Neslihan Su Aydın
Her şey bir üçüncü şekliyle tamamlanır. İki unsur ancak birbiriyle eşleşip başlangıç ve son yaratırken üçüncüsü bir sarmal yaratır. Kendi içinde biten bir döngü ama sürekli devam eden bir sarmal: Triquetra.
Triquetra, kadim dinler ve kültürlerde farklı şekillerde de olsa ortak olarak bulunan bir unsurdur. Bin bir çeşit anlama gelebilir. Beden, ruh, akıl; baba, oğul, kutsal ruh; doğum, yaşam, ölüm; cennet, cehennem, dünya; geçmiş, şimdi, gelecek…
Bu üçlü sarmalı biz Cem Akaş’ın Olgunluk Çağı Üçlemesi’nde ele alacağız. Çünkü bu üçleme de kendi içlerinde tamamlansa da birlikte bir başka sarmal yaratıyorlar. Her kitap kendi içinde eleştirileri aktarsa da ortak noktaları aynı. Geçmiş, şimdi ve gelecek. Farklı eleştiriler, genişleyen perspektifler, açık ama bir yandan da gizemli bir anlatı.
Cem Akaş açık bir anlatıdan ziyade sanki puslu camın ardından bakıyormuş hissi yaratan bir dili tercih ediyor. Biraz karmaşık bir kurgunun içinde eriyen eleştirileri anlamak için bu üçlemeyi de oldukça dikkatle okunmak gerek.
Üçlemenin ilk kitabı Balığın Esir Düştüğü Yer’de eserin sözcüsü Ekva’dır. Bu eserde eleştiriler bağımsız olarak karakterlerindir. Okurken eleştirinin yazara değil de daha çok karakterlere özgü olduğunu anlarız. Çünkü kitapta söylenen ve bilinen her şey yine karakterlerin bize aktardığı kadardır. Anlatıcı ve okur arasında görünmez bir aracı olması okuru hem kurgudan bağımsız hale getiriyor, hem de bir nebze rahatsız edici bir pozisyonda bırakıyor. Çünkü aracı kendini gösterdiği gibi yer yer belli etmeden yok olabiliyor da. Bu da kurgudaki güveni azaltmakla birlikte esere esrarengiz ve görece karmaşık bir hava veriyor. Örneğin romanın sözcü karakteri Ekva’nın eleştirileri birer komplo teorisinin önüne geçemez. Bu durumda okur kendi gerçekliğini kendi yaratmak durumunda kalıyor. Romanın büyüsü aslında bu anlatı dilinden başlıyor.
Akaş, üçlemesinde modern zamanında ötesindeki bir geleceği kurguluyor. Bu kurgu fantastik bir kurgu değil ama. Modern dönemin postmodern dönemdeki sonuçlarını anlatıyor. Yani gelecek kurgulanırken genelin aksine asıl mesele teknoloji değil. Akaş’ın eserindeki temel mesele, kurguladığı postmodern çağın siyasi, sosyokültürel, felsefi yapısı. Modern zamanın postmodern zamandaki sonuçlarına geniş bir perspektiften bakış. Yine bu sonuçlardan karakterlerin bize aktardığı kadarını biliyoruz. Bu sebeple anlatılan dönemin kesin çizgilerle bir panoramasını çizmek de zor oluyor. Fakat üçleme bittiğinde bu panomara da kendi içinde “tamamlanıyor”. İkinci kitap Sönmemiş Kireç’te Kurtuluşçular daha ön plana çıkmakta ve son kitap Oyun İmparatorluğu’nda ise bütün olaylar büyük bir çerçeveden aktarılmaktadır. Yazarın kendisi bu kitapta daha çok fantastik ögelere yer vermiştir.
Cem Akaş’ın şu sözleri roman ve üçleme hakkında oldukça önemlidir:
“Benim için her kitap, içinde mimari ve mekanik problemler barındırır, daha doğrusu kitabı kurmak, benim için öncelikle bu problemleri kurmak, sonra da çözmektir. Havuzu, muslukları, delikleri yerleştirip sorular sorarım kendime — bir musluk bir havuzu üç saatte dolduruyorsa… Mühendislikten gelme bir deformasyon belki. Küçükken, Çehov’un meşhur lafını çok severdim — öyküdeki her tüfeğin bir nedeni olmalı. Bu açıdan bakıldığında son derece modernist bir yaklaşımım var edebiyata — akla ve işlevselliğe inanıyorum, uçtuğum zaman bile yerçekimi kurallarına göre uçuyorum. Mutlaka böyle mi yazmak gerekir? Tabii ki hayır. Bunun karşı örneklerinden biri, bence iyi de bir örneği, Engin Geçtan’ın kitapları. Benim meselem burada bitmedi ne yazık ki; kitapların sayısı arttıkça, kitapların iç kurgusunun yanısıra toplamın kurgusal bütünlüğü de çözülmesi gereken bir denklem olarak belirdi. Üçleme’de, 1990’dan beri yayımladığım kitapları birbirine bağlamak, orada burada uç vermiş hikâyeleri bütünlemek, bir Büyük Hikâye yaratıp bu işten sıyrılmak istedim.”[1]
Yazarın da söylediği gibi yazdığı eserler bir problem üzerine kuruludur ve üçlemede yapılan eleştiriler bu problemin çözümüyle ilgilidir. Bu durum eserler arasındaki dinamiğin daima diri kalmasını ve hatta bu gerilimin kitaplar ilerledikçe artmasını sağlar.
Her devrim kendi çocuğunu yer. Olgunluk Çağı Üçlemesi’nin anahtar kelimesi de aslında “devrim” kavramı. Çünkü ilk kitap Balığın Esir Düştüğü Yer’de tekleşme ve tekelleşme üzerine kurulmuş bir sistem anlatılmakta ve bu sistem eleştirilmektedir. İkinci kitap Sönmemiş Kireç ve üçüncü kitap Oyun İmparatorluğu ise bu sistemi yıkmak için yapılması gereken devrim üzerine kuruludur.
Eserlerden yola çıkarak Akaş’ın devrimle ilgili düşüncelerini de biraz öğrenmiş oluyoruz aslında. Yazara göre devrim kendisine karşı bir duruş olmadığı sürece var olamaz. Devrimi devrim yapan şey, motivasyon ona karşı olan düşünceden ve hareketten gelir. Eğer ki devrimin karşısında bir hareket olmazsa devrim hareketi de tekelleşmiş olur kendi yarattığı düzene kurban edilir. Her devrimin kendi çocuğunu yediği gibi bir bakıma motivasyon yoksa her devrim kendi celladını da doğurur.
2001’de yayımlanmış olan Sönmemiş Kireç, siyasi eleştirilerin oldukça sık olduğu bir eserdir. Okurken adeta siyasi bir belgeselin kurgusal halini izliyormuş gibi olursunuz. Bu roman, Balığın Esir Düştüğü Yer’deki hareketlerin ardından geçen üç yılı ve bu üç yılda Beyaz Mantolu Adam ve Paşa’nın yürüttüğü “Kurtuluş Mücadelesi” anlatılır. Kurtuluşçular üçlemenin ikinci kitabının neredeyse asıl kahramanlarıdır. İlk kitapta çok ön planda olmayan bu karakterler ikinci kitabın söz sahipleridir. Birinci kitabın meselesi ağırlıklı olarak sistemken ikinci kitabın meselesi daha çok bu sisteme karşı olanlardır. Devrimin baş kahramanları.
Roman iç içe geçmiş hikâyelerden oluşmaktadır. Öyle ki bu kurgusal yapı zaten postmodern edebiyatın anahtarlarından biridir. İlk kitapta (Balığı Esir Düştüğü Yer) iyice dibe vurmuş bir ilişkinin taraflarından Hökl oldukça ön plandadır. İkinci kitapta ise (Sönmemiş Kireç) Hökl belgeselin yaratıcıdır. Yer yer Höl de araya girip kendini gösterse de bu kitapta olayları daha çok olayların içinde yer alan kişilerden öğreniriz. Siyasi olaylara hâkim görece konunun uzmanları yer alır. Belgesel niteliğini de aslında bu durum ortaya çıkarmaktadır. Aynı zamanda bu romanda bütün olaylar birbirleri ile bağlantılıdır. Romanda her türlü düşünce bölümler halinde aktarılmıştır.
Roman siyasi bir temel üzerine kurulmuştur. Kitapta Olgunluk Kitabı olarak belirtilen kısımlardan anladığımız üzere postmodern çağda siyaset kavramı artık tartışılmamaktadır. Fakat bu siyasetin ve iktidarın yok olduğu anlamına gelmez. Örneğin demokrasinin ortadan kaldırılmasıyla seçimler artık futbol müsabakaları ile yapılmaktadır. Dünya Birliği’ne bağlı devletler hükümeti bu müsabakaları göre seçmektedir. Bu aynı zaman da siyasi partilere olan bağlılık ve siyasi görüşlere holiganca bağlılığa da bir eleştiridir. Hatta Kuzeydoğu Kanadı’ndaki Yol ve Gürz partilerinin kurduğu koalisyon, Kartal Partisi’nin muhalefeti bir bakıma Türkiye’nin koalisyon dönemlerini hatırlatmaktadır.
Romanda bahsedilen gelecekteki Kurtuluş Mücadelesi’nin fikir önderleri Ekva ve Paşa’dır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Ekva’nın ilk kitaptaki düşünceleri komplo teorilerini geçmez. Bu teorileri ele alıp ikinci kitapta devam ettiren ise Paşa’nın kendisidir.
Romanlarda şehir fareleri olarak belirtilen bir sınıf vardır ki bunu işçi sınıfı olarak düşünebiliriz. Yapılmak istenen devrim de bu sınıfı özgürleştirmek içindir fakat Kurtuluş Meclisi’nin şehir farelerini özgürleştirmek gibi bir amacı yoktur. Bundan dolayı devrim yapma isteği bir şekilde Dünya Birliği ve Kurtuluş Hükümeti arasında bir savaşa dönüşmüştür.
Üçlemenin ilk iki kitabında siyasetin ve demokrasinin tartışılmadığı bir gelecekti siyasi dengeler ve bu dengelerin yol açtığı sıkıntılar, savaşlar, krizler anlatılmıştır. İlk kitapta anlatılan sistem ve devrimin ikinci kitapta nasıl bir başkalaşım yaşadıkları görülmüştür. Yaratılan bu çıkmaz ise üçlemenin son kitabı olan Oyun İmparatorluğu’nda bambaşka bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Halil İbrahim Ünser, “Türk Romanında Siyasi ve Sosyal İçerikli Gelecek Kurguları” isimli yüksek lisans tezinde bunu şöyle açıklamıştır:
“Birinci ve ikinci romanda ortaya konan siyasi tablo, üçüncü romanda fantastik bir içeriğin alt konusu olarak karşımıza çıkmaktadır; fakat Oyun İmparatorluğu’nda asıl amaç fantastik bir kurgu oluşturmaktır denemez. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu romanda fantezi, siyasi tarihi bütünüyle ironik bir üslupla değerlendirmeye yönelik olarak kullanılmıştır. Yazar, özellikle ikinci romanda, futbol müsabakasıyla hükümetlerin belirlenmesi, Beyaz Mantolu Adam karakteri ve örgüt isimleriyle bu romandaki ironik üslubun işaretlerini vermiştir.” (2003, s.92)
Üçlemenin son kitabında bir fantezi anlatılmaktadır. Bu fantezi aracılığı ile de son kitaba kadar üçlemenin temelini oluşturan siyasi tablo ve düşünceler eleştirilir. Yani modern ve hatta postmodern çağın siyasi durumlarını. Holéy Sevner Toplantı Tutanağı kısımlarında bu eleştiriler daha çok ironi ile birlikte yapılmaktadır. Öyle ki Holéy Sevner’ı bu açıdan iktidarın ta kendisi olarak görebiliriz. İktidarın, fikir akımlarının, savaşların, ulusal ve dinî yaklaşımların birleştirici olmadığı konusunda oldukça ironik eleştiriler okuruz bu bölümlerde. Holéy Sevner sosyalizmi birleştirici güç olarak görmektedir. Yani bu birleştici güç olarak aranan düşünceler hep Holéy Sevner ile birleştirilmiştir. Bu nedenle başarısızlıklar da hep Holéy Sevner’in başına kalmıştır.
Bu üçlemeyi siyasi bir açıdan okumak için anlatılan olayların ve kişilerin arka planlarına bakmak ve küçük detayları yakalamak gerekir. Siyasi çerçeve kurgusal bir olayın çerçevesinde aktartılmaktadır. Bununla ilgili Halil İbrahim Ünser şöyle demiştir:
“Sönmemiş Kireç’te sınıf mücadelesine getirilen öngörünün barındırdığı eleştiri Oyun İmparatorluğu’nda açılır. Oyun İmparatorluğu’nun fantastik kurgusu içerisinde Dünya Birliği, Proje gibi yapılar insanları birleştirmek için Holéy Sevner’ın yürüttüğü faaliyetlerdir. Modern dönem eleştirisinin ardından öngörülen postmodern dönemde gerçekleşen insanlık dışı siyaset romanda Kaptan Neeling aracılığıyla eleştirilir: Postmodern çağda insanların teknolojinin boyunduruğundan kurtarıldığı iddia edilerek hiçbir çağda görülmemiş bir teknoloji köleliği sistematikleştirilmiştir.” (2003, 186)
Üçlemeye bakıldığında genel olarak gergin ve karanlık bir hava hâkimdir. Siyasi ve sosyal yapıyı düzeltmek için sunulan öneriler çürütülmüştür. Burada şu şekilde düşünmek mümkündür: Her döngü kendi içinde tamamlanır ve bunu engellemek imkânsızdır.
Eserde modern zamanın bir sonucu olarak postmodern zamanın siyasi ve sosyal yapısı anlatılmıştır. Fakat bu sosyal ve siyasi yapıda demokrasinin olmaması, siyasetin tartışılmaması gibi durumlar bu kavramları yok etmemiştir. Olgunluk Çağı Üçlemesi’nde de tam olarak bu kavramlar eleştirilir. Yani bu üçleme okura bir ütopya sunmamaktadır. Düzenin değişmesi için bir devrim olması gerekir fakat bu devrim kurulu sistem kendi çocuklarını yemedikçe mümkün değildir. Devrimi yapmak isteyenler de karşı çıkılan düzenin eserleridir bir bakıma çünkü.
Her tamamlanma pozitif yönde olmak zorunda değildir. Bazı tamamlanmalar olayların tabiri caizse “zıvanadan çıkmasıyla” oluşur. Cem Akaş Olgunluk Çağı Üçlemesi’nde tam da bu zıvanadan çıkmışlığın büyük bir panoramasını çiziyor. Bu panoramayı tanımayan ise yok.
[1] Ayfer Tunç, “Sıkıldım Bu Kurmaca İşinden”, ‘çevrimiçi’ www.cemakas.com