İbibik: (Upupa epops), çavuşkuşu adı ile de bilinen (Coraciiformes) takımının, ibibikgiller (Upupidae) familyasında yer alan tek kuş türü. Uzunluğu 28 cm kadar, gagası uzun yay biçiminde, tüyleri turuncu-kahverengi olup başı sorguçlu, kısa kanatlı bir kuştur. Baltalı olarak de bilinir.

“[…] bülbülleri, serçeleri ve ibibikleri gördüğünde çileden çıktı[.]” (85)

İbn-ül arz: Garip.

“Tiryaki Boncuk Dede Hazretleri onun ibnü’l arz olduğunu ilan eylemişlerdir.” (117)

İfâ: Bir işi yapma, yerine getirme, iş hâline koyma.

“… daha sonra da vazifesini ifâsındaki muvaffakiyetine binaen reisül-küttab olmaya hak kazanmıştı.” (s. 29)

İhtira beratı: Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin yararlanması için devletçe verilen belge.

“… savaş aracının ihtira beratını almak…” (26)

“… gerekirse cebir kullanıp ihtira beratı almayı kafasına koymuştu.” (58)

“… doğu ya da batıdaki herhangi bir devletten ihtira beratı denen kafa kâğıdının alınmasını, bir fabrikada yüzlerce mühendis ve binlerce işçi tarafından büyütülmesini ve seri olarak çoğaltılmasını…” (129)

İktidar taşı: Bir işi yapabilme gücünü veren taş.

“… bunların hepsi elbette, onun iktidar taşı bulmasından çok önce olmuştu.” (58)

İlâm: Bildirme, anlatma.

“Gerçekten de verdiği istida bir hafta sonra torbadan çıkacak, muhtevası pek anlaşılamadığından bir ilâm isteğiyle Tersane Eminliği’ne gönderilecekti.” (41)

İstanbulin: Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar Türkiye’de kullanılan, yakası kapalı bir tür erkek ceketi.

“[…] devlet memurlarının setre, pantolon, istanbulin ve kaput giymeye başladıkları sıralarda […]” (90)

 İstanbulin: Tanzimattan Meşrutiyete kadar Türkiye’de kullanılan, yakası kapalı bir tür erkek ceketi. “…Üstünde ise bir istanbulin vardı.” (95)

İstida: Dilekçe.

“… inci gibi yazısıyla temiz çekip istidanın arkasına mührünü bastı.” (26)

“… Yâfes Çelebi, bir mum ışığı altında kendisini istida yazmaya vermişti. (39)

İstigna: ?

K

Kabak kabak kapmaca: Oyuna göre herkes bir kabaktır ve numarası vardır. Tekerlemenin ardından numarası söylenen kabağın atlaması gerekir. Atlamayan kaybeder. 

“… yaşları aynı olan çocukları çelik çomak, birdirbir, kabak kabak kapmaca, körebe gibi oyunlar oynuyorlardı.” (41)

Kaftan Kafa: (Kaf Dağı’na gönderme ile) Baştan başa.

“[…] kendisini kaftan kafa uzanan bir umman içinde tek başına hissedince […]” (92)

Kallab: Yâfes Çelebi’nin deniz savaşlarında kullanılmasını tasarladığı silahın adı.

“… Yâfes Çelebi bu icadına kallab adını vermişti.” (45)

Kalyon: Yelkenle ve kürekle yol alan savaş gemilerinin en büyüğü.

“Karaköy’de dolaşırken, kıyıya kıçtankara etmiş Frenk kalyonlarından birinin güvertesinde, ayyaş bir gemicinin kemanla tuhaf bir nağme çaldığını işitti.” (32)

Kalyoncu: Bahriye askeri, bahriyeli.

“… meyhanelerde yatıp külhanlarda uyandığı, kalyoncularla yiyip kopuklarla içtiği…” (s. 14)

Kama: Silah olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzı da keskin uzun bıçak.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Kaput: Asker paltosu.

“[…] devlet memurlarının setre, pantolon, istanbulin ve kaput giymeye başladıkları sıralarda […]” (90)

Karakullukçu: Yeniçeri bölük ve ortalarında çorbacıların ve zâbitlerin emir çavuşu durumunda olan ve oda hizmetlerine bakan küçük çavuş.

“Karakullukçu Hiram Efendi’den nakledildiğine göre…” (28)

Kavrama: İki dikme arasındaki sağlamlığı ve dayanıklılığı artırmak için kullanılan yatay ahşap parça.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Kelle: (Külçe hâlinde ve biçimi yuvarlak şeyler için) Tane, adet.

“[…] yarım okka ekmekle bir kelle peyniri yedikten sonra […]” (80)

Kerevet: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, duvara bitişik, ayakları olan, tahtadan sedir.

“Kerevetlere çöküp rakılarını getirttiler.” (16)

Kethüda: Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya.

“Esirhane kethüdası Kâmî Efendi’nin köşkündeki natırlardan Çeşm-i Badem Ceylan Hatun […]” (73)

Kıçtankara etmek: Geminin baştan demirlenip kıçtan da halatlarla kıyıya bağlanması.

Kolomborne: Demir gülle atan bir top türü.

“… çakaloz, badaluşka, darbzen, kolomborne, balyemez, prangi ve diğer toplardan, tunç değil de sanki samurdan yapılmışlar gibi, bir avuç maden alıp eğerek bükerek ibibikler ve kumrular yapmaya devam ediyordu. (108)

Kondansatör: İçinde akımsız elektrik yükü biriktirilen cihaz, yoğunlaç, meksefe.

“Dişliler yuvalarından, somunlar vidalarından fırlıyor, kondansatörler ve elektrik tüpleri ardı ardına patlıyordu.” (139)

Kös: Madenden büyük bir kâse üzerine gerilmiş deve derisinden ibâret çok büyük davul.

“… kös, kudüm, nekkâre ve çiftenara feryatları eşliğinde, gülbank çekilip dualarla suya inecek…” (s. 25)

Kötek atmak: Dövmek.

“Davud’a kötek üstüne kötek atıyordu.” (121)

Krank: Bir motorda biyellerin doğrusal hareketini dairesel harekete çeviren dingil.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Kudüm: Metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuş usul vurma aracı.

.“… kös, kudüm, nekkâre ve çiftenara feryatları eşliğinde, gülbank çekilip dualarla suya inecek…” ( 25)

“… ev, tanbur, kudüm, kemençe, def, dümbelek ve ney sesleriyle inler oldu.” (42)

Kudümcü: Mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmış olan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuş usul vurma aracını kullanan.

“Örsü, çekici ve körüğü bir kadın gibi bir kudümcü gibi kullanmayı…” (12)

Kulluk akçesi: Osmanlı devletinde mülkiyeti devlete ait araziden her sene alınan vergi.  

“Çelebi bu yüzden elini daha çabuk tutmaya karar verdi ve kâtibin istediği kulluk akçesini karşılayabilmek için saatini sattı.” (27)

Kumpas: Sanayide kalınlık ve incelikleri ölçmede kullanılan ölçüm aleti.

“Tahtakale’den, genellikle kuyumcuların kullandığı alet edevat, pergel, kumpas gibi tuhaf şeyler aldı.” (38)

Küffar: Kâfirler.

“Bizim küffardan öğrenecek bir şeyimiz yok!” (17)

Külhan: Hamamlarda döşeme altında bulunan ve ısınmayı sağlayan kapalı büyük ocak.

“… meyhanelerde yatıp külhanlarda uyandığı, kalyoncularla yiyip kopuklarla içtiği…” (s. 14)

Küpeşte: Gemide güverte hizasında ıskarmoz bağlarına tutturulan dikmelerin dış yüzeylerine kaplanan kaplamaların oluşturduğu siper, güverteden yukarı kalan bölüm, korkuluk.

“… Yâfes Çelebi küpeşteye atlayıp kapağı açtı …” (63)

Leyden şişesi: 1745 yılında Hollandalı fizikçi Pieter van Musschenbroek’in Leyden Üniversitesindeyken yaptığı elektrik depolama cihazı.

“… Dersaadet piyasasının Leyden şişesine doyduğunu …” (32)

M

Madrabaz: Hile yapan kimse.

“Yüksek Kaldırım’ın ayyaş oyunbazları ve kalleş madrabazları […]” (73)

Madrabaz: Hileci, hilekar, düzenbaz kimse.

“Madrabazlar da divanelerin tavsiye ettiği bu kitabı bulup onun esrarını çözmeye çalışan düşküne…” (s. 159)

Mafsal: Eklem, birbirine bağlanmış parçaların her yönden dönmesini sağlayan bağlantı ögesi.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Mağrur:Kendini beğenen, böbürlenen, kiirli, gururlu.

“Ardından, mağrur bir sesle Frenge…” (s. 17) 

Mahbubperest: Delikanlılara, gençlere düşkün erkek.

“Calûd dahil mahbubperest ve sanemperverlerin Galata’dan yavaş yavaş bu sokağa çıkmaya başladıklarını yazmıştır. (97)

Maksem: Toplanan suların belirli ölçülere göre şehre taksim edildiği yer, su taksim yeri, maslak.

“[…] maksemden eve derhal su getirmesini istedi.” (85)

Mano: Kumar oynatan kişinin kazançtan aldığı pay.

“[…] haraçlarına, manolarına ve sözümona bahşişlerine istemeksizin ortak ettikleri muhterisi zoraki ya da ihtiyari, bağırlarına basmışlardı.” (92)

Martalos: Türk garnizonlarında hizmet eden garson.

“[…] Martaloz Beşir Bey […]” (69)

Maslahat: Erkeklik organı.

“[…] çakşırından maslahatını çıkarıp kaldırmış […]” (74)

Mebun: Kadınımsı erkek.

“… bir mebun olduğunu, gerekirse buradaki herkese verebileceğini söylemesini istedi.” (16)

Merkezkaç kuvveti: Bir merkez çevresinde dönen bir cismi merkezden uzaklaştıran kuvvet.

“Tam kırk sekiz ağırlık merkezkaç kuvvetiyle yerlerinden fırlayıp pistonları çekiyor…” (96)

Meşum: Uğursuz. “…  o anda kendilerine yüz kuruş bile verilse meşum saydıkları o ismi ağızlarına almazlardı.” (11)

Zührevi macunlar, uykudaki çocukları taştan kuleler haline getirecek tiryakiler aradı ve o meşum ilacı gördü.” (102)

Metelik: Çeyrek kuruş, on para değerinde demir para.

“[…] bir sakayı durdurup eline iki metelik sıkıştırdı.” (85)

Mezkur: Zikredilen, bahsedilen. 

“Mezkur batakhanede, bu zatın beyanına göre…” (s. 13)

Mihaniki: Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle yapılan (iş, hareket vb.)

“… ve daha nice mihaniki aksamın ayrıntılarını ve hesaplarını öğretti.” (132)

“Hiyelden anlayan, mihanikî aksamları, kilitleri bilen Calûd’a da bu yüzden ihtiyaçları vardı.” (94)

Mil: Türlü işlerde kullanılmak için yapılan ince ve uzun metal çubuk.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Muganni: Şarkıcı.

“…ve kör adamın kederini dile getiren türkülerden birini okuyan muganniyi o da dinledi.” (145)

Mukataa: Kesim.

“Zamanı gelince Piskopos Mukataası kaleminden tezkireni alırsın.” (40)

Mustafa-yı Rabi: Dördüncü Mustafa.

“… şimdiki padişahın Mustafa-yı Rabi olduğuydu.” (39)

Muvaffakiyet: Başarılı olma, başarı. 

“… daha sonra da vazifesini ifâsındaki muvaffakiyetine binaen reisül-küttab olmaya hak kazanmıştı.” (9)

Muylu: Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.

“Böylece adam zavallıya krank ve kamalı millerin; uç, konik ve küresel muyluların; kovanlı, çanaklı, bilezikli, genleşmeli ve mafsallı kavramaların;…” (132)

Mübeyyiz: Yazıları temize çeken kimse.

“[…] Mübeyyiz Numan Bey […]” (81)

Mülazım: Bir kimse, şey veya yere bağlılık ve devamlılık gösteren, bir işte sürekli çalışan kimse.

“İstidasını bir mülazıma uzattığında, hayatını bir keşmekeşe dönüştürmek için son adımını atmıştı.” (s. 27)

Münfelik: Tahtelbahirin silahlarından birinin adı.

“Su yüzeyindeki hedefleri bu sayede görebilen tahtelbahirin ayrıca iki silahı da vardı: kallab ve münfelik.” (55)

Müsevvit: Taslak hazırlayan kimse.

“[…] Müsevvid Şaban Efendi […]” (81)