.

Ne Sakıncası Var Çirkin Bir Kız Olmanın?

Mehmet Ediz Doğan

“Bunca yıl herkesten kaçtın

En sonunda buldun sandın

Ansızın içini açtın

‘Yapma!’ dedim yaptın Gönül…”

Şarkıdaki gibi yıllarca herkesten kaçtı Gönül. Çünkü çirkindi. Öyle bir çirkinlik ki bu, annesi bile istemedi onu en başta. Hoş kendisi de yaşayacaklarını bilir gibi, zamanından geç geldi dünyaya. Tereddüt etti gelmekte. Annesinin büyüleyici güzelliğine inat, tüm çirkinlikleri bedeninde toplamıştı. Tanrı’nın tasarladığı bir danışıklı dövüş planı veya acımasız bir komplo gibi. Güzellik dünyanın her bir köşesinde hüküm sürerken, onun böylesine çirkin olması kayda değer bir işaret bile sayılmadı. Hiç okşanmadı, ninnilerle uyutulmadı. Gönül doğar doğmaz, ömrü hızla tükenmeye başladı…

İşte bu “çirkin” kadının hikâyesini anlatıyor Gönül Tufan. Öyle bir dünya kurgulamış ki yazar Ayça Güçlüten romanında, okurken bu çirkinliğin kurtulmak istenecek bir kambur mu, yoksa insanı görünmez kılan bir nimet mi olduğu konusunda kararsız kalıyorsunuz. Çünkü güzellik de başa bela. Çünkü güzellik saklanmayı bilmez. Çünkü güzellik bir büyü. Kötülerin dünyasında bir armağan değil, bir lanet. Gönül’ün güzeller güzeli annesi Solmaz’ın da laneti. Solmaz bu kadar güzel olmasaydı, daha küçücük bir çocukken babası uzatır mıydı kahrolası pençelerini ona? “Güzel kızım benim” diyerek paramparça eder miydi hem ruhunu hem de bedenini? Yapayalnız kalıp dünyanın tüm acısını yaşamak zorunda kalır mıydı acaba?

İşte bu yüzden “Çirkinlik küçümsenmemeli,” diyor Ayça Güçlüten eserinde; “Ne de olsa güzellik kadar gevşek, yumuşak ve üstünkörü bir silah değil.” Gönül de güzellikten korkuyor zaten. Annesinin ve dünyasındaki bütün kızların taptığı güzellik, aslında korkunç bir şey onun için: “Ya güzel olsaydım? O zaman ne olacaktı? Ne sakıncası var çirkin bir kız olmanın?” Ama var işte bir sakıncası çirkinliğin de. Mesele kızlar olunca güzellikten başka bir şey konuşulmuyor çünkü bu dünyada. Yazarın da dediği gibi; “Erkeklerin parasına, kudretine, işlerine güçlerine, işsiz güçsüz, cepleri boşsa sadece erkek olarak doğmuş olmalarına bile övgüyle, korkuyla karışık hürmetle değiniliyor.” İkiyüzlü çünkü insanoğlu. Kendisi bile cinsiyetçi kelimenin; insan”oğlu”. Kendisi eril, ruhu eril, dünyası eril…

Ayça Güçlüten, dili yaratıcı ve ustaca kullanan bir romancı. Üzerinde çok ciddi mesai harcadığı belli olan cümleleri, okuyanın ruhunu ve zihnini ele geçiren türden. Kafasındaki sesleri yazıya dökmekte oldukça başarılı. Kurguladığı dünyaya çabucak buyur ediyor okurlarını. Yarattığı karakterlerin hislerini gerçekçi bir üslupla sunuyor, onun döşediği patika yolda ilerlerken dünyasının bir parçası olmaktan geri duramıyor, kendinizi teslim ediyorsunuz. Bir yanıyla da ayna tutuyor insana/topluma, defolarını gösteriyor.  “Bakın biz buyuz” diyor; başkasında görünce iğrendiğiniz kusurlardan aslında sizde/bizde/hepimizde var, hepimizin karanlıkları aynı…

Bir röportajında şöyle tanımlamış kendini genç yazar: “Herkes gibi iyi ve kötü alışkanlıkları, zaafları olan biri. Öyle pek eğlenceli, ilginç biri sayılmaz ama kendince aileye, dostluğa, her canlının onurlu yaşam hakkına değer verir.” Yaşam hakkına değer verdiği gruplardan biri de “ötekileştirilenler”. 2018 yılında yayımlanan romanı Disko Topu’nda toplumun farklı gerekçelerle ötekileştirdiği bir kadını anlatmıştı, Gönül Tufan’da da bu kez çirkinliği nedeniyle toplum tarafından kabul görmeyen, sistemin dışına itilen bir kadına odaklanıyor.

Bu yeni eserinde toplumun bir başka kanayan yarasına; kadın cinayetlerine de işaret ediyor Ayça Güçlüten. Aynı zamanda gazeteci olan yazar, içinde bulunduğu sistemi de eleştiriyor sözünü sakınmadan: “Hükûmetin ve meşhurların, gücün ve paranın, güzelliğin ve mutlu bir geleceğin anahtarına dair haberlerin hâkimiyeti sarsılmaz bu sayfalarda. Bir de mikroskobik haberler var. Genelde cinayetleri anlatır bu kutucuklar. Son zamanlarda gencecik kadınların katledilişi sıkışıyor buralara. Gönül cam silerken görüyor onları. Zar zor okunuyor o satırlar; okunamasın, unutulsun diye yazılıyorlar sanki. Gazeteler evlere iş görsünler diye girerler bu şehirde. Köpek kovalamak, kırılacak eşyaları, içki şişelerini sarıp sarmalamak, Gönül’ün yaptığı gibi cam silmek, demlikte kalmış çayları boşaltmak, ayakkabı boyarken yere, kuş kafeslerinin içine, buzdolabındaki sebze meyve bölümüne sermek, çekirdekler için külah, sallanan masaların ayağına destek, serinlemek için yelpaze yapmak, ucunda işe yarar bir eşya ya da indirim varsa kupon kesmek için önemlidir gazeteler. Olsa olsa yaşlılar, yakınmalarına malzeme aramak için didiklerler gazeteleri. Hiçbiri, hiç kimse, Gönül de, Solmaz da, güzel kızlar da, aileleri de, öldürülen kızlara kafa yormaz. Böylece gazeteler, içindeki ölü kızlarla birlikte birikir de birikir.”

Ama Ayça Güçlüten, karakteri Gönül Tufan’a da fark ettiriyor o kutucuklara tıkıştırılan bitmiş yaşamları, okurlarına da. “Susmuyoruz, susmayacağız, mücadeleye devam!” diye haykıran kadınlar dolaşıyor satırlarının aralarında. “Kadınlar durdurulamaz, kadınlar susturulamaz! Kadınların kaderini değiştireceğiz, tarihi değiştireceğiz.” Kadınların öfkeli sloganlarıyla bir aydınlanma yaşıyor Gönül. Kalbine saplanıyor kadınların avaz avaz sesleri. Kadınlar artık susmasınlar istiyor. Kadın haklarını, toplumsal cinsiyeti, feminizmi anlatan kitaplara sarılıyor. Kitaplarla, gazetelerle dolduruyor hayatındaki boşluğu. Şarkıdaki gibi herkesten kaçsa da Gönül, hayatındaki boşluğu doldurmaya heves edenler de çıkıyor karşısına. Üstelik ansızın içini açmaya da niyeti var, var olmasına ama, kimse “Yapma” demiyor Gönül’e. Hayatına yapışmış çirkinliğin gölgesinde yaşayan bu ‘hancı’, ilginç bir şekilde ‘yolcu’ ediyor dünyasındaki yalancıları… 

Ayça Güçlüten’in ilk romanı Uykusuz 2014’te yayımlanmıştı. 2016’da Oda’yı, 2018’de Disko Topu’nu, 2019’da da İstisnai Buluşmalar’ı okurlarının beğenisine sundu yazar. Şimdi raflarda Gönül Tufan var. İthaki Yayınları’ndan çıkan bu son eseri, etkileyici dil ve üslubunun yanı sıra sağlam kurgusuyla da öne çıkmayı hak ediyor. Gönül Tufan, Ayça Güçlüten’in diğer kitapları gibi toplumun bir parçası olmalarına müsaade edilmeyen “öteki”lere karşı duyarlılığını bir kez daha gözler önüne seriyor.