.

Şeylerin Şiddeti: Açık Dövüş Üzerine

İpek Bozkaya

Büyük fikirler yüzünden ahlakı bozulacak kişiye yazıklar olsun! Felsefi düşünceler içinden yalnızca kötü olanları çekip almayı bilen, ahlakı her şeyle bozulan bu kişilere yazıklar olsun! Bunların ahlakının Seneca ya da Charron okuyarak bozulmadığını kim ileri sürebilir?

Marquis De Sade, Yatak Odasında Felsefe

Şeyleri ve şiddetlerini edebiyat düzleminde tartışmak, meseleler üzerine düşünmek ve durumlara küfretmek için bu kanalı seçmek, edebiyata sadece retorik meziyet için başvurmaktan daha öte handikaplar barındırıyor. Tartışmaları, tartışılması gerekenleri, unutulanları, kıyıda kalmışları, çok çarpıcı gerçekleri, unutturulmaya çalışılanları, eşitsizlikleri, dengesizlikleri, çarpık iktidar ilişkilerini, şiddeti, öfkeyi, hıncı bir anlatıcı vasıtasıyla edebi düzlemde sunmak; kurgunun ve dilin mükemmel işlediği teknik beceriyi gerektirmesinin yanında birinin diğerine ağır basmayacağı ve ederinden götürmeyeceği mükemmel bir dengeyi lüzumlu kılıyor. Karanlık bir atmosfer yaratıp meseleleri tartışma yetisini başarılı bir anlatımla gösterebilmek edebiyatın sadece iyiden ve güzelden nasiplenmeyeceği konusundaki anlaşmayı pratik ediyor; fakat iyiden ve güzelden ivmelenmeyen edebiyat, şeylerin şiddetini aktarırken ölçüt aldığı şeye göre de sarsıcı ve kayıp bir okuma deneyimine zemin hazırlayabiliyor.

Onur Akyıl’ın Açık Dövüş adlı öykü kitabı 2020 yılında basılmış, gündelik ve gündelik olmayan şiddetin ve hıncın bazen alenen bazense fantastiğe kaçarak bir katman üstte yer aldığı, gerçeğin sıra dışı ve sıradan görüntülerini açıkça veren, meseleler üzerine düşünen ve yer yer anlatıcının ağzını bozduğu bir kitap. Dili estetize etmekten, sonlara doğru gittikçe uzaklaşan bu kitapta anlatıcının hayata ve oluşlara dair uç duygudurumları ve yazarın huzursuz edici kurguları; bir edebi yapıttan beklentinin metaforik yelpazesini, okurun dünya algısına göre, hayli genişletiyor. Şair olduğunu bildiğimiz yazar öykü türünde dilden şiirdeki kadar özenli yararlanmasa da Açık Dövüş’teki öykülerde işaret ettiği şeyler bağlamında üzerine düşünülecek ya da üzerine üzülünecek şeyleri bırakıyor.

Açık Dövüş, kitabın dilin doyuruculuğu anlamında en iyi öyküsü olan Kurbağaların Ölümü adlı ilk öyküyle okuru yakalayan bir şekilde başlıyor. Canlı, cevap bekleyen, gerçek hayata dair tespitlerin onayını isteyen bir metin şeklinde açılıyor;

Üzgünüm ama ölümden bahsedeceğim. Kurbağanın ölümünden. Kurbağa gerçekten öldü. Sizi bilemem ama ben kurbağanın ölümünü önemsiyorum. (…) Ama bir şeyin ne zaman gerçekleştiği onu şeyler içinde daha önemli bir yere taşıyabilir insan için. Bunu arada bir düşünün, belki daha önce düşündünüz, siz birbirini anlayan, seven insanlarsınız. Kültürlü ve aydınsınız.” (7)

Birkaç sayfa boyunca kurbağanın ölümünden ve Bay Ben’den bahsedip Bay Ben’e gelemeyen bu anlatıcı Stern’ün laf cambazı anlatıcısını anımsatıyor olsa da; konudan saparak lafı uzatmak ve meselelere farkındalıklar geliştirmeye çalışmak için öykü düzleminin doğru bir zemin olmadığının farkına varıyor ve Bay Ben’in hikâyesini gerçekten fantastiğe doğru sonlandırıyor. Bir gecede ortadan olduğu gibi kaybolan apartmanların efsanesi üzerine belediye başkanının ve devlet yetkililerinin arama çalışmalarına dahil olması olayların bir Saramago kurgusuna evrileceği hissiyatını verse de Kurbağaların Ölümü okurun kendi algısına göre çözeceği şekilde bitiyor. Yaşanılagelen hayatın dışında alternatif işleyişlerin kurguya dahil edilmesi anlatının dilini zenginleştiriyor. Fantastik tahayyül Açık Dövüş için önemli bir izlek, çünkü yazar diğer öykülerde de gerçeğin farklı veçhelerine fantastiğe kaçarak dikkat çekmeye çalışıyor. Gerçekle, olması gerekenle ve halihazırda olagelenle olan kavgasını ise bazen tanrının yeryüzüne inip anlatıcı karakterle konuşmasıyla, bazense bir gecede kaybolan apartmanlarla veriyor.

Açık Dövüş’te, kitap ilk açıldığında yeni anlatım olanakları deneme potansiyelinde olan bir yazarla karşılaşıldığında, anlatıcının ikinci çoğul kişiye hitap ederek muhatap aldığı kişi okur mu, yoksa anlatı içinde bir muhatap mı bilemiyoruz. Öykünün bu ikircikli yapısı da retoriğin nasıl zenginleştirildiğini gösteriyor. Çünkü okur aynı anda hem metnin tüketicisi hem de yaratım sürecine dahil olan aktif katılımcı oluyor.

Burada anlatıcının ikinci çoğul kişiye hitap etmenin yanı sıra kendi anlatısına da ironi ve mizahla işaret etmesi anlatıyı ve dili renklendiren en önemli unsur. Bir sürü kasti retorik kalabalık yaptıktan ve Bay Ben’e bir türlü gelemedikten sonra anlatıcı şöyle diyor;

 “Yazarın anlatısı savruluyor mu dersiniz? Ben bazen bu çocuğu acemi buluyorum, acemi. Evet, acemilik zaman zaman iyidir. Fakat kurbağanın nerede öldüğünü sorup, Bay Ben diye bir adama geçip, bizim merakımızı bir yazar olarak törpülemesi elbette sıkıcı bir şey. Bazen bazı yazarlarda böyle şeylere rastlıyoruz; okur olarak yapmamız gereken şey sabırlı olmak, başka çaremiz yok.” (11)

Anlatıcının, hitap ettiği okurun yanında, kendisini de aynı zamanda, halihazırda yazmış olduğu metnin okuru olarak nitelemesiyle, kurduğu katmanlar kendi anlatısına dışarıdan bakan bir bakışı imliyor; anlatıcı aynı zamanda hem metnin yazarı hem okuru; okur hem metnin üreticisi hem de tüketicisine dönüşüyor. Küçük bir öyküden anlatı-anlatıcı-okur-yazar dörtgeninde üzerine düşünülebilecek hayli teknik konu çıkıyor.

Kitabın, kitaba da adını veren ikinci öyküsü Açık Dövüş’te artık seslenilen kişinin kurgunun içinde başka bir ikinci çoğul üst kişi olmadığı doğrudan okur olduğu anlaşılıyor. Açık Dövüş öyküsünde yine birinci tekil, fakat yine okurun uyanık kalmasını sağlayan, ara ara okuru yoklayan bir anlatıcı var: “Siz bilirsiniz ama eğer isterseniz evinizde ve mahallenizde deneyebilirsiniz… Büyük işlerle başlamamanız sizin menfaatinize olur.” (23) Sorduğu soruların ve talep ettiği etkileşimin yanı sıra bazen anlatıcı dünya deneyimine dair beyanlarını genel ifadeler şeklinde veriyor: “Hepimiz kendini koruyan soruların tutsağıyızdır.” (10), “Ne de olsa insanlar ve kurbağalar gibi bataklıklar da birbirini andırır.” (9)

Açık Dövüş öyküsüyle birlikte kitabın ana izleklerinden birinin şiddet ve şiddetin sunumu olduğu görülüyor. Açık Dövüş öyküsünde öldürme işini profesyonelce yapan bir grup çeşitli etkinliklerde insanlığın bastırılmış şiddet duygusunun dışarı çıkmasına aracılık ediyor. Öfkesi dinmeyenler olarak bu grubun üyelerinin asıl meselesi; tarihin biriken öfkesinin ne denli kontrolsüz ne denli acımasız olduğunun anlaşılması. Açık Dövüş’ten sonra gelen Çekiliş öyküsünde de Açık Dövüş öyküsündeki şiddet ve kötümserliğin devam ettiği bir karanlık atmosfer yer alıyor. Geceleri bir mekânda yapılan çekilişle kendilerine verilen numaranın çıkması durumunda hayatlarından kendi istekleriyle vazgeçecek 9 şanslı kişinin konseptinde anlatılan bu öykü atmosferinde dil kurgudaki atmosfer gibi tekinsiz. Palahniuk’un Dövüş Kulübü atmosferine göz kırpan bu metinlerde en önemli izlekler; ölüm, hınç, şiddet, bıkkınlık, acımasızlık. Açık Dövüş birkaç öykü haricinde biriken öfkenin parodisi. İnsanın karanlık tarafından ve uç noktalardan beslenen bu öyküler sert ve şiddet içerikli. Turuncu, Sandalye, Şeytanın Bacağı ve 9+1 adlı öyküler haricinde henüz sınırları belirlenmemiş olan yer altı edebiyatına yaklaşan bu kitabın dilinde, estetize edilmeye yanaşmayan bir yapı var. Örneğin 9+1 adlı öyküde yer alan; “Romanı gönderen geri zekâlının iletişim bilgileri bulundu, telefon edildi, komik bir ses telefonu açtı. Telefonu açan roman dosyası sahibi geri zekâlıya durum izah edildi ve kendisinin bu konuyu ayrıntılı bir biçimde görüşmek için beklendiği söylendi. Roman dosyasının sahibi çok sevinmişti elbette ve bu beklemediği telefona, yola çıkmak için hemen hazırlıklara başladı. Gitmesi gereken şehirle, yaşadığı şehir farklı şehirlerdi. Başarılı bir roman yazdığını ve bu yüzden çağrıldığını düşünen salak büyük bir heyecan içindeydi.” (84) şeklindeki söylemlerde mevcut olan gündelik dil ve argo kullanımlar kara edebiyatın üst dil yaratma amacında olmamasına işaret ediyor şeklinde yorumlanabilir; planlı ve kasıtlı bir sokak dilinin değil de iki normal insanın kendi aralarında bir olayı aktarmak için kullandığı dilin öykü geneline yayılması dilin bilinçli kullanımını düşürüyor, dil, üzerine düşünülmemiş bir aktarım malzemesine dönüşüyor. Bu tür öyküler kurgu atmosferinde edebi doyuruculuktan vazgeçip dünyaya öfke kusmanın binbir şekli bağlamında edebiyatı kullandığında Ferat Emen’in Perihan’la Alakadarlar Cemiyeti’yle yapmaya çalıştığı tarzda gizli alay, ironi, saldırganlıktan beslenen ama vermek istediğini yanlış veren başarısız bir girişime dönüşebiliyor. Ve okur okuma deneyimini sorgulayabiliyor. Dil ve hâl böyle olunca edebi açıdan bu metinlerin doyuruculuğu nedir şeklinde sormak mümkün olabiliyor ancak Açık Dövüş’ün anlama hizmet ettiği kesin. Dil hırçınlaşıp anlatıcı ve anlatı öfke ile doldukça ve anlatı bu öfkenin serileceği bir düzleme dönüştükçe edebi hazzın veriminden uzaklaşıyor, fakat yine de şiddet, kan, öldürme gömme, kusmuk, karamsarlık, karanlık ekseninde üzerine düşünülecek şeyler bırakıyor.