Musahipzade Celal’in oyunu (1936). Oyun 1924 yılında yazılmış, ilk kez 1927 yılında oynanmış ve 1936 yılında basılmıştır. * Fermanlı Deli Hazretleri yani Musa Efendi cinci bir hocadır. Halktan insanlar her türlü hastalık, dert, sıkıntı durumlarında Fermanlı Deli Hazretlerine gelir ondan okuyup üflemesini dertlerine bir deva bulmasını isterler. Bir gün Urfa eşrafından Bayram Ağa denilen biri diş ağrısı için Fermanlı Deli Hazretleri’ne gelir ve Musa Efendi’yi tanır. Aralarında geçen konuşmadan halk arasında Fermanlı Deli Hazretleri olarak bilinen Musa Efendi’nin asıl itibariyle Sadrazam Mustafa Paşa’nın vekilharç kâtibiyken padişah fermanı ile asılması emredilen biri olduğu, asıldıktan sonra bayılıp darağacının devrildiği, ayıldığı zaman ise darağacını yerde kendini hayatta görünce sevincinden çıldırdığı, çıldırınca da cellatbaşının, ben bu adamı bir kere astım hünkârın buyruğu yerine geldi bir daha asmam, diye merhamet ettiği ve adamı tımarhaneye yolladıklarını öğreniriz. Musa Efendi tımarhanedeyken zaman geçsin diye birilerine muska yazdığını ve tesadüfen de birkaç delinin şifa bulduğunu böylelikle kendisinin hoca olduğuna inanıldığını aslında gerçekten hoca olmadığını anlatmaya çalışsa da o sırada Musa Efendi’nin papucu üzerinden atlatılmış lohusa bir kadının kolaylıkla doğum yaptığını görünce Bayram Ağa onun hocalığına inanır. Bayram Ağa’nın Behram adında bir oğlu Behram’ın da Nigâr adında bir nişanlısı vardır ancak Nigâr öksüz bir kız olduğu için padişaha sunulmak üzere hareme getirilmiş ve Behram da aşkından mecnuna dönerek yana yakıla Nigâr’ı aramaktadır. Bayram Ağa, Musa Efendi’den oğlu için yardım ister.  Onlar gittikten sonra Nigâr gelir. Musa Efendi de tesafdüfen: “Senin derdin nedir ey nigâr-ı rûzigâr?” der. Nigâr da, ismimi bildiniz derdimiz de bilirsiniz, der ve başından geçenleri anlatır. Daha sonra Nigâr’a peri dilinden bir şeyler öğretir ve bunları söylersen Behram’ın periler diyarındaki haliyle konuşabilirsin, der fakat Behram zaten orada perdenin arkasındadır. Musa Efendi’nin gerçekten kermaetli biri olduğuna kâni olurlar ve Nigâr saraya götürülmek üzere Rakım Ağa denilen bir kuşçubaşının konağına götürülür. Nigâr’a, bana mektup gönderebilirsin ama mutlaka peri dilinde gönder ki yakalanma, diye tembih eder.  Hünkâr enine boyuna iri bir kız arayışındadır ve Rakım Ağa da hünkâra bu kızı sunup rütbe almayı amaçlar ancak Rakım Ağa ve onun zevcesi İfakat da komik duruma düşerler. Nigâr orada komşu Şehime Molla ile arkadaş olur. İkisi bir olup kızı kurtarmaya çabalarlar. Nigâr hünkâra sunulmak üzere bir testten geçecektir ve gittiği yerde sorulan sorulara Fermanlı Deli Hazretleri’nin ona öğrettiği peri dilinde cevap verir. Bu sayede, bu kız dil bile bilmiyor, denilerek reddedilir. Nigâr hemen Musa Efendi’ye eri dilinde bir mektup yazar ve güvercinle gönderecekken o sırada hünkâra ait bir hançer kaybolduğundan onu bulabilmek için Fermanlı Deli Hazretlerine haber verilmesi söylenir. Fermanlı Deli Hazretleri kızın bulunduğu yere gelince bizi her yerde bulabiliyor kerameti ile Musa Efendi’ye tekrar saygı duyar.  Musa Efendi’nin oyunun başında üzerinden atlatılıp doğumu kolaylaştıran papuçlarını saray eşrafı aramaya başlar. Papuçlar ile birlikte Aksaray deresinden hünkârın hançeri de bulunur. Fermanlı Deli Hazretleri Nigâr’ı bu durumdan kurtarmak için Behram’ı ve babası Bayram Ağa’yı peri diyarı hükümdarı ve yardımcısı olarak tanıtır ve yalnızca peri dilince konuşabilen bu kızı Behram’a teslim eder. Herkes buna razı gelir. Hatta hünkâr, bu hançer bulma kerametinden dolayı Fermanlı Deli Hazretleri’nin kendisi için çalışmasını ister. Ancak Musa Efendi: “Yeryüzünde hiçbir devletlûnun kapısında hizmet etmeyeceğine dair peri padişahı huzurunda yemin ettim. Af buyursunlar bizi, destur.” diyerek oradan ayrılır.