I

Işınım: Işın veya tanecik yayımı, ışıma, radyasyon

“İlk yaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı…” (126)

İ 

İçit: İçilecek şey, içecek.

“[…] ikramlar ederek, içitler, yiyecekler sunarak, halıdan ancak arada bir söz açıp müşterisini konuşturarak satmağa, beğendirmeğe çalışan halıcının […]” (66)

İleti: Yazı veya sözle verilen, gönderilen bilgi, mesaj

“Kestirip atamazsınız, iletisi karşıya ulaşmışa benziyor.” (113)

İm: İşaret

“[…] yaşayalım yaşamayalım gönlümüzden geçirdiğimiz her birolumun, her hazzın bir imi değil midir?” (11)

İnak: Dogma.

“yavruluğunda gördüğü eğitimden kalma biraz inak halini almış bir şey herhalde:” (17)

K

Kalak: Burun

“[…] huylandığını bilemeyip çantalarını kalağına doğru uzatmayan, koklatmayanlara)” (17)

Kalıntı: Artıp kalan şey, bakiye, eski çağlardan kalmış şehir veya yapı, ören, harabe

“Dün, kumsalda yatarken, arkamızdakiler öyle bir şeyler söylüyorlar ya, işittin değil mi, ondan kalıntı belki.” (111)

Kavkı: Kabuk.

“[…] kıyıda kavkılar, çakıllar toplayarak[…]” (75)

Kekmek: Gagalamak.

“Bu tavuk kocaman bir canavar olacak, kekerken kekerken bir gün onları yutuverecek[…]” (82)

Keler: Köpek balıkları takımının kelergiller familyasından, ılık ve tropik denizlerde yaşayan, uzunluğu 1,5 metre kadar olan, bir defada 20 yavru doğuran bir tür balık, keler balığı (Rhina squatina).

“[…] kül olacaktır, yılanlarla, kurbağalarla, kelerlerle birlikte; kaçamayacak kuşlar olacaktır.” (65)

Kiplik: Önermelerin yalın, belkili veya mecburi olma nitelikleri

“Bir yaşam biçiminin, bir yaşam kipliğinin simgesi olabileceğini düşüneli de yıllar geçti.” (109)

Kösnül: Erotik.

“Uyruk aramayan bir ur. Yumuşak, esnek, çıplak. Kösnül gibi.” (50)

Kumul: Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığı kum tepesi.

“Tor bir köpeğin yolu, kumsala, kumullara düşmeyegörsün…” (19)

“Kumulların üzerinden inip çıkarak, neredeyse düşe kalka ilerliyoruz.” (82)

 “Kumulların, tonlarca kumun örttüğü eski Narlar Şehrinin üzerinde…” (109)

M

Maltız ateşi: Çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan, içinde ızgarası bulunan, taşınır ocağın ateşi. 

“… komşunun bahçesinde tütmeğe başlayan bir maltız ateşinin ince dumanını görür gibi (durgun, dingin bir havanın orta yerindeki ince, kara, büksül düşü ansır gibi), bir küskünlük kokusunun gelip geçtiğini duyarız içimizden.” (47)

Marsık: Yapılırken iyice yakılmadığından duman ve koku vererek yandığı için baş ağrısı yapan odun kömürü

“Yangının geride bıraktığı bir kül örtüsü, bir marsık yığıntısı.” (139)

Mendirek: Kıyılarda dalgakıranla yapılmış liman.

“[…] mendireğin içinde demir atan yabancılara dönelim gene…” (66)

Muhkem: Sağlam, sağlamlaştırılmış.

“Kazancın yırtıcılıkla gözetildiği bir dünyada ‘namus’ sözcüğü üzerine kurulan muhkem bir edebiyat da yaratılmıştı[.]” (78)

Muştu: Sevindiren haber, müjde. 

“Sinekler ışığın muştusu gibi; güneşin değdiği yere konup konup kalkıyorlar.” (38)