.

Ölümünün Yüzüncü Yılında Pierre Loti’yi Düşünmek – 1

pıerre-lotı-sanat-krıtık

Nedret Öztokat Kılıçeri

Bir Dost, Pierre Loti

Julien Viaud (1850-1923) Pierre Loti adıyla on dokuzuncu yüzyıl sonu yirminci yüzyıl başı Fransız oryantalist romanı alanında yapıtlarıyla, yaşadığı doğulu coğrafyalara ilişkin tuttuğu notları ve tanıklığıyla kendi tarzında bir edebiyat örneği vermiştir. Rochefort’da bir müzeye dönüşmüş evi olsun, romanları ve denemelerindeki Türkiye imgesi olsun ilgi çekmeyi sürdüren bir addır.

Türkiye onu etkilemiş tek coğrafya değildir, görevli olarak Japonya, Çin, Senegal, Polinezya Adaları gibi birçok yerde bulunmuş, romanlarında Cezayir, Suriye, Fas, Filistin gibi “Doğu’nun limanları”nı anlatmıştır. Bu üretken yazarın en bilinen romanları arasında Aziyade (1879), Le Mariage de Loti (1882), Bir Sipahinin Romanı (1881), İzlanda Balıkçısı (1886), Madam Krizantem (1887), Doğu’daki Hayalet (1892) yer alır. 1891’de Fransız Akademisi’ne seçilen Pierre Loti, edebiyat tarihçilerine göre Madam Krizantem ile yakaladığı düzeye diğer romanlarında ulaşamamış olsa da Akademi’nin “Ölümsüzler”i arasında onurlu yerini koruyacaktır.

Pierre Loti uzmanı Alain Quella- Villéger, Pierre Loti’nin yapıtının Fransızların sömürge tarihi üzerine, Fransa’nın İslam’la karmaşık ilişkisi üzerine, oryantalizm ve tabii mütareke yıllarının Türkiye’sinin Avrupa ile ilişkileri üzerine bugün de bizleri aydınlattığını söyler (2010, s. 7). Pierre Loti’nin ölümünün yüzüncü yılı vesileyle 17 Haziran 2023’te “Sur Les Traces de Pierre Loti” konulu, Pierre Loti’den İstanbul’da kalan edebi izleri web uygulaması üzerinden sürmeyi amaçlayan etkinliğin açılışı için Fransız Enstitüsü’ne gelen Quella-Villéger Pierre Loti’nin Türkiye algısını, buradaki yaşayışını, İstanbul’a olan bağını bir konferansta bir kez daha ele aldı.

Gerçekten de İstanbul’da Pierre Loti “izleri” sadece oryantalist edebiyatın değil, aynı zamanda on dokuzuncu yüzyıl sonu şehir kültürünün ve tarihsel bir dönemin izlerine karışır. Bu izleri takip etmek kültürel yolculuktur aynı zamanda. Quella-Villéger’nin vurguladığı gibi, Pierre Loti’nin sevdiği, kendini iyi hissettiği Eyüp’ün daracık sokakları, kaldırımları ve kahvehanelerinde rastladığı mahalleliler onu sorgusuz sualsiz kabul etmiş ve saygı duymuştur. Ancak kesin olan, yazarın bu kente olan tutkusudur. Memleketine dönüşünde buradan götürdüğü eşyalarla Rochefort’daki evinde bir Türk köşesi (ilkin “chambre turque” daha sonra “salon turc” olarak burayı adlandırır) hazırlamış, Aziyade/Hatice’yi Fransa’ya getirmek istemiş, askeri görevi bittikten sonra İstanbul’a birkaç kez gelerek Hatice’nin mezarını bulmak, mezar taşını bir kutsal emanet gibi Rochefort’a götürmek istemiştir.

Bununla birlikte onun Türkiye ile ilişkisi girifttir. Çoğu edebiyat tarihçisi oryantalist yönelime vurgu yapar, yayıncı Calmant-Lévy örneğin Aziyade’nin “oryantalist” ve “idyllique” yanını yüceltir, anlatıyı hoş renklerle bezeyen manzaraları öne çıkarır (Vercier & Quella-Villéger 2001, s. 190). İstanbul’la, Marmara deniziyle, Boğaz kıyılarıyla büyülenmiş bir yazarın satırlarında ışık, renk, duyusal keşifler arayacaksak diğer oryantalistlerin şiirini düşünmeden edemeyiz. Loti’nin biraz da kendini aradığı bu parçalı anlatıları dönemin moda akımı içinde kendine bir yer bulmuştur kuşkusuz, ama başyapıt olarak anılabilir mi? Öte yandan bu toprakların onda uyandırdığı hayranlık savaşların eşlik ettiği bir kayıp duygusunu da getirecektir.

İttifak devletleri karşısında Türkiye’nin hakkını savunan on beş kadar yazısını kapsayan Can Çekişen Türkiye onun başından beri bu ülkeye olan dostluğunun kanıtı gibi dursa da kimileri yazarı bir casus ya da kuşkulu bir konumda görmeyi tercih etmiştir (aşağıda buna değindik). Jean-Claude Perrier yazarın Türkiye konulu yazılarını yayına hazırlarken Osmanlı imparatorluğunun parçalanışı karşısında Fransız basınında “polemist-yazar” sıfatıyla çok sayıda yazı kaleme aldığını belirtir (Perrier 2010, s. 85). Bu kaynakta tam anlamıyla bir Türk dostu Pierre Loti ile karşılaşırız.

1919 Ocak ayında kaleme aldığı yazıda “Ermeni Yunan ve her renkten Levanten’in Osmanlı’nın savaşı kaybettiğine hükmederek ülkeyi yağmaladıklarını” yazar; Fransa gibi eski bir dostun “bu can çekişen Türkiye’ye reva görülen hakaretlere sessiz kalmaması” gerekir; şöyle devam eder “Türkiye’yi hakir gören bu insanlar bu ülkeye adım bile atmamış, eski ön yargılarla körleşmiş insanlardır ve ölçüsü kaçmış bir propagandanın oyuncağı olmuşlardır” (Perrier 2010, s. 115).

Aynı tarihte yazdıkları arasında şunu da okuruz: “1919 Ocak. Sevgili ve her zamankinden daha değerli Fransa’mız, dünyanın en sakin umursamazlığı içinde komşuda olanlardan habersiz Fransa. Türkiye yüzyıllarca müttefikimiz olmuşken, şu anda Orta Afrika ya da Ay’daymışçasına bize yabancı” (Perrier 2010, s.118) diyerek sitemini sürdürür.

Pierre Loti bu karışık dönemde Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler ve Levantenlerin ülkeyi Osmanlı’ya daralttığını sıklıkla dile getirmiş, bu hakaret ve tehditlerin bir yargı aracı olarak farklı zihinsel kalıpları yansıttığını söylemiştir (Perrier 2020, s.139). Ona göre, Yunanlılar üstü örtülü bir tavır sergilerler, Bulgarlar acımasız ve vahşi bir üsluba sahipken, Ermenilerin tarzını “rekor” düzeyde bulur; bu saptamaları paylaştığı bölümde yazarın Ermeni düşmanlığı tam bir polemikçi tondadır (Perrier 2010, s.140).

Ateşkes ertesi (1919) iki tarafın da yiyecek sıkıntısı gazetelere yansırken Türklerin adının geçmemesi Loti’nin ağırına gider: “Yugoslavlar, Polonyalılar, Suriyeliler, Yunanlılar, hatta Prusyalılar (akla hayale gelmez kötülükleriyle), iki cepheden herkes yiyecek sıkıntısı yaşamaktayken zavallı Türklerden hiç söz edilmiyor; oysa onlar bizim esirlerimiz, yaralılarımız, vatandaşlarımıza kardeşçe davrandılar” (Perrier 2010, s.141).

19 Ağustos 1913’te Alpullu tren istasyonundan Edirne’ye gidişini oğluna ulaşan bir mektupta anlatmıştır. Trakya topraklarını bir çöle benzetir: “savaş alanına dönmüş topraklarda ne köylüler ne sürüler ne köyler hiçbir şey kalmamıştı, sanki buraları yıllardır bir çöldü; katliamdan kaçanlar ise İstanbul’da yardım merkezlerinde toplanmıştı” (Quella-Villéger 2010 s.168).  Şehirde çevresini binlerce Edirneli sarar, Müslümanı, Yahudisi, Hristiyanı coşku içinde onun elini sıkmak için yarışırlar. Kadınlar kucaklarındaki çocuklarının ellerini uzatırlar Loti’ye, o da Bulgarların kestiği küçücük elleri hatırlar.

Şehirde onu kuşatan bu ilgiden müthiş etkilenir. Edirne o sıralar Osmanlı şehridir ve şu “ne yaptığını bilmez Avrupa” bunu görmezden gelmektedir (Quella-Villéger 2010, s.173); diplomatik girişimlerin yapılmaması Loti’nin yüreğini “kaygıya boğar”: “Bu şehre bir zamanların bolluk ve barışı geri gelsin artık” (2010, s.173) diye dua eder. Havza’da talan edilmiş mezar taşlarını kırarak içindekileri dışarı çıkaracak kadar gözü dönmüş Bulgar katliamını ve halka yaptıkları işkenceleri derlediği tanıklıklarla anlatır. “Elimi sıkan iki büklüm adam bana eşim yok çocuklarım öldürüldü, hayvanlarım katledildi evim yok neden yaşıyorum hâlâ, diye soruyordu” (2010, s.177). Loti bu tanıklıkları birebir yaşayıp not etmemiş olsaydı, yazdıklarını okuyanların durumu abarttığını düşüneceğini de özellikle vurgular. (Quella-Villéger 2010, s.178)

Pierre Loti’nin Türkiye yanlısı yazıları içten ve kuvvetli bir itirazı dile getirir. Halkın uğradığı zulüm, ülkeye Avrupa tarafından değer görülen kötü muamele onu çileden çıkarır. Bir vakanüvis, bir elçi titizliğiyle uzun uzun ve dehşet sahnelerini atlamayan ayrıntılarıyla gördüklerini yorumlar.  

Pierre Loti Türkiye’de

İstanbul’da geçen üç romanı ve özellikle siyasi tutumu nedeniyle Pierre Loti ülkemizde özel bir öneme sahiptir. Ankara’da bir “Pierre Loti Dostları Derneği” bulunduğunu, çok sayıda bilimsel yayın yapılmış olduğunu anımsayalım.

Hoş, onun yazılarında dile getirdiği dayanışma ve dostluğa tepkiler de yok değil. Yaklaşık on yıl kadar önce Fransa’nın dış politikasına karşılık vermek adına sanırım bazı edebiyat çevrelerinde Pierre Loti adının Eyüp’ten silinmesi talebinde bulunulmuş. Bazıları onu fena bir oryantalist, casus gibi görmüş.

Nedim Gürsel’in bir yazısında Nazım Hikmet’in Loti’ye yönelik sert eleştirisine rastladım. “Frenk şairinin gördüğü Şark”tan hazzetmemiş Nazım Hikmet. Şöyle yazmış: “Şark/üstünde çıplak/esirlerin/aç geberdiği toprak! /Şarklıdan başka herkesin/orta malı olan memleket! (…)”.  Pierre Loti ona göre emperyalizmin sinsi bir temsilcisi, şarlatan, riyakâr ve sahtekâr bir yazar, “domuz bir burjuva”dır. Nedim Gürsel Nazım’ın öfkesini anladığını yazar, kaldı ki Edward Said’e kadar, üçünü dünya ülkelerini iliğine kadar sömüren Batı’nın Doğu temsilindeki sıkıntıyı farklı tarzda dile getiren de pek yoktur (Gürsel 2005).

Pierre Loti tıpkı Victor Hugo gibi bir oryantalisttir; Flaubert, Nerval, Lamartine gibi o da Doğu’yu merak etmiştir, Orta ve Uzak- Doğuyu kapsayacak yolculuklar onu da İstanbul’a getirmiş ve burada uzunca bir süre (kesintili olarak) yaşamıştır.

Oryantalizm klişelerini ve yazara yöneltilen eleştirileri bir kenara koyacak olursak, Pierre Loti uzmanları onu bir Türkiye dostu hatta âşığı olarak nitelemeyi sürdürmektedir. Fransız gazeteci, yazar, araştırmacı Jean-Pierre Perrier “Büyük Türk/Le grand Turc” diye niteliyor (Perrier 2010, s.9), Loti uzmanı Alain Quella-Villéger ise “koşulsuz bir Türksever” /Turcophile inconditionnel” olarak (Quella-Villéger 2010, s.8).

1867-1900 arasında Fransız donanmasına hizmet eden Teğmen Julien Viaud 16 Mayıs 1876 yılında Toulon’dan La Couronne firkateyni ile Türk topraklarına yola çıktığında yirmi altı yaşındadır. O sıralar Osmanlı olan Selanik’e gelir, oradan da Le Gladiateur topçu gemisiyle İstanbul’a varır. 11 Ağustos 1876 ve 17 Mart 1877 arasında burada kalır. Hayatının bu dönemi Jean-Claude Perrier’ye göre kaderini de belirleyecektir: 1881 tarihinden itibaren Pierre Loti adını kullanmaya başlar.

Buradaki ilk döneminde Çerkez odalık Hatice ile tanıştığı ve bu genç hanıma kapıldığı bilinmektedir. Genç asker gizli gizli görüştüğü kıza tutulur ancak görevi bitince dönmek zorunda kalmasıyla, geride bıraktığı Hatice’nin de hastalanarak öldüğü bilinir. Bu aşk hikayesini günü gününe tuttuğu notlarla kaleme almıştır Loti. 1879’da Calmann-Lévy tarafından roman olarak basılır. Bu romansın ötesinde Pierre Loti ölene kadar etkisinde kalacağı, asla unutmayacağı toprakları, Türkiye’yi tanımıştır. Bu Doğu şehri onu büyüler, 1913 yılına kadar sekiz kez daha buraya döner. 

Perrier’ye göre yedi yapıt Türkiye izlerini taşımaktadır: Aziyade (1879), Doğudaki Hayalet (1892), Aziyade çizgisini sürdüren Les Désenchantées, (tr. Mutsuz Kadınlar ya da Umudunu Yitirmiş Kadınlar) (1906), La Turquie agonisante (Can Çekişen Türkiye) (1913), La Mort de notre chère France en Orient (Sevgili Fransa’mızın Doğu’da Ölümü) (1929), Suprêmes visions d’Orient (1921), Journal intime (Günlük) ise Türkiye’yi savunan ciltler dolduracak yazılar yer alır. 

Quella-Villéger’ye göre Pierre Loti Türkiye topraklarına sekiz kez kalmak üzere gelmiş ve burada yaşadığı süre yaklaşık 34 aydır. Arada sırada İzmir ve Bursa’ya geziye gitse de ağırlıklı olarak Marmara ve Boğaziçi kıyılarında yaşamayı tercih etmiştir (2010, s.9). Çoğu Loti okurunun da bildiği gibi Avrupalıların yaşadığı Pera bölgesini değil, Müslüman halkın yaşadığı Eyüp tarafını tercih etmiş, bu eski mahallelerde bir yerli gibi hayatını sürdürmek istemiştir.

Quella-Villéger’nin araştırmasına göre burada kaldığı tarihler şöyle: 20-25 Şubat 1870; 16 Mayıs 1876-17 Mart 1877; 6-8 Ekim 1887; 12-15 Mayıs 1890; 12-30 Mayıs 1894; 10 Eylül 1903-24 Mart 1905; 15 Ağustos-23 Ekim 1910 ve son olarak 12 Ağustos-17 Eylül 1913. Yazarın notları ve mektupları üzerinden bu dökümü hazırlayan araştırmacı, Loti’nin tüm hayatı boyunca bir Türk gibi olmaya çalıştığını ve 1876’da geldiği İstanbul’da hayatına yön verecek enerjiyi bulduğunu; 1919 ve 1922 arasında, yani Osmanlı İmparatorluğunun tehdit altında bulunduğu dönemde bu sevdiği ülkeyi savunmaya kendini adadığını belirtir (2010, s.8-9).

Pierre Loti 3 Mayıs 1876-7 Mart 1877 arasında kaldığı dönemin ardından Aziyade’yi yazar; Eylül 1903’ten 30 Mart 1905’e kadar olan sürede yani İstanbul’da en uzun süre kaldığı dönemde de Les Désenchantées’yi (Mutsuz Kadınlar) yazar. Nedim Gürsel’e göre Aziyade’nin ölümünden sonra sevdiği kadının mezarını aramak için gelişinde yalnızca dört gün kalmış (6- 8 Ekim 1887) mezara ulaşamamış olsa da Doğu’daki Hayalet’i (1892) kaleme almış.

Nedim Gürsel Loti’nin izlerini diğer yazıları üzerinden de sürmüş; dikkatimizi çeken Loti’nin yalnızca romanlarıyla değil her yazısında buradaki deneyimini kaleme aldığı. Gürsel’in belirttiği gibi, yazarın İstanbul’a dördüncü gelişinin ardından (12-30 Mayıs 1894 dönemi) “Yeşil Cami” (1895) ve “Sultanın Geçişi” (1897) adlı makaleleri yayımlanmış; yazar 15 Ağustos-23 Ekim 1910 arasındaki dönemden sonra da La Turquie agonisante (Can Çekişen Türkiye) yazılarını 1913’te kitaplaştırmış. Son kez gelişinden sonra ise Suprêmes visions d’Orient (Doğudan Son Görüntüler) adıyla 1921’de yayımlanmış.

Yeri gelmişken Bruno Vercier ve Alain Quella-Villéger’nin ortak saptamasını paylaşalım: Pierre Loti’nin Türk dostluğu yavaş yavaş olgunlaşmıştır, özellikle Balkan Savaşları sırasında Aziyade’nin coşkulu âşığı yerini yirminci yüzyılın başlarındaki angaje bir yazara bırakacaktır, yazarın Türkiye dostluğu, “duyduğu sempati pasif bir retorik” olarak görülmemelidir, yazarı “siyasal mücadeleye sevk edecek” bir duygudur (2001, s.45).

Pierre Loti’nin hayranı olduğu şehrin geniş bir fotoğrafını yumuşak tonlarda sunması, buralarda şiirsel olana odaklanması ve kendi algısına odaklanmasında Boğaziçi’nin Kanlıca, Beylerbeyi gibi güzel semtleri, Üsküdar, Çamlıca’daki köşkler, yalılar, kıyılar sıklıkla “cennetten bir köşe” olarak betimlenir; bu güzelliklerin yanında Saray’dan renkleri, hoş manzaraları da aktarmaktan da büyük keyif almıştır Loti. Sarayların aydınlık salonları, şehzadelerin bahçeleri, Sultan Abdülmecid’i ziyarete giden Loti’yi büyülemiştir.

Pierre Loti her şeyden önce “gezgin yazar”dır. Bulunduğu her yerde, Doğu’nun her limanında belki farklı renkler, farklı ezgiler onun başını döndürdü. Ancak İstanbul’da Doğu’nun görkemini ve sefaletini yakaladı, aşkı tattı, dostluklar yaşadı. Büyük bir titizlikle tuttuğu notlarında, anlatılarında bunları ölümsüzleştirdi. Romantik ve oryantalist tarzı dönemin okurlarını ve yayın dünyasını ne kadar çektiyse, savaş girdabındaki Türkiye’nin yanında yer aldığı yazıları onu o kadar zor durumda bıraktı. Bizler içinse bir döneme tanıklık etmiş ve yaşadıklarını hayal gücünün ve edebiyatın süzgecinden yazıya taşımış bir Türk dostu olarak kalacaktır.

KAYNAKÇA

Loti. Pierre. (2010). Suprêmes Visions d’Orient, éd. Alain Quella-Villéger, Bleu Autour.

Loti. Pierre. (2010). Fantôme d’Orient et autres textes sur la Turquie, éd. Jean-Claude Perrier. Libretto.

Gürsel, Nedim. (2005). İzler ve Gölgeler, Doğan Kitap.

Vercier, Bruno & Quella-Villéger, Alain (2001). Aziyadé suivi de Fantôme d’Orient de Pierre Loti, Gallimard.