Yağmur Yıldırımay
yagmuryildirimay@gmail.com
… size güzel günlerden bahsedecekler, size insan için yazılmış şiirler, romanlar okuyacaklar, size diyecekler ki, sabreden kazanır, çalışanı Allah sever, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. İnanmayın. Sabreden sabrettiğiyle, çalışan çalıştığıyla kalır ve diliniz ne kadar tatlı olursa olsun o yılan bir gün sokar. Sokmasa da tıslar.
Banu Özyürek, Poz ile (2019, Everest Yayınları) okuruna, imkânsız gibi görünenin nasıl aşılabileceğini, “tuhaf” algılananın aslında bozuk bir zihnin ürünü olduğunu insanın doğal hali içinde anlatıyor; dans ederken, bürokratik engelleri aşmaya çalışırken, çocukluğundaki bir olayı hatırlarken… Tüm bunların içinde kazanılmak istenen ama kazanıldığında aynı zamanda korkutabilen “görünür olabilme arzusu” ortak nokta.
İlk öykü “Bu senin çocuğun”, tam da bu arzunun dile gelmesiyle başlar: “Bakılmak istiyorsun. […] Bedenin şimdi yalnız bunun için var. Arzumun yüreğine oturacak bir oyuncak olmak için.” (s. 13) Farklı cinsel yönelimleri olan sevgililerin yaşadıkları, herkes tarafından kavranılamayacak güzelliklerin düşü gibi. Bu düşe zaman zaman ötekilerin eli de değiyor ister istemez; utanç, korku, kıskançlık. Bu yüzden insan kendiyle olduğu kadar etrafıyla da mücadele edebiliyor ama eninde sonunda şu fısıldanıyor: “Senin sen olmadan güzel ne var…” (s. 18) Bu belki de “âdemelmasından kırıtmaya” doğru giden ikinci bir şansta gizlidir belki de eşlik eden bir şarkıda. Mühim olan kendin olma deneyimine adım atmış olman. Özyürek, işte bu adımı attırıyor karakterlerine, bir kıstas yüklemeden.
Bir başka cesaret öyküsü de “Kapı”. Görünmez duvarların aşılabileceğini, bir “haydi!”nin insanın üzerindeki ağırlığı alabileceğini gösteren bir öykü “Kapı”. “Yenilgi ruhta tefini çalabilir” ama önemli olan “Ben buradayım!” diyebilmektir. Zorluklar her zaman gerçek cüssesiyle karşımızda belirecek, küstahça gülecek, tepeden tırnağa bir engel yaratacak, tüm heybetiyle bir korku peyda olacak ama onları aşmamak için sebep yok. Eşyanın -binanın- bu heybetin yerine geçtiği öyküde yazarın da dediği gibi: “Kapıların bile gözü vardır şu dünyada ve adımını öyle bir ayarlamalısın ki kapının gözüne girebilesin ve sonra da kapıdan girebilesin inşallah.” (s. 33) Aşmamış olmak da bir sorun değil elbette, insan “yaşayamıyor oluşu”yla da yaşar.
Bugünlerde içinde olduğumuz “bana bir şey olmaz”cıların mahvettiği/mahvedeceği dünya, Özyürek’in “Yapış yapış” öyküsünde yer alıyor. İklim değişikli nedeniyle ortaya çıkan su sıkıntısı ve artık dünyada kış denilen mevsimin olmaması söylentiler ilk çıktığında kimsenin inanmamasından kaynaklanır. Ve durumu aşacak bir çare yoktur henüz, olacağı da muallak. Yine de bedenlerinden sızan kesif bir koku içinde umut da var: “Susuzluktan ölecek, ucubeler gibi yeşil bataklıklarda boğulacak değildik? Film değildik biz.” (s. 43). Bu cümleler insan olabilmenin, katlanabilmenin dürtüsüdür belki ama ölümün karşısında pek de işe yaramayacağı kesin.
Anlatıcı-yazarın anneannesinin hayatından bir ânın anlatıldığı “Hayvan yalnızlığı” öyküsünde, “düşlere ve mutluluk ihtimaline karşı bir zorbalık” içinde olanların karşısında yer alıyor anlatıcı-yazar. Çünkü ona göre, “mutluluk ihtimaline karşı bir zorbalık söz konusuysa bunun yazılması ve dilden dile dolaşması, bundan sonra böyle arsızlıklar yapacakların ayaklarını denk alması, mağdurların da en azından hikâyelerinin yaşamasını aracılığıyla bir tür umudu muhafaza etmesi gerekir” (s. 78). Kayınvalidesi, kayındeperi, kocasının kardeşleriyle hep birlikte yaşayan Nezihe’nin bir Zeki Müren posteri alabilmek için nasıl bir arzu duyduğu, bu arzusunu güç bela gerçekleştirdikten sonra kayınpederinin posteri parçalayışı ve Nezihe’nin hüznü insana dair bir şeyleri eşeliyor.
On altı öykünün yer aldığı Poz, küçük bir çocuğun sınıf farkını sezişinden, bir yazarın kitabı için yayınevi aramasından, tek bir odada hayal kırıklıklarıyla hayata tutunan kadından, hastanede ölümü bekleyenden bahsedilen öykülerle devam ediyor. Bir yerlerden okura tanıdık gelen bu öyküler her seferinde birbirine sözcüklerle bağlanan insanların varlığını ortaya koyuyor. Bazıları çok sıradan, bazıları sarsıcı, gerçekdışı ve nihayetinde güçlü öyküleriyle Özyürek, hayatı biraz daha anlamsız hissettiğimiz, sorguladığımız şu günlerde sevincin de kederin de iyinin de kötünün de hep bizler için, bizim etrafımızda döndüğünü hatırlatıyor.