.

Ölümünün Yüzüncü Yılında Pierre Loti’yi Düşünmek – 2

pıerre-lotı-sanat-krıtık

Ölümünün yüzüncü yılında Pierre Loti’yi anmak üzere yayımlanan bu yazı dizisinin ikincisinde, Selin Gürses Şanbay “İstanbul’da Bir Aşk Hikâyesi: Aziyade ve Loti” başlıklı yazıyı; Çağatay Yılmaz ise “Loti’nin Sığınağı: Eyüp” başlıklı yazıyı kaleme aldı.

İstanbul’da Bir Aşk Hikayesi: Aziyade ve Loti

Selin Gürses Şanbay

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru önce Selanik daha sonra İstanbul’a görevle gelen İngiliz deniz subayı Julien Viaud Türk kültürüne âşık olur ve yaşamını ve ismini kökten değiştirecek romanları ve tanıklıkları kaleme alarak yazın dünyasında Pierre Loti adıyla kendine önemli bir yer edinir. Türk okurun kendi kültürüne olan hayranlığı dolayısıyla tanıdığı Pierre Loti’nin sayısız roman ve tanıklıkları hem batılı bir yabancının gözünden Doğu’yu, hem de git gide Türkleşen yazar sayesinde bir Türk’ün gözünden Türk dünyasını aktarır.

Anlatılarının ilki olan Aziyade’nin Loti’nin yapıtları arasında yeri başkadır çünkü sadece bir tanıklık ya da bir anlatı değil, aynı zamanda Loti’nin gerçek yaşamını, iç dünyasını ve yaşadığı büyük aşkı günden güne aktardığı bir yapıttır ve birçok yazınsal türün özellik ve yapısını barındırır. Tarihler ve günlerden oluşan günceler bize günlük türünü anımsatırken mektuplaşmalar Aziyade’nin söylemini kişi, zaman ve uzam olarak anlatıyı üstlenen “ben”den uzaklaştırarak başka anlatıcıların sesini duyurur. Yakın arkadaşlarından ya da ablasından gelen mektuplar bize içinde bulunduğu coğrafyayı tanımaya başlayan Loti’nin bakış açısını sunmaz sadece, bu topraklara hiç uğramamış Batılılardan da dinleme olanağı buluruz kendi kültürümüzü. Montesquieu’nün İran Mektupları’nı andıran bu kısımlar Türk okurun kendine dışarıdan bakmasını sağlayan, görecelik ve farklılık gibi konular üzerinde düşündüren hem keyifli hem de öğretici bir farkındalık yaratır.

Aziyade romanının en önemli özelliği ise Montesquieu’nün gidip görmeden oluşturduğu doğu mistisizmi ve egzotik havayı Loti’nin görerek, tadarak, dokunarak, kısacası deneyimleyerek aktarmasıdır. Bu deneyim Loti’nin iç dünyasındaki inanç sorgulamaları, aşka bakış açısı ve duygu durumu gibi içsel konularla harmanlandığında ise ortaya hem içerik hem de biçem açısından zengin ve çok katmanlı yapı ortaya çıkarır. Loti Aziyade anlatısına o dönemler Osmanlı toprakları olan Selanik’te başlar ancak ilerleyen zamanlarda görevi gereği geldiği Osmanlı İstanbul’unu metninin ana uzamı haline getirir. Görevinin başında gayrimüslimlerin yaşamasına izin verilen Beyoğlu/Pera bölgesinde yaşamaya başlayan Loti yabancı deneyimiyle yetinmez ve Doğu’ya Yolculuk’ta Nerval’in yaptığı gibi sadece Müslüman halkın yaşamasına izin verilen Eyüp bölgesine taşınır. Böylece asıl adı Julien Viaud olan Pierre Loti üçüncü bir kimlik kazanarak Arif Efendi adını da alır. Farklı kimliklerinin ve Doğu’nun baş döndüren atmosferinin ortasında Loti Selanik’te genç bir kadın olan Aziyade’ye bir görüşte âşık olur.

Selanik’teki kaçamak buluşmalar başlamadan önce, henüz Aziyade’yi ilk gördüğünde “yeşil gözlerin tutsağı olmuştum” (2021, s.3) diyerek tutkusunu dile getiren Loti bir Türk Efendinin haremindeki kadınlardan biri olan geç kadınla buluşmanın yollarını arar ve nihayetinde aracılar sayesinde onu kendiyle buluşmaya ikna eder. Buluşmalarını betimlerken birlikte yaşadıkları duyguyu sık sık “esriklik” olarak tanımlayan Loti bir sarhoşluk halinin, akıl yitiminin varlığını duyurur aslında. Kaldı ki, başka bir erkeğin haremindeki bir kadınla birlikte olmak ne yasalara ne de toplumun genel ahlak kurallarına uygundur. Gece karanlık denizin üstüne kayıklarda buluştuklarında, Loti bu uygunsuz ve tehlikeli durumu şöyle aktarır: “Derin denizin üstüne belirsiz bir yöne doğru sürüklenip giden yatağın çevresi olabildiğine tehlikelerle doluydu: iki kişi, sanki imkansızın insanı sarhoş eden büyüsünü tatmak için bir araya gelmişti.” (s.18) Bu benzetme aslında Aziyade ve Loti arasındaki ilişkinin dinamiklerini açıklıkla ortaya koyar. Yasalar ve töreler tarafından yasak olarak kabul edilen bir ilişki filizlenmiştir Aziyade ve genç deniz subayı arasında. Ancak bu tehlikeler âşıklar tarafından adeta bir sarhoşluk hali içinde görmezden gelinmektedir. Loti’ye göre bu ilişkinin büyüsü hem yasağa karşı gelmenin hem de Doğu’nun büyülü atmosferinden güç alır. Saf bir aşktan öte esrik bir tutku olarak betimlenen aşkları, Loti Selanik’ten ayrıldıktan sonra da bitmez ve İstanbul’a görevi çıkan yazar “bir duygu esrikliğiyle bağlandığı” aşığını uzunca bir süre bekler İstanbul’da. Ve nihayet, Selanik’te politik ve sosyal anlamda karışıklıklar çıkınca Aziyade’nin efendisi evini ve haremini İstanbul’a taşıyarak eşlerinden birini de bilmeden aşığıyla yeniden buluşturur.

Bu noktada Loti’nin İstanbul’da Aziyade’yi beklerken kendince ona sadık kaldığını, başka kadınlarla olan ilişkilerinin sadece birer “oynaş” olarak gördüğünü de belirtmek gerekir: “o güzel yaratıklardan ateşli sevişmelerin can sıkıcı anısı dışında aklımda bir şey kalmadı” (s.27) diyen Loti diğer kadınların bedensel arzularına bile çok hitap etmediğini, oynaşlarını neredeyse bir ihtiyacı karşılayan birer nesne olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Diğer kadınları birer nesne gibi gören yazar ise aşkının gözünde kendisinin bir nesne olduğunu rahatlıkla ifade ediyor: “Aziyade gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Karşısındaki Türk olsa kendini gizlerdi ama gavur, erkek sayılmazdı, olsa olsa insanın rahatça seyredebileceği ilginç bir nesne olurdu.” (s.3) Gönül eğlendirdiği diğer kadınları kendi gözünde “sıkıcı bir nesne” olarak algılayan Loti, Aziyade’nin gözünde bu sefer “ilginç bir nesne” olmayı henüz en baştan kabul eder böylece.

İlişkiler ve duygular konusunda sıklıkla düşüncelerini aktaran yazar ne nesneleşmenin ne de kurallara ya da törelere karşı gelmenin kendi açısından bir ikilem yaratmadığını arkadaşlarına yazdığı mektuplarında dile getirir. Tanrı, ahlak gibi kavramları sert bir biçimde reddederken hayattan olabildiğince haz almayı amaç edindiğini belirtir. Böylece Aziyade ile olan ilişkisinin de haz merkezli ve belki de gelip geçici bir heves olabileceğini düşündürür okura. Ancak öyle olmadığını hem kendi görecek hem de günlüklerine satır satır işleyerek okura gösterecektir. Hatta İstanbul’da başka kadınlarla yaşadığı yüzeysel ve bedensel ilişkileri sırasında eğer Aziyade gelmezse elbet ben de başkasını seveceğim. Onun gibi olmayacak ama yeri dolacaktır muhakkak diyerek vazgeçilmez saf bir aşk olmadığını not düşer. İlerleyen zamanlarda ise, duygularını tarttığı sırada, Aziyade için Türk olduğunu ve onu seviyor gibi olduğunu da ekler. Genç kadına olan duyguları bu denli karmaşıkken Pera’dan Eyüp’e taşınarak da Arif Efendi kimliğini de kazanır.

Aziyade nihayet İstanbul’a geldiğinde ise Loti Selanik’te hissettiği sarhoşluğu günlüğüne aktarırken “onu delicesine arzuladığımı hissettim, sanki bu dünyada değildi.” (s.52) diyerek ilişkilerinin haz merkezli esrikliğinin altını çizer. Loti için Aziyade ile ilişkisi bu eksende ilerlerken genç kadının aşığını çok farklı bir yerde gördüğünü şu cümlelerle okuruz: “Sen benim Tanrı’msın, kardeşim, dostum, sevgilimsin. Sen gidince Aziyade için her şey bitecek, gözleri kapanacak, Aziyade ölecek.” (s.59) Aziyade’nin Loti’ye olan aşkı tarifi imkânsız bir saf sevgi gibi okunur bu satırlarda; onu yüceleştirerek Tanrı katına yerleştiren, onu her sıfata layık gören ve yaşamındaki eksik hissettiği tüm rolleri Loti’nin üzerine giydiren Aziyade’nin yaşamı da Loti’nin varlığına bağlıdır. Loti’nin eksikliği Aziyade’nin yaşam gücünü elinden alacaktır genç kadına göre.

Loti için diğer kadınlarla ilişkileri ve hatta Aziyade’ye olan duyguları hala birer esriklik olarak algılandığından, bir gün yolda gördüğü güzel bir kadının peşine takılır ve güzelliğinden etkilendiği Seniha adlı bu kadınla bir buluşma ayarlar. Bu durumu Aziyade’ye açıklıkla anlattığında elbette bir tepki görür ancak bağlılık konusu yasak aşk yaşayan bu ikilinin ilişkisi dahilinde bir söz olarak yer almadığından Aziyade durumu mecburen kabullenir. Loti’ye göreyse haz odaklı ilişkilerinde asıl olan onun peşinden gitmek ve yaşamdan olabildiğine zevk almaktır söz konusu olan. Ancak Seniha’nın gelişi yaklaştıkça Aziyade’yi kırmış olmaktan ve kaybedebilecek olmaktan korktuğunu dile getiren Loti kendisinde “kösnü (cinsel istek) duygusu uyandıran” bu kadınla yan yana geldiğinde ona karşı hazdan çok tiksinti duyduğunu fark ederek “varlığı bana çekilmez geliyordu” (s.107) diyerek kadını evinden kibar bir dille kovar.

Bu olayın hemen sonrasında Loti huriden daha genç, daha çekici ve daha güzel bulduğunu söylediği Aziyade’nin gönlünü alır ve bu olay ikilinin birbirini daha çok sevmesiyle sonuçlanır. (s.108-109) Bu olaya kadar belki de gelip geçici olabilecek tutku odaklı bir ilişki olarak tanımladığı duygularını Loti, Seniha olayından sonra ilk kez aşk olarak tanımlar. Önceleri mektuplarında ve güncesinde “seviyor gibiyim”, “mutlu sayılırım” gibi ifadeler kullanırken artık Aziyade’yi sevdiğini adeta itiraf eder: “Hikâyenin en tuhaf yanı ise onu seviyor olmam. Bu genç ve yakıcı tutkunun dokunmasıyla ‘yapmacıksız aşkın aşırı duygusallığı’ yeniden göverdi kalbimde, ruhumun en derininde onu seviyor, ona tapıyorum.” (s.113) Tam kalbinin üzerine Aziyade ismini dövme yaptırarak aşkını hem bedenen hem de ruhen kalbine kazıyan Loti de Aziyade’yi onun kendisini yükselttiği Tanrısal mertebeye çıkarır. Ancak birbirine tapan ve birbirini ölesiye seven iki genç için ayrılık ayak seslerini kısa sürede duyurur.

Yeni bir görev emri gereği gemisiyle İngiltere’ye dönmesi gerektiğini öğrenen Loti için Aziyade bir veda eğlencesi düzenler. İçlerindeki hüznü saklamaya çalışarak katıldıkları bu eğlencenin sonuna doğru Aziyade kazayla elini derin bir yarayla keser ve kanlar içinde orda bayılır. Müdahale edilip de kendine gelene kadar çok kan kaybettiği için bir mermer kadar soğuk ve tamamıyla baygın halde yatan Aziyade adeta sözünü tutar ve Loti’nin hayatından çıkma düşüncesi karşısında bile yok olmaya yüz tutar. Her ne kadar kendine gelse ve iyileşse de ümitsizlik ve acı içinde aşkının gidişine hazırlanır. Loti’nin deyimiyle sona ermekte olan bu Doğu düşüne son noktayı henüz ölmemiş olan ancak sözünü tutmakta kararlı genç kadın “sen döndüğünde Aziyade ölmüş olacak” (s.145) diyerek son noktayı koyar.

Loti’nin tüm dönme sözlerine karşı ümitsizlikten doğan bir kayıtsızlık halinde karşılık veren Aziyade gerçekten de Loti birkaç ay sonra döndüğünde olmayacaktır. Eli kesildiğinde benzediği soğuk mermeri Loti döndüğünde Aziyade’nin yattığı mezarın başında bulur; bu sefer sevdiği kadının bedeni yerine mezar taşına sarılır. Bu sahneyle biten anlatısı Loti için “Her türlü tensel arzunun ötesinde temiz bir aşkla seviyorum onu. Sevmeye de devam edeceğim” (s.162) dediği ama ölümün ayırdığı aşkına yazdığı bir aşk mektubu gibidir: Loti’yle Aziyade’nin aşkının gün be gün nasıl büyüdüğünü, belki gelip geçici olarak başlayan bu aşkın karşılaştığı her zorlukta nasıl da biraz daha güçlendiğini tüm dünyaya duyurduğu, doğunun mistik atmosferinin sadece bir dekor olmayarak bu aşkın yaşanmasında ve büyümesinde nasıl etkin bir rol oynadığını anlattığı yaşanmış bir hikâye.

Loti’nin Sığınağı: Eyüp

Çağatay Yılmaz

Yazının birinci bölümünde incelenmiş olan aşk hikayesine dekor oluşturan iki kentle kahraman Loti arasında anlatı boyunca kimlik inşası düzleminde yakından bir ilişki kurulmaktadır. Yazar Pierre Loti’nin kahraman-anlatıcı bakış söylemiyle şekillendirdiği bu hikâyede Selanik ve özellikle İstanbul anlatının ana uzamını oluşturan iki kent olarak karşımıza çıkar. Selanik’te başlayan hikâye İstanbul’un Eyüp semtine uzanır ve burada yoğunlaşır. Eyüp semti Batılı bir gezginin maddi ve manevi birikimini korumasını sağlayan bir sığınak görevi görür, bu sığınağın varlığı gezginin Türk Arif gibi görünmesine imkân verir. Böylelikle asıl kimliğini saklayabildiği ve yerli bir halktan biri gibi görünebildiği bir uzama yerleşmiş olur Loti.

Selanik’te kente dair betimlemeler İstanbul’da olduğu kadar yoğun değildir ancak olayları başlatan süreçle bütünleşmesi açısından Selanik bir başlangıç noktası olarak kahramanın zihnine yerleşir. Bu kentte kahramanımız Loti’nin ilk görüşte âşık olduğu kadın Aziyade ve ona ulaşmasını sağlayan uşak Samuel’le tanışma sürecine tanıklık ederiz.

Loti anlatının ilk anlarından itibaren hep bir Türk gibi giyinip Türk gibi yaşama çabası içindedir. Selanik’te başlayan Türk gibi görünme isteği İstanbul’da daha da anlamlı gelir. Yerli halktan görünmenin onlar arasında rahatlıkla yaşayıp dolaşmak olduğunu bilen Loti anlatı boyunca “gibi görünmek” isteği içinde varoluşsal krizler yaşar. Haz peşinde sürüklenen kahraman, teolojik ve ontolojik sıkıntıların pençesinde-olması gerektiği gibi bir Hristiyan olamamış ancak bir türlü Müslümanlığı da benimsemeyen yaramaz bir hedonist- doğu yaşantısının ve kentlerinin imgesel gücüne sığınan bir karakter olarak karşımıza çıkar.

İstanbul’da ilk olarak Avrupa mimarisi ve Batılı insanların yaşamlarını sürdürdüğü Pera ve çevresine yerleşen kahramanımız burada bir Türk gibi görünemeyeceğinden ve Aziyade’ye ulaşan yaşam biçiminin yerli halk gibi olmak gerektiğini düşündüğünden Beyoğlu’ndan uzaklaşmayı düşlemeye başlar:

“Beyoğlu’nda üç ay eğleştim, bu süre boyunca o imkânsız tasarıyı nasıl gerçekleştireceğimi düşündüm, Haliç’in öbür yakasında onunla birlikte oturmayı, onun hayatı gibi Müslüman hayatı yaşamayı, ona günlerce sahip olmayı, düşüncelerini anlamayı, sezmeyi, gönlünün derinliklerinde Selanik gecelerimizde hiç akla gelmeyen taze, yabanıl şeyler bulmayı kurdum – onun tümüyle benim olacağını düşündüm.” (s.26)

Sevdiğine ulaşmayı ve onunla birlikte olmayı kentle bağdaştıran Loti, “Beyoğlu beni sıktı, buradan taşınıyorum, gidip İstanbul’da… Kutsal bir semtte, Eyüp’te oturacağım” (s. 38) diyerek hayalini kurduğu tasarıyı gerçekleştirir ve bu semtte bir ev kiralar.  Burada artık Loti olarak değil kırık şivesine rağmen hiç fark edilmeden Arif adıyla anılır. Dolayısıyla oryantalist söylemin yergi içeren anlam ayrımlarından biri olan “buradalık” ve “oradalık” Loti özelinde kaybolur. İstanbul onun için artık “burası”dır.

“İstanbul’da önce tarihi yarımadaya ayak basar, sonra dört kilometre kadar çarşı Pazar, camiler arasında yürür, İstanbul’un kenar mahallesi kutsal Eyüp semtine varırsınız, burada çocuklar onlara tuhaf gelen şapkanızı taşa tutarlar, Kuruçeşme Sokağı’nı sorarsınız, hemen gösterirler; sokağın sonunda karşınıza badem ağaçları altında bir mermer çeşme çıkar, oturduğum ev işte onun yanı başında.” (s.78)

Loti artık sıradan bir gezgin olarak değil Türk olmanın ve Türkler gibi yaşamanın deneyimini durmaksızın yoğunlaştıran bir özne olarak anlatısını sürdürür. Hikâye artık tarihi yerleri bir gezi alanı gibi arşınlayan turistin bakış açısından değil, içinde bulunduğu kültürün tüm vatandaşlarının gündelik deneyimine sızmış ve o deneyimi hem yaşayan hem de gözlemleyen anlatıcının söyleminde ilerler.

Eyüp yerli kültürle özdeşleşmenin sığınağıdır onun için. Kendisi gibi olan insanlardan uzaklaşmanın ve Aziyade’yle yakınlaşmanın fırsatı olarak görür burayı Loti  -ya da Arif-. İki farklı kişiliği tek bir bedende yaşayan aşık bir görevli Deniz Subayı sevdiği kadın uğruna kimliğini, inancını ve ruhunu oluşturan geçmişini terk eder. Bu altruist yaklaşım Loti’nin duygu durumunda bozukluklara sebep olur. Sevdiğinin Selanik’ten İstanbul’a gelme süresi geciktikçe Loti’nin söylemindeki ikircikli durumlar en açık ve saf haliyle görülmeye başlar, kendi kendine girdiği evhamlı kriz anlarından birinde şöyle der: “Olur da Aziyade gelmezse, ne yapalım, günün birinde bir başkası alır yerini. Ama yaratacağı etki tamamıyla farklı olurdu. Aziyade’yi seviyor gibiydim, onun yüzünden Türk olmayı seçtim.” (s.46) Bu söylemde “onun yüzünden Türk olmayı seçtim” söylemi bir başkasının mutluluğu uğruna fedakârlık yapan bir öznenin bu durumu kabullendiğini gösterir. Fakat “Aziyade’yi seviyor gibiydim” söylemi duygularından tam olarak emin olmayan bir öznenin söylemini içerir.

Yine de Loti’nin ruhsal durumunu tümüyle Aziyade’ye bağlamak doğru olmaz. Onun bu serüvende mutlulukla olan ilişkisi aynı zamanda uzamla kurduğu ilişkide yatar. Doğu’nun ona sunduğu büyülü ve güçlü uzamsal imge Loti’yi mutsuz olduğu Batı uzamından uzakta onu mutlu eden bir atmosferin hayali içinde bırakır. Şöyle der anlatıcı Loti:

Gece Eyüp’e dönmek üzere sabah Sultanahmet Meydanı’ndan yola koyulmak, elde tespih camileri dolaşmak, bütün kahvelerde, türbelerde, yatır mezarlarında, hamamlarda, meydanlarda şöyle bir durmak, zarfları bakır ayaklı küçücük mavi fincanlarla Türk kahvesi içmek, güneşte oturmak, nargile tüttürerek kendinden geçmek, dervişlerle, gelen geçenle söyleşmek, hareket ve ışık dolu bu tablonun bir parçası olmak, özgür, tasasız, tanınmayan biri olmak ve sevdiğiniz kadının akşama sizi eve beklediğini düşünmek…“ (s.57)

Hayali kurulan, arzulanan ve ulaşılması hedeflenen sadece Aziyade değil, sevgilinin içinde bulunduğu uzamdır aynı zamanda. Eyüp’ün etrafında yaptığı her gezinti, geri dönülecek bir evin hayaliyle gerçekleşmiştir. Bu roman bir kadına duyulan aşkın anlatısının yanında bir kente duyulan bağlılığın hikayesidir. Loti İstanbul’a en az Aziyade’ye duyduğu kadar aşıktır.

Anlatının sonuna doğru Loti’nin görevi biter ve kendisinden gemisine binerek dönmesi istenir. Sonlara doğru karakterin şehirle kurduğu ilişki oldukça ilginçtir. Geri dönmek zorunda kalmanın huzursuzluğuyla o çok sevdiği İstanbul’u son bir kez görmenin umudu arasında duygusal yoğunlaşma sezilir. Ayrılma anı geciktikçe, kentle kurduğu ilişkisi yoğunlaşır ve gitmeden önce İstanbul sokaklarında dolaşıp en ufak bir ayrıntıyı belleğine işler. Onu Eyüp’e, sevdiğinin yanına götüren sokakları, caddeleri, önünden geçtiği kahvehaneleri son defa görmenin umuduyla kenti bir türlü terk edemez. Şehri terk etme anını hep erteler. İstanbul elini ona uzatmıştır, o da o eli bırakamaz bir durumda, yüzü kente dönük hüzünlü bir portreden bize bakan öznedir Loti.

Kaynakça:    

Loti, Pierre. (2021). Aziyadé. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.