
İpek Bozkaya
Edebiyatın neyi, nasıl anlatması gerektiği; estetik olanın, sanatkâr olanın ne olduğu retorik sanatı üzerine düşünen birtakım zihinleri uzun süre meşgul etti. Bizde mensur metinlerin “inşa”dan kopup “edeb”le bağdaştırıldığı; edebi metne iyiyi, güzeli, doğruyu, ahlaklıyı anlatmaya dair misyonlar yüklendiği zamanların üzerindense bir asırdan fazla geçti. Düzyazıyla çeviri ve taklit yoluyla tanışan Tanzimat yazarlarına göre edebiyat, topluma ait değerlerden ari olamazdı ve “toplum töresine uygun davranma; iyi ahlak, incelik, terbiye”[1] bağlamıyla potansiyelini kullanmalıydı. İyinin ödüllendirildiği, kötünün cezalandırıldığı, dilin maksimum verimle kullanıldığı (nın düşünüldüğü), edebiyatın sterilize ve aşırı estetize edilmesi tehlikesini taşıyan ve dahi bu tehlikeyi deneyimleyen geçmişin yüküyle gelen çağlardan sonra; edebiyatı “kibarlıktan, hasta bir duygululuktan temizlemek”[2] isteyen kimi oyunbozan edebiyatçılar anlatıya “nasır”ı soktu. 2006 yılında ise edebiyatın mutfağından gelen bir yazar, bu yıkıcılığı, geleneksel değerlerimiz, görkem ve duygululuk kitschini altüst ederek anlatıya hemoroidi ve anüs çevresindeki kılları sokarak sürdürdü.
Fatih Özgüven’in Bir Şey Oldu’su içinde on üç adet öyküyü barındıran bir normbozan kitap. Normbozanlığını Türk edebiyatının geldiği noktada iki açıdan bakarak ele alıyorum; bu noktada kitaptaki iki öykü bu talebime cevap veriyor. Bunların ilki az önce bahsettiğim edebiyatın amacının estetik ve güzellik olduğunu düşünenler için bir uyumsuzluk olarak başvurulabilecek hemoroid fissürünün hikayeleştirildiği “Arkasındaki Hayal” öyküsü; diğeri ise hemcins ilişkilenmelerinin Dror Ze’evi’nin deyişiyle “cılız yankılarının” kaldığı edebi zeminden okur yargısına mesafelenerek iki erkeğin sevişmesinin detaylarıyla tasvir edildiği “Öteki Adres” öyküsü.
“Arkasındaki Hayal” öyküsü, hiçbir şeyden çekmedi dünyada hemoroidinden çektiği kadar, şeklinde başlamasa da şöyle başlıyor:
“Kıç deliğiyle o zamana kadar gerçek bir ilişki kurmamıştı. Orada olduğunu biliyordu, evet. İçinden çıkana göre büzülüp açılan -hareketin bir açılma-büzüşme hareketi olduğunu biliyordu, hissediyordu-, fotoğraf makinesinin objektifine önden baktığınızda gördüğünüz merceğin açılma-kapanma hareketine benzeyen bir şey olarak gözünün önüne getiriyordu. Tıp kitaplarından ya da porno dergilerinden bir görüntü vardı zihninde. Etrafı pembe, mor ya da kahverengi bir halkayla çevrili bir çıkış noktası.” (37)
Öykü yüzeyde, bir adamın elini anüs çevresinde gezdirirken hemoroid memesine rastlamasını ve bunun tedavisi için krem kullanmasını anlatıyor. Derinde ise hemoroid metaforuyla haz pratiklerini anlatı zeminine çekmekten, ontolojik çıkmazlar ve kitschin varoluşla diyalektik ilişkisine kadar yelpazeleniyor. Tekinsiz, garip, eksantrik bir düzlemde okur kendine çok tanıdık olan bir şeyle, estetik haz beklentisiyle giriştiği bir okuma deneyiminde karşılaştığı anda yabancılaş(tır)manın sınırlarını değerlendiriyor. Anlatıcı anüs sfinkterini kremle genişletirken bulunduğu edebi zemini de genişletiyor. Anlatıcı elini götürüp anüsü yokladıkça yazar da kanonu yokluyor.
Bu şemsiye hikâyenin altında her türden düşünmek mümkün; yazarın “kıç deliği” dediği şey metafizik bir meseleden ivmelenerek sanatın imkânlarını kullanan ontolojik bir metafor mu? Zira “Arkasındaki Hayal” öyküsünü okuduğum anda hikâyenin bana hatırlattığı ilk şey Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki bok meselesi. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni Fatih Özgüven’in çevirdiğini de hatırlayınca bok ve anüs meselesi daha da anlamlı oluyor.
Kundera’ya göre varoluşla kesin olarak uzlaşmanın önerdiği estetik ülkü, bokun reddedildiği ve herkesin bok yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır.[3] İlahi kutsallık boku dışlamıştır, kendine yakıştırmaz, yaratıcının dışladığı ama yaratıya içkin bok, bu hikâyede anlatı düzlemindeki yaratıcının metne yakıştırdığı “kıç deliği” ile devam ederek kitsch ekseninde birleşir. Bir öyküde cümleler boyunca bahse konu edilen anüsün metindeki varlığı okurda estetik ve ahlaki tedirginlik yaratırsa bundan kim sorumlu tutulabilir? Zira insanın, kendisinde yokmuşçasına, konuşmaktan erindiği bu anatomik oluşum, kendisine ziyadesiyle tanıdık bir şeydir. İçine fırlatıldığı bu varoluşta insanın sefaleti tüberküloz nedeniyle ağız deliğinden çıkan kanı romantize etmeye muktedirken, hemoroid nedeniyle sindirim kanalının çıkış deliğinden çıkan kanı romantize etmeye neden yetmemiş ve bu durum sıra dışı kalmıştır? Sosyal, ahlaki, estetik, romantik, semantik, teolojik ve saire kimi kodlar “kıç deliği”nden konuşmayı ayrıksılaştırmış ve bu anatomik oluşumdan bahseden metni normbozan yapmıştır. Sorun bu deliğin estetize edilememesi midir? Sindirilmiş besin artıklarının kötücüllüğü mü? Yoksa deliğin içerdiği cinsellik potansiyeli mi? Zira sanat libidinal bir coşkuya/üretime her zaman içkindir. Bu haz potansiyeli ve göndermesi metinde yer yer kendini hissettirir:
“Şöyle oldu: Bir gün eli, rutin bir temizlik hareketiyle -kesinlikle özel bir niyetle değil- oraya gittiğinde deliğin pürtüklü kenarında, dışarıya doğru çıkan […]” (38), “Sadece çıkıntıyı hedeflediğini söylese de çevresini de uzun uzun kremlemekten kendini alamıyordu. Bu konudaki gerekçesi de tıbbiydi” (40).

Kundera bu delik üzerine düşünmeye sadece Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde değil, Yavaşlık’ında da devam eder: “Kimsenin konuşmaya cesaret edemediği büyülerin kapısı, yüce kapı” Guillaume Appollinaire’in vücudun dokuz kapısı üzerine yazdığı şiirindeki en gizemli, en gizli kapıdır. Apollinaire bu gizemli kapının sırrına siperde geçirdiği dört ayda erişmiştir. Arkasındaki Hayal’in anlatıcısının bu gizeme erişmesi ise “genç yaşlarının sonuna doğru bir gün (37)” gerçekleşmiştir. Öykünün açılış cümlesi olan “Kıç deliğiyle o zamana kadar gerçek bir ilişki kurmamıştı (37)” cümlesi “kıç deliği”nin kötü bir şey/ olmaması gereken bir şey/ bahsedilmemesi gereken bir şey/üzerine konuşulmaması gereken bir şey olduğu önermesini yadsıyarak bu oluşumu edebi zeminde meşrulaştırır. Yüksek edebi değer yargısı sahiplerinin kendilerini bir mücadele içinde bulması muhtemel bol mecazlı ya da bir bakıma hiç mecazsız bu öyküdeki bu delikten yargısızca bahsetmenin parodisi Kundera’nın Yavaşlık romanında şöyle yapılır: Vincent sevdiği Julie’nin bu iki kelimeyi söylediğini, saplantıyla, duymak ister: “Vincent onun “kıç deliği” dediğini duymak isterdi. […] Ona söylemek isterdi: Tekrarla benimle, kıç deliği, kıçın deliği, kıç deliği, kıçın deliği […]” Yavaşlık’ın anlatıcısının ısrarla tekrarladığı, okura da anlatıcıyla birlikte okuma eylemiyle tekrarlattığı bu kelimeler normatife bir saldırıdır, bu saldırıyı Özgüven “Arkasındaki Hayal” ile sürdürür.
Bir Şey Oldu’da “Öteki Adres” öyküsü, normu tehdit eden bir diğer önemli öykü. Önemi, Şerif’in barda tanıştığı bir erkeği evine götürmesini ve onunla cinsel ilişkisini bütün doğallığıyla heteronormatif kurgulardan azade bir düzlemde anlatmasından; ve Türkçe edebiyatta queer temaların ve bu temaların işlenişinin gelmeyi başardığı noktadan geliyor. Türkçe edebiyatta queer temaların şairlerin oğlanlara yazdığı Divan Şiiri geleneğinden, Enderunlu Fazıl’ın güzel oğlanları anlattığı Hubannamesi’ne kadar hayli yoğun işlenmiş ve anlatılara doğallıkla konu olmuş bir geçmişi var. Fakat bu cinsel söylem on dokuzuncu yüzyılda batıyla girilen ilişkiler nedeniyle zamanla normalden anormale evrildi. Batı’dan Osmanlı’ya gelen elçiler Osmanlı’nın hemncins ilişkilenmelerini içinde bulundukları heteronormatif kurgudan yorumlayınca Osmanlı kendini Batı’nın aynasından uygunsuz bir şekilde gördü ve homososyal pratiklerine algıda çekidüzen verdi. Yine Osmanlı’dan Batı’ya giden aydınlar -Batı’da modern tıbbın benimsenmesiyle gelişen- heterososyal pratiklerin norm olduğunu görünce doğruyu mevcut söylemin iktidarına göre yeniden kurguladı. Ve sonunda hemcins ilişkilenmelerinin özgürce yer aldığı anlatılar normun değişmesiyle normdışı kaldı. Ulus-devletin heteroseksüel projesi de bu normativiteye eklemlenince yirminci yüzyılda hemcins ilişkilenmeleri uzak bir rüya aleminden kalan silik ayrıntılar şekline büründü.
Fakat yine de queer temaları anlatan eserler yok değildi. Örneğin yirminci yüzyılın başında Mehmet Rauf’un Bir Zambak Hikayesi, Şahabettin Süleyman’ın Çıkmaz Sokak oyunu, Ahmet Rasim’in Hamamcı Ülfet’i kadın eşcinselliğini yargısızca anlatan metinler olarak karşımıza çıkmakta. Daha sonraki yıllarda Sait Faik, Hüseyin Rahmi, Nahid Sırrı gibi yazarların metinlerinde erkek eşcinselliği üstü kapalı, belli belirsiz yer aldı. Fatih Özgüven’in Bir Şey Oldu’sundaki “Akıllı Şey” öyküsünü içerdiği pederastik potansiyeller bakımından bu flu öykülerin kategorisinde değerlendirmek bu bağlama aykırı değildir. “Akıllı Şey” öyküsü aralarında yaş farkı bulunan bir erkekle bir “oğlan”ın şefkat ile maskelenmiş romantik/erotik ilişki potansiyelini konu alan bir gerilim öyküsüdür. Gerilim öyküsü dememin sebebi her an parlamaya hazır suskun cinsel gerilimin tedirginliğinden geliyor. Sait Faik yahut Reşat Ekrem Koçu öykülerini okuyanların rahatlıkla yakalayabileceği bu pederastik söylem daha öykünün ilk açılışında kendini gösteriyor: “İnce uzun dal gibi bir oğlandı. Üzerindeki vücuduna yapışan ve tam kalçalarına kadar inmeyen hafifçe eskimiş […] (17), “ince uzun dalın ahenkle dalgalanmasından, başını oynattığında bir yanı uzun bir yanı kısa olduğu anlaşılan saçlarından” (17), “O zaman tişörtü geriye doğru sıyrıldı, bütün o genç ama kaşar halini bozan küçük göbeği ve çocuksu göbek deliği -bazı göbek delikleri öyledir ya- ortaya çıktı.” (19), “sıcaktı, biraz terlemişti” (21), “tişörtün boyun kısmından göğsüne doğru inen ter ıslak, siyah bir üçgen yapmıştı” (21). Anlatıcı kahramanın gözünün oğlanın vücudunda gezdirilmesi ve söylemde “kalça, vücut, saç, göbek deliği, ahenk, dalgalanma, sıcak, ter, göğüs, ıslak” gibi bilinçaltının sevi alanına dair sözlük birimlerin olması kendisinden yaşça küçük olduğu konusuna sıklıkla değinilen “oğlan”ın bir arzu nesnesi olabileceğinin sinyallerini veriyor. Öyküyü cinsiyet/arzu izleğinde okumanın işaretini anlatıcı kahramanın, arkadaşı Leyla’nın cinsel tercihini anlatı sahnesine çekerken de yakalamak mümkün: “Leyla’nın hangi yaşta olursa olsun hemcinsel (kendi aramızda en tahammül edebildiğimiz kelime buydu, ötekini eşler arası cinsellik diye yorumlar, daha ötekini de “insan seksüel” diye çevirip eğlenirdik) erkeklerle düşüp kalkmayan bir kız olduğunu yazmışım aklımın bir kenarına” (18). Leyla’nın cinsel tercihini belirtmek suretiyle metinde cinsellik izleğini takip eden anlatıcı devamında üretken olmayan cinselliği olumlarcasına konuyu Leyla’nın çocuksuzluğuna getirir: “Ayrıca çocuğu da yoktu ve çocuğu olmayan ve olmamasının daha hayırlı olacağını fark etmiş bazı akıllı kadınlar gibi […]” (18), “Sağlıklı ve kararlı bir çocuksevmezdi” (18). Üreme fetişizminin göndermesini çocuk istemeyen Leyla’yı “akıllı” bularak yapan anlatıcının kullandığı bu sıfat burada ürün vermeyen hazzın normalizasyonuna da hizmet eder.
“Oğlan” daha sonra anlatıcı kahramanın evine geldiğinde suskun, gergin, konuşmak istediklerini konuşamayan iki insanın bulunduğu bir kesit başlar. Kendisinin anlatıcı kahraman tarafından süzüldüğünü anlayan “oğlan” karşılaştıkları gün için şöyle der: “Görsel bir biçimde kontrol etmeye çalıştınız beni sanki.” (23). Daha sonra söylemek istediğini tam ifade edemediğini düşünür ve: “Çok… böyle… bilimsel gibi oldu. Başka türlü söylemek isterdim. Ama böyle söylemek isterdim işte ne yapalım.” (23) der. Çocuğun söylemek istedikleri bu gerilimin içerdiği potansiyelleri kapsamaktadır, fakat ya içinde bulunduğu topluma tabiyet tedirginliğinden ya da ifadeyi azami ölçüde kullanırsa oluşma ihtimali olan gerçeklikten çekindiği için söyleminin üstünü kapatır.
Akıllı Şey’deki bu örtük gerilim “Öteki Adre”s öyküsünde dağılarak, yaşları birbirine denk iki erkeğin heteronormatif kurgulardan sıyrılıp haz pratiklerini yargısızca deneyimledikleri bir düzlemde yeni, güçlü, açık bir boyut kazanır. Bu düzlem Türkçe edebiyatta queer temaların en başından beri geldiği nokta açısından önemlidir. Selim İleri, Bilge Karasu, Murathan Mungan gibi yazarların metinleriyle kalkmaya başlayan örtünün yüzeyle arasını daha da genişleten, okurdan bir mesafe talep etmeyen bu öykü normdan azade bir cinsel ütopyada iki erkek arasındaki minör maceranın takibini kuraldışı hazdan sadece maceraya çekerek her türlü iktidarî cinsel söylem tasarımından sıyrılır.
[1] TDK, “edep” https://sozluk.gov.tr/
[2] Melih Cevdet Anday
[3] Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, Çev. Fatih Özgüven, Can Yayınları