü hikayeler anlatıp en sonunda babasının ona tecavüz ettiğini söyleyince ailesi tarafından hastaneye yatırılmasına karar verilir. Yusuf o haziran gece yarısı tüm öfkesini annesinden çıkarır.
Dördüncü katta Turuncu perdeli penceredeki Elif, cinsiyet bunalımı yaşayan bir kadındır. Kendisinin erkek olduğuna ve bir ikizi olduğuna; ikizinin onun güzelliğini çaldığına, unutula unutula büyüdüğüne inanır. Her gün cinperilerden kız kardeşinin ölmesinin diler. Hastane kayıtlarında ise onun tek çocuk olduğunu ancak babası tarafından erkek olmadığı için sevilmediğini öğreniriz. O da babasının onu sevmesi için erkek gibi davranır, babası öldüğünde bile bundan vazgeçmez. Annesi Elif’i “normale” döndürmek için onu dövmek dahil olmak üzere her yolu dener fakat işe yaramaz. Kimsenin bilmediği bir kızın erkek kardeşi olmaya devam eder. Dünyasını cinperilerden başka kimseye açmaz. Annesi tekrar evlenip bir erkek çocuk doğurduğu gün delirir. O gün evin her tarafına “Bir çocuk öldürüldü!” yazar. Haklıdır da, Beş Sevim Apartmanı’nın tüm sakinleri gibi onun da çocukluğu öldürülmüştür aslında.
Beşinci katta, kırmızı perdeli penceredeki Melike süslü ve güzel bir kız çocuğu olarak büyüdüğüne, anneannesinin cinperi masalına inanır. Ona göre anneannesi ve annesi gibi o da gülüşünü cinperilerden almıştır. Kayıtlardan ise onun çok kadınlı, çok çocuklu ama erkeksiz bir evde büyüdüğünü öğreniriz. Babasız bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir ve babasının geleceği günü bekliyordur. Suskun, içekapanık ve unutulmuş bir çocuktur. Her gece sonsuz rüyalar aleminde o çok istediği, sevgi dolu aileyi görür. On altı yaşındayken bir gün kapıya gelen adamın babası olduğuna inanır ve onun tecavüzüne uğrar. Birkaç gün sonra bir haziran gecesi kapıya gelen adamı rüyasında gören Melike tüm cesaretini toplayıp “Neden?” diye sorduğunda aldığı cevap üzerine hemen uyanır ve tüm öfkesini annesi ve anneannesinden çıkarır.

Neredeyse önemli olayların tümünün bir haziran vakti olduğu Beş Sevim Apartmanı’nda yine bir haziran sabahında Doktor Samimi tarafından yangın çıkarılmıştır. İtfaiyecilerin kolayca söndürdüğü yangından sonra komşuların apartmanda yaşayan beş kişi olduğunu söylemesine rağmen yalnızca Samimi’nin bodrum katta bulunan bedeninden artakalanları çıkarabilmişler, ne kadar arasalar da Doktor Samimi’den başka birinin izine rastlayamamışlardır.
Doktor Samimi ve Huriye Hanım dahil olmak üzere Beş Sevim Apartmanı’ndaki bütün hastaların cinperilerle kurduğunu ilişkinin temel sebebinin sevgisizlik, terk edilmişlik, iletişimsizlik gibi sebeplerin olduğunu görmekteyiz. Doktor Samimi, sevgiyi ve samimiyeti hiçbir zaman bulamamış, cinperilere tutunmuştur. Hayatında bir kere baş kaldırıp onda da yine cinperilere yenilmiştir.
“Ateş ve cin.
Yakmak ve cin.
Cinler ateşten çıktılar, çarptıklarını yaktılar.” (s.18)
Oğuz’un asla büyümek istememesi ve buna bağlı olarak cüce olduğuna inanmasının sebebi annesinin tıpkı babasını öldürdüğü gibi kendisini öldürecek olmasından korkmasıdır. Gülsüm’ün ise Oğuz’u sevmemesinin altında bir erkek faktörü yer almaktadır. Gülsüm kocasıyla zorla evlendirilmiş ve daha sonra onun tarafından başka erkeklerle ilişkiye girmesi için zorlanmıştır. Yeşim’in ailesi, kızlarının hastalığından dolayı utanmış ve bu utancın sonunda anne delirmiş, baba ölmüştür. Kızlarını tedavi ettirmek için bir yol denememişlerdir. Yusuf ilgisiz olan anne babasını cezalandırmak istemiş ancak bütün öfkesini annesine yöneltmiştir, Oğuz gibi. Elif bir kız çocuğu olarak doğduğu için babası tarafından dışlanmış, en sonunda delirmiştir. Melike ise yaşadığı felaketten annesi ve anneannesini sorumlu tutup onları öldürmüştür.
Doktor Samimi, günlüğüne kendisini bir trajedi kahramanı gibi gördüğünü yazar. Buna göre cinperileri açıklamak için Kuran’ın incelenmesi, apartmanın beş katlı oluşu, adının Beş Sevim oluşu, Yeşim’in anneannesini beşinci kattan atması gibi unsurlarla, beş perde olarak sahnelenen tragedyalara işaret edildiğini düşündürmektedir. Bu şekilsel özelliklerin dışında Beş Sevim Apartmanı, gerçekten de toplumsal bir trajediyi gözler önüne sermiştir.