Nâkilan-ı âsâr: Eserleri nakledenler. 

“Râviyan-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr kâh hayretü minnet, kâh nefretü ibretle şunları rivayet ve hikâyet ederlerdi.” (11)

Nâkilân-ı Âsâr: Eserleri.

“Râviyân-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr Yâfes Çelebi hakkındaki rivayet ve hikâyet ve menkıbelerin hemen hemen bu kadar olduğunda ittifak etmişlerdi.” (68)

Namenüvis: Bâbıâlî’de nâme-i hümâyunları kaleme alan dîvan kâtibi.

“[…] Namenüvis Refik Çelebi […]” (81)

Natır: Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın.

“Esirhane kethüdası Kâmî Efendi’nin köşkündeki natırlardan Çeşm-i Badem Ceylan Hatun […]” (73)

Nekkâre: Elle ve daha çok iki küçük değnekle çalınan ve zurnaya refâkat eden, basık dümbelek şeklindeki vurmalı saz.

“… kös, kudüm, nekkâre ve çiftenara feryatları eşliğinde, gülbank çekilip dualarla suya inecek…” (25)

Nikrik asit: Nitrik asidin anilin, ipek, yün vb. maddelere etkimesiyle elde edilen asit.

“Fransızca hiyel ve balistik kitaplarından namlu sarmal adımları, devir adedi, imla kesafeti, sutre açısı, nitrogliserin, cıva fulminat, pikrik asit ve trotilin patlama baskısı ve süratleri konusunda son bulguları okuduğu sırada…” (123)

Nitrogliserin: Nitrik asit içine gliserin konularak elde edilen, uçuk sarı renkte, yağ kıvamında, güçlü patlayıcı özelliği olan madde.

“Fransızca hiyel ve balistik kitaplarından namlu sarmal adımları, devir adedi, imla kesafeti, sutre açısı, nitrogliserin, cıva fulminat, pikrik asit ve trotilin patlama baskısı ve süratleri konusunda son bulguları okuduğu sırada…” (123)

Nümayiş: Gösteri.

“[…] onun böyle bir nümayiş yapmasına bir sebep olmadığını, çünkü o anda seyredildiğinden bihaber olduğunu beyan etmişlerdir.” (81)

Oğuşturmak: Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek.

“Esircilerin ısrarı sonucu eliyle oğuşturup zekerini uyandırınca kalabalık, korku içinde bir iki adım gerileyiverdi.” (50)

Oyunbaz: Düzenci, hileci.

“Yüksek Kaldırım’ın ayyaş oyunbazları ve kalleş madrabazları […]” (73)

P

Palanga: Bir mil üzerine yerleştirilmiş iki ayrı makara grubu ile bunların oluklarında dolaştırılan bir halattan meydana gelen ve ağır yükleri küçük bir kuvvetle kaldırmaya, sağa sola hareket ettirmeye yarayan düzenek.

“… yiğitler meydana çıkıp palangadan geriye kalanları ateşe verecekler…” (26)

Palankete: Birbirine zincirle bağlı iki gülleden oluşan, deniz savaşlarında yelken ve yelken direğini ortadan kaldırmak için tasarlanmış top.

“Ancak bu garip palanketenin, tıpkı süvari toplarında olduğu gibi yatay bir yol izlemesine, zeminde defalarca sekmesine ve yerden en az bir at boyu yükselmesine dikkat edilmeliydi. (37)

Paluze: Beyaz, dolgun ve titrek.

“… Yâfes Çelebi, daha ter bıyıklı, ayva tüylü, paluze tenli bir delikanlı iken…” (12)

Perçin: İki veya daha çok levhayı birbirine bağlamak için geçirilen çivinin, ezilerek baş durumuna getirilen ucu

“Son bir perçini tahayyül etmesi yetecekti.” (138)

Pereme: Gondola benzeyen bir kayık.

“Hava kararmaya başladığında bir peremeye binip Galata’ya geçerek evinin yolunu tuttu. (39)

Peremeci: Gondola benzeyen bir kayığı kullanan kimse.

“Seyir penceresinden, denizin üzerinde seyreden bir peremeci gördü.” (64)

Perişanî: Dağınık, düzensiz, perişan halde olan.

“Kendisine bir Trablus şalı, sırmalı bir camadan, perişanî kavuk ve cübbe beğendi.” (38)

Peşkir: Genellikle pamuk ipliğinden dokunmuş ince havlu.

“[…] peşkir ağası Ânî Efendi[…]” (73)

Peyke: Genellikle eski iş yerlerinde bulunan, duvara bitişik, alçak, tahta sedir.

“Bir peykeye yatırılan şeyh ona, ahrette iki elinin yakasında olacağını söylüyordu.” (s. 13)

Piston: Bazı araçlarda, motorlarda bir silindir içinde düzenli hareket eden daha küçük çaplı silindir, itenek.

“…mıknatısi yataklarda dakikada iki bin devirle gidip gelen pistonlar,…” (138)

Piştov: Kısa namlulu, tek atış yapılabilen bir tabanca türü.

“Bellerinde çifte piştov, çifte yatağanla; yüzlerinden pislik, ellerinden kan, ağızlarından küfür akan…” (16)

“… ister demirden bir piştov olsun, ister etten ve kemikten dev gibi bir köle olsun …” (50)

“Bu emri derhal yerine getiren halk da birer piştov alıp […]” (78)

Ponza taşı: Bazı yüzeylerin temizlenmesinde, mermerlerin parlatılmasında, ovma işlerinde kullanılan, çok gözenekli, çok hafif kaya, sünger taşı, ponza.

“… dibine de bir delik delinip buraya ponza taşı konacaktı.” (52)

Prangi: Osmanlı’da 14. Yüzyıldan itibaren savaşlarda kullanılan küçük top cinsi.

“… çakaloz, badaluşka, darbzen, kolomborne, balyemez, prangi ve diğer toplardan, tunç değil de sanki samurdan yapılmışlar gibi, bir avuç maden alıp eğerek bükerek ibibikler ve kumrular yapmaya devam ediyordu. (108)

Pruva: Geminin veya sandalın ön tarafı, baş bölümü.

“Pruvasındaki ayarlanabilen kızaklardan denize koyverilen bir çift kallab bu koskoca hedefe doğru yol alacaklar ve onu derhal batıracaklardı.” (46)

Raptetmek: Bir şeyi bir yere iliştirmek, tutturmak.

“Demir yapraklarını ateş altında teker teker dövüp birbirine raptettiği bu madeni gülün açılmasını sağlayan şeyin ne olduğunu düşündü.” (66)

Râvi: Rivayet eden.

“…râvilerden nakledildiğine göre Calûd, gönlünü Esmeralda adındaki bu kadına kaptırarak…” (98)

Râviyân-ı ahbar ve nakilan-ı âsâr: “Haberleri nakledenler ve eserleri aktaranlar” anlamında olup kıssa, hikâye vb. nakledenlerin söze başlarken kullandıkları tekerlemelerin başında geçen klişe söz.

“Râviyan-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr kâh hayretü minnet, kâh nefretü ibretle şunları rivayet ve hikâyet ederlerdi.” (11)

“Fakat râviyân-ı ahbar, zavallının baş dönmesinin tam üç ay oniki gün sürdüğünü rivayet etmiştir.” (44)

“Râviyân-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr Yâfes Çelebi hakkındaki rivayet ve hikâyet ve menkıbelerin hemen hemen bu kadar olduğunda ittifak etmişlerdi.” (68)

“Ne var ki râviyân-ı ahbar ve nakilan-ı âsâr, Samur ve Yağmur Çelebiler’in on beşer kuruş maaşla…” (97)

Reisül-küttab:Dîvân-ı Hümâyun kâtiplerinin ve kalemlerinin başı olan kimsenin unvânı.

“… daha sonra da vazifesini ifâsındaki muvaffakiyetine binaen reisül-küttab olmaya hak kazanmıştı.” (29)

Rihtegânbaşı: Osmanlılar’da top döken sanatkârların başı.

“Fakat rihtegânbaşı Abaza İsmail Dede’den, onun aklının fikrinin…” (18)

Rivayet-i mevsuk: Güvenilir haberler.“

… demirden bir müzik kutusunun planlarını da çizdiği rivayet-i mevsukadandır.” (14)

“[…] malını mülkünü azad ettiği kölesine bıraktığı rivayet-i mevsukadandır.” (69)

Ruznamçe: Osmanlı Devleti’nde defterdarlıkta günlük hadiselerin yazıldığı küçük defter.

“[…] ruznamçe halifesi Vanî Midhat Efendi […]” (69)

S

Sabık: Evvelki, önceki. 

“Sabık ustasının gönlünden koparıp ona verdiği tam yetmişüç akçeyle…” (s. 14)

Saka: Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse.

“[…] bir sakayı durdurup eline iki metelik sıkıştırdı.” (85)

Sansur: Sansargillerden, Kuzey Avrupa’da yaşayan, çok yumuşak ve ince tüyleri olan, postu için avlanan küçük hayvan.

“… çakaloz, badaluşka, darbzen, kolomborne, balyemez, prangi ve diğer toplardan, tunç değil de sanki samurdan yapılmışlar gibi, bir avuç maden alıp eğerek bükerek ibibikler ve kumrular yapmaya devam ediyordu. (108)

Satıh: Yüzey.

“… suyun sathında patlaya patlaya sıçradığını görünce…” (19)

Semere: İstenilen sonuç, verim.

“Şimdi ise çektiği ceremenin semeresini görmek istiyordu.” (87)

Setre: Düz yakalı, önü ilikli bir ceket türü.

“[…] devlet memurlarının setre, pantolon, istanbulin ve kaput giymeye başladıkları sıralarda […]” (90)

Sofyan: Dört zamanlı, üç vuruşlu, donanımdan sonra 4/4 ile yazılıp gösterilen bir küçük usûl.

“… dükkânından önce semai, ardından sofyan ve nihayet aksak usulde çekiç sesleri duyuldu.” (13) 

Somun: Cıvatanın ucuna geçirilen, içi yivli demir başlık.

“Dişliler yuvalarından, somunlar vidalarından fırlıyor, kondansatörler ve elektrik tüpleri ardı ardına patlıyordu.” (139)

Subaşı: Şehirlerin güvenlik işlerine bakan görevlilerin başı.

“… durum subaşına bildirilirse bu zavallı masumun derhal öldürüleceğini anlattı.” (59)

Surre alayı: Osmanlı sultanlarının her yıl Mekke ve Medîne’ye gönderdikleri hediyeleri götürmekle görevli alay.

“Nihayet delikanlı surre alayıyla yola çıktı…” (23)

Sütre: Ateşli silahlarda barut gazının basıncı ile fırlayıp hedefe varıncaya kadar merminin havadaki hareketini inceleyen bilim.“Fransızca hiyel ve balistik kitaplarından namlu sarmal adımları, devir adedi, imla kesafeti, sutre açısı, nitrogliserin, cıva fulminat, pikrik asit ve trotilin patlama baskısı ve süratleri konusunda son bulguları okuduğu sırada…” (123)

Ş 

Şakirt: Öğrenci, çırak.

.“… bir hafta sonra aldığı hücceti teslim ettiğinde evrakları mülazım tarafından şakirdlerine havale edildi.” (27)

“İlk yıl burada yazı, hesap, hendese ve işe yarayacak kadar şakirdlik öğrendi.” (128)

Şerare: Kıvılcım.

“…karanlıklardan çekilen kara elektrik şerareleri ve aynı anda uyum içinde çalışan yüzbinlerce çelik aksamdan, kulakları sağır eden bir gürültü yayılmaya başlamıştı.” (138)