Yağmur Yıldırımay
yagmuryildirimay@gmail.com
Nasıl da değişiyordu insan zamanla. Uzun zamandır kendini solgun gösterdiğini düşündüğü sarıdan hiç hoşlanmıyor ve bu rengi üzerinde taşımak istemiyordu. Çocukken böyle şeyler düşünmüyordu insan ne de olsa. Güdüleri ve beğenileri üçüncü kişilerin gözüyle kirletilmiş olmuyordu henüz. Mutluluğun aranan bir şey haline henüz dönüşmediği zamanlardı onlar.
İnsan, “yara almadan geçemez” yürüdüğü yolda; üzerimizdeki yük, boynumuzun borcu gibi bir şey bu. Olmadık yerde, ummadık birileri/bir şeyler beliriverir karşımızda. Yüz çevirmekle didinmek arasında bir yerde sıkışırız. İşte Yalçın Tosun’un bu kitaptaki öyküleri bu sıkışmışlığın izlerini sürdürüyor okura. Ve şu soruyu sorduruyor istemsizce: “Acı anlamsız olur mu?”
2011 yılında yayımlanan Peruk Gibi Hüzünlü, Yalçın Tosun’un ikinci hikâye kitabı. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan bu kitap, dört bölümden oluşuyor. Bölüm başları kitapla aynı ismi taşıyan şiirinden alıntılarla başlayan Peruk Gibi Hüzünlü’de toplamda on altı hikâye yer alıyor. Ergenlerin, kadınların, eşcinsellerin, travestilerin, ensest mağdurlarının, akıl hastalarının, âşıkların yer aldığı bu hikâyeler acıyı belki de büyük bir acımasızlıkla dile getiriyor.
Kitabın ilk hikâyesi “Muzaffer ve Muz”, ilgisiz ebeveynlerin boşluğunu bir şempanzeyle doldurmaya çalışan Ali ve arkadaşının, Muzaffer ismindeki hayvanı ziyaret etmesi üzerinden şekilleniyor. Yolculukları sırasında kadınlarla öpüşmenin nasıl olması gerektiğini konuşan çocukların, hem bedenlerini hem de ruhlarını tanıma yolunda, yetişkinlik denilen “zafere ulaşmak için” nasıl bir yol aldıkları onların dilinden anlatılıyor. “Özünde iyi olan”, ama günün birinde kendi kendine yabancılaşan bir çocuğun yaşadıkları, “Masumiyet” hikâyesinde işleniyor. Davet edilmediği doğum gününe elinde bir kitapla gidip karşısındakini “utanç içinde” bırakmaya karar veren çocuk, belki kendisinin bile farkına varmadığı masumiyetini yitirdiği için kendisine yabancılaşıyor. Böylelikle çocuk kalmakla büyümek arasındaki ince çizgi, masumluk ve huzursuzluk kavramları üzerinden hikâyede beliriyor. Kitabın diğer hikâyelerinde olduğu gibi, hayatlarına yön veren “o” kavşağı geçen çocukların bu anları Tosun’un kalemiyle “hafızanın karanlık ve yanıltıcı dehlizlerinden” bir bir çıkarılıyor.
Erkek egemenliğin bir köpek üzerinden eleştirildiği, kadınların birbirlerine olan aşklarını özgürce söyleyebildikleri “Hantal Köpek” adlı hikâye, anlatıcının, “Tanrı’nın çoktan unuttuğu kasabada görmeyi hayal bile edeme”diği yerlerde geçer. Duru ile sevişmeyi hayal eden anlatıcının düşleri, erkek bir köpek tarafından sürekli bölünür ve gerçek efendinin kim olduğu meselesi üzerine yoğunlaşır. Hikâyede kazanan, “erkekliğini bacaklarının arasında pervasızca sallayarak odadan odaya” gezinen köpekten uzaklaşan anlatıcı olur. “Allah korusun”ların, dil ısırmaların eşliğinde hor görülen akıl hastası kadının etrafında gelişen “Bir Gök Bakımlık” adlı hikâye, aslında bu insanların umursamazlığına öykünülen durumu hissettirir okuyucuya. “Tüm imkânları sonuna kadar zorlayarak biraz delirmek” gerektiğine inandıran bu hikâye, okuyucuya şu soruyu da sordurur: Hakikatte hangimiz daha özgürüz?
Yalçın Tosun, Peruk Gibi Hüzünlü’de bir “kuşatma büyütür”; karakterlerini bir tuhaflık kuşatması içinde sunan Tosun, aynı zamanda bu tuhaflığın tanıdık bir yerlerden geldiğini de inkâr etmez. Bu tanıdıklık, hepimizin bildiği huzursuzluktur; yerinde durduramayan, varlığından şüphe ettirmeyen. Dilin ve kurgunun farkında olan yazarın aynı zamanda bilincin de dışına ittiği bu hikâyeler okumaya değer.
İlk yorum yapan olun