Tansık: İnsan aklının alamayacağı, şaşırtıcı, olağanüstü olay, mucize.

“Bir bolartı tansığı mı?” (11)

“Kolay değil belki, ama sevinin nasıl bir tansık olabileceğini o zaman kavrar, bu tansığı yaşarız.” (61)

“Yoksa, daha kötüsü, tansıkların da bu yaşamın bir parçası olabileceği yolundaki inancımızı yitirdiğimizi mi?” (75)

Taşıllaşmak: Fosilleşmek.

“Yavaş yavaş taşlaştı bunlar, taşıllaştı.” (59)

Tatula: Patlıcangillerden, çiçekleri beyaz veya mor renkte, meyveleri dikenli, hekimlikte kasların kasılmasını gidermek üzere kullanılan bir yıllık ve otsu bir bitki. Şeytan elması otu, boru çiçeği, cin otu, domuz pıtırı olarak da bilinir.

“tek bildiğim, görünüşe bakılırsa tatulayla bir hısımlığı olması gerektiği” (10)

Tecim: Ticaret.

“Tecim işlerine bakmanın gereği […]” (72)

Tecimen: Tacir, tüccar.

“[…] kapalı yerde kalmaktan eskimiş bir bez bebeği gitgide daha çok andıran tecimen […]” (72)

“Tecimenlerin tanrısı, düş hırsızlarını da koruyabileceğini anımsatan bir göz kırpışıyla…” (103)

Tersinmez: Bir olayın ortaya çıkma koşullarındaki sonsuz küçük bir değişikliğin etkisiyle herhangi bir anda yön değiştiremeyen bütün kimyasal, fiziksel ve mekanik dönüşümler için kullanılır.

“Sonun, başın, ortanın biribirine karıştığını, anlamını yitirdiğini, tersinmez zamanın boyunduruğundan kurtulduğunuzu duyduğunuz bir gün gelir.” (9)

Tirendaz: Becerikli, elinden iş gelir.

“Annabella da tirendazla tirendaz olmuştu, paçası düşüğe uyduktan sonra.” (68)

Tokyo: Genellikle plastikten yapılmış bir terlik türü.

“Durgun sıcak sessizlikte, tokyoların şapırtısı, kısık seslerimizin düzensizliğine düzgü getiriyor.” (35)

“[…] yalınayak ya da tokyolu, yakışıklıca delikanlısı beliriyor.” (68)

Tor: Yabani.

“Tor bir köpeğin yolu, kumsala, kumullara düşmeyegörsün…” (19)

Torlak: Genç, toy.

“Her sabah yeni delikler, binlerce taze iz, suya inen tek tük korkusuzlar (ya da torlaklar) görüyoruz.” (32)

Torluk: Toyluk, acemilik.

“Yöre dışından gelenlerin, torlukları içinde[…]” (74)

Uçmak: Cennet

“Bir çocukluk uçmağına uğramanın vazgeçilemez olmazlığı mı?” (11)

Us: Akıl.

“Usumun bir kötü köşesinde […]” (67)

“Usuna ilk geleni söyleyerek…” (91)

Uyluk: Kalçadan dize kadar olan bacak bölümü.

“Belirsiz iki uyluk arası. İki uyku, iki küslük arası.” (50)

Ü 

Ürkünç: Ürkme, çekinme duygusu veren

“Gerçekçi olduğu için ürkünç masallar anlatan biri.” (112)

Üşenç: Üşenme, üşengeçlik

“Bu büyükelçi eşinin kocasıyla ilişkisinde nasıl bir tutum benimsediğini kurmağa kalkışıyorum, üşenç basıyor.” (118)

V

Verev: Bir köşeden karşı köşeye doğru kesilmiş, katlanmış ya da konulmuş olan.

“Hayvan, verevine bir vuruşla bölünüp atılmış gibi.” (16)

Y

 Yalınkat: Dayanıksız, derinliği olmayan.

“O kadar yalınkat mı belliyorsun beni?” (76)

Yalız: Düz ve parlak.

“Düzgün, yalız, sırlı bir zindan.” (54)

“İlk yaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı…” (126)

Yanay: Bir cismin düşey kesiti.

“[…] yanayı uzaktan uzağa bir kuşunkini andıran yüzüyle Jean’ın eğilip baktığı, devimi ağır bir hayvancık olsa gerek,” (15)

Yanıkmak: Dert yanmak, şikâyet etmek.

“Belki güneşe bir şeyler anlatıyor. Yanıkıyor da sevincini söylüyor.” (26)

Yansılamak: Birinin söylediklerini, yaptıklarını alay ederek tekrarlamak. 

“Keçilere karşılık veriyoruz bu çağrıyı yansılayarak.” (38)

Yeğnilik: Hafiflik.

“Gövde, ağırlığı olduğu için, yeğniliğe ulaşmağa, ayağını yerden kesmeğe çalışmalı.” (44)

Yepelek: İnce yapılı, zayıf, narin

“Ölmek bilmez taşlar arasında bunca ürkek, bunca yepelek dirim…” (39)

Yıldıramak: Parıldamak; şimşek.

“Bu yoldan hastaneye yaralı yetiştirir gibi yıldırayıp geçen arabalar da…” (35)

“Bir kertenkele bir çalılıktan karşıdakine yıldıradı gitti” (82)

Yıldırayış: Parıltı.

“Kovalar durur dakikalar boyu kertenkele yıldırayışlarını.” (19)