Abdullah Ezik
“Bir geminin üstündeyiz.
Adı belleğimizin derinliklerinde silinmiş bu geminin üstündeyiz.
Hoş adını bilsek de neye yarar?
Ne nereye gittiğini biliyoruz, ne niçin gittiğimizi.
Yiyip, içip, yatıyoruz.” (Edgü, 2014: 36)
Ferit Edgü’nün ilk kez 1978 yılında yayımlanan, 1979 Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülen kitabı Bir Gemide, kahramanları, dili ve atmosferiyle okura Edgü’nün öykü dünyasına dair birçok şey söyleyen özel bir eser. Belirli noktalarda birbirlerine paralel gelişmeler gösteren öykülerden meydana gelen kitapta yazar, 8 öyküsünü bir araya getirir.
1955’ten 1964 yılına kadar Sait Faik’in annesi Makbule Abasıyanık tarafından verilen Sait Faik Hikâye Armağanı; Makbule Hanım’ın 1963’teki vefatının ardından Darüşşafaka Cemiyeti tarafından düzenlenmeye başlandı. 1964 yılından itibaren her yıl düzenli bir şekilde verilen bu armağan, 1979 yılında Bir Gemide başlıklı kitabıyla Ferit Edgü’ye değer görüldü. Ödülü Edgü’ye veren jüride Prof. Dr. Vahit Turhan (Başkan), Haldun Taner, Oktay Akbal, Prof. Dr. Rauf Mutluay, Doç. Dr. Tahsin Yücel, Hilmi Yavuz ve Sabahattin Kudret Aksal yer aldı.
Bir Gemide, “Kaza”, “Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku”, “Bir Gemide”, “Kanca”, “Dönüş”, “Seksek”, “Olanak-siz” ve “Melek Cici” başlıklı sekiz öyküden meydana gelir. Çoğunlukla anlatıcı kahramanların biçim verdiği bu öyküler, temelinde hayalle gerçeğin iç içe geçtiği, gerçeklik algısının sürekli olarak tartışmaya açıldı metinlerdir. Her bir öykü, kendi sınırları içerisinde bireysel olan ile toplumsal olan arasında bağ kurar ve bunu yaparken sürekli gerçeklik algısını sorgulamaya özen gösterir. Bu yönüyle bir bütün olarak ele alınabilecek kitap, ortak bir zihin dünyasının sonucu/ürünü olarak değerlendirilebilir.
Bir Gemide’nin ana kahramanları çoğunlukla metinlerin anlatıcılarıdır. Bu noktada her bir anlatıcı kendi öyküsünü şekillendirirken bunu kendi diliyle ifade eder. Öte taraftan bu dil, oldukça akışkan ve dışarı vurmak istediğini açıkça yansıtan bir dildir. Anlatıcılar (her ne kadar büyük bir düşünsel sarmalın içinde olsa ve neyin gerçek neyin hayal, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemeseler dahi) içlerinde bulundukları durumu/hâli dışa vururken bunu açık bir dil ile yaparlar. Bu yönüyle yazarın öyküler için “bilinçli anlatıcılar” geliştirdiğini ve sözü onlara devrederken bu meselenin altını çizdiği söylenebilir. Kitaptaki birçok ana kahramanın aynı zamanda metin içinde bir “yazar” olarak var olması, ön plana çıkması, bu bilinçli tercihin bir sonucu olarak görülebilir, okunabilir.
Kitaba bir bütün olarak bakıldığında hikâyeleri işlenen kahramanların çoğunlukla büyük bir sarmalın içerisinde olduğu ifade edilebilir. Oldukça güç psikolojik durumlarla/meselelerle yüzleşmek zorunda olan bu kahramanlar, bir bilmeceyle sınanırlar. Cevabını aradıkları bilmeceler çoğunlukla onları geçmişe, artık unutmak zorunda oldukları bir geçmişe götürür. Kimi tüm hayatlarını derinden sarsan bir kazanın hemen öncesine ışınlanır, kimi bir kokunun peşinden yıllar öncesine gider, kimi ise gençlik aşkıyla karşılaşır ve çocukluğun gamdan tasadan uzak günlerine sığınır. Bu noktada hemen herkes bugünü ile geçmişi arasında bir geçit ile karşılaşır ve hızla kendisini geçmiş ile yüzleşirken bulur. Hemen her öyküde farklı şekillerde ön plana çıkan bu durum, kitap boyunca dile getirilen hikâyeleri birbirlerine bağlayan temel hatlardan da birisini inşa eder.
Kitaptaki öykülerde ön plana çıkan bir diğer ortak nokta, yazarın çoğunlukla erkek anlatıcılar tercih etmesi ve onları belirli bir alanda (kimi zaman bir gemi güvertesinde kimi zaman bir kır kahvesinde kimi zaman ise şehrin caddelerinde) yürüyüşe çıkarmasıdır. Bu, seçilen kahramanları belirli noktalarda birbirlerine benzetirken yürüme, araştırma, gözetleme eylemini onlar için ortak bir hareketlilik olarak belirler. Durağan değil sürekli hareket hâlinde olan kahramanlar söz konusudur burada. Edgü’nün öykü kahramanları sürekli bir şeyler araştırır, kendilerine, hayata, tanrıya, dünyaya, iktidara ve ölüme dair birtakım anlatılar geliştirmeye özen gösterirler.
Bir Gemide’nin ön plana çıkan bir diğer yanı olarak kitap boyunca bilinçli bir şekilde geliştirilen alegorik anlatılardan söz edilebilir. “Alegori; bir görüntü, bir yaşantı, düşünce, kavram veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için simgesel bir bağ kurulması ve bu bağın heykel ya da resim aracılığıyla görsel sanatlarda aktarılması”[1] olarak tanımlanabilen alegorinin sınırları içerisinde her bir kahraman kendi anlatısını farklı bir anlatı ile birleştirir ve böylelikle ortaya birkaç farklı katman ve düzlemden oluşan bir yapı çıkarır. Sözgelimi kitaba adını veren “Bir Gemide” başlıklı hikâye, belirsiz bir rotada hareket eden bir gemideki kahramanların birbirleri ile diyalogları, düşünceleri, iktidarı ele geçirme istekleri, farklı mevkiler arasındaki rekabet gibi temel zeminler üzerine kuruludur. Bir noktada geminin hayat yolculuğunu simgelediği, herkesin gemiye rota tayin eden kaptan olabilmek için mücadele ettiği, kimilerinin yolculuğa birinci mevkide, kimilerinin üçüncü ve alt mevkide devam ettiği, böylelikle sınıfsal birtakım açmazların ortaya çıktığı söylenebilir. Bir başka örnekte ise (“Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku” gibi) bütün bir şehre yayılan pis kokunun yalnızca öykü anlatıcısı ve bir çocuk tarafından fark edildiği görülür. Bu keşif, bir süre sonra “göze perde inme” meselesini akla getirir. Öykünün ana kahramanı kimsenin farkına varmadığı bu konunun neden salt bir çocuk tarafından alınabildiğini araştırmaya girişir. Nihayetinde çocuklar, masumiyetleri koruyan yegâne varlıklardır ve bu durum, onların gözündeki perdenin kapanmadığını/inmediğini ortaya koyar. Geleceğe dair bir umut varsa bu çocuklardadır.
“Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku”, “Dönüş” ve “Olanak-siz” gibi öykülerinde yazar anlatıcılara yer veren Edgü, böylelikle kitap boyunca tekrar eden bir başka temi de yakalar. Kendilerini açıkça görünür kılan bu yazar anlatıcılar, ele aldıkları metinleri şekillendirirken kendilerini de görünür kılmayı tercih ederler. Böylelikle onların öykü içerisindeki yazar kimlikleri ile metni kaleme alan yazarın kimliği bir noktada birleşir. Böylece yazar kahramanlar, bir süre sonra gerçekten de metnin yazarları olurlar. Kahraman yazarlaşır, yazarlaşan kahraman kendisine ayna tutar. Kendisini, dilediği gibi görünür kılar. Bir Gemide boyunca devam eden temel motiflerden birisi olarak bu meseleden de söz edilebilir.
Kitabın ilk öyküsü “Kaza”, öykünün anlatıcı kahramanı olan Muhtar Güde tarafından dile getirilir. Bir otobüs yolculuğu yapmak için yola çıkan Muhtar Güde, kendisini bir uçak kazasından sonra hastanede bulur. Üstelik kazadan sağ kurtulan tek kişidir. Onun anlattıkları ile sorguda ortaya çıkan gerçekler arasındaki çelişkiler bir süre sonra anlatıyı da kuşkuya düşürür ve gerçeklik algısıyla sürekli oynanmaya başlar. Savcı farklı bir öykü anlatır, anlatıcı başka. Nihayetinde okur neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu, savcının mı anlatıcının mı gerçekleri söylediğini, hangi senaryonun doğru hangisinin yanlış olduğunu kavrayamaz. Dolayısıyla anlatıya dair güvenin sarsıldığı bir yapı üzerine kurulu olan bu öykü, Edgü’nün kurmacanın olanaklarından ne derece güçlü bir şekilde yararlandığını ve anlatıyı olabildiği kadar çok katman üzerine inşa ettiğini ortaya koyar.
“Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku” başlıklı öyküde bir metafor/sembol/simge olarak “koku” ön plana çıkar. Modernizm, birey ile toplum arasındaki ilişki, iletişim problemi, yozlaşma öyküde farklı şekilde eleştirilir, görünür kılınır, tartışmaya açılır. Öykünün ana kahramanı, şehre yayılan kötü bir koku fark eder. Kendisinden başka kimsenin farkına varmadığı bu koku, onu giderek meraklandırır ve nihayet bu kokunun sebebini anlamaya çalışır. Bir süre sonra bu kokuyu kendisinden başka birinin daha aldığını fark eder: bir kız çocuğu. Bütün bir şehir, onca yetişkin, yetkili ve övünülesi kişi hiçbir şeyin farkında değilken sadece bir kız çocuğu bu kokunun farkına varabilir. Şehir yaşamı kişiyi giderek kendisi olmaktan uzaklaştırır ve onu hiçbir şeyin farkına varmadığı yoz bir hayata sürükler. Yalnızca çocuklar ve kendini bilenler ne olup bittiğinin farkındadır ve ortada bir umut varsa, bu henüz gözüne perde inmemiş çocuklardadır. Onlarla kurulan diyalog, iletişim ve güven duygusu her şeyi geleceğe taşıyacak temel unsurdur.
“Bir Gemide” başlıklı öyküde bir gemide yolculuk ana kahramanın başından geçenler anlatılır. Üç farklı mevkinin söz konusu olduğu (birinci mevki, ikinci mevki, üçüncü mevki) bu öyküde herkes kendi sınıfına göre bir yere yerleştirilmiştir. Farklı sosyal, etnik ve ekonomik çevrelerden insanlar bu gemide bir araya getirilmiştir. Bu geminin içerisinde vakit geçirmek için güvertede dolanan anlatıcı, bir ânda geminin kaptanını hiç görmediğini fark eder ve merak duygusu giderek kabarır. Yavaş yavaş gemi güvertesinde birtakım araştırmalar yapmaya girişir ve diğer yolcularla sohbet eder. Gemiye dair giderek yeni şeyler öğrenmeye başlar ve başka insanların yaşamlarına, arzu ve isteklerine ortak olur. Onlardan işittikleriyle gemiyi kendi zihninde yeniden şekillendirir/üretir. Bu yeni(den) üretim onun için her şeyin farklı bir perspektiften (yeniden) değerlendirilmesidir.
Yolculuk ettiği gemiye ne zaman bindiğini, nereye yolculuk ettiğini, geminin kaptanını hatırlamayan ve zihninde büyük bir boşluk olan anlatıcı (tıpkı “Kaza” öyküsünde olduğu gibi) geçmişi ve dolayısıyla kendisini sorgulayarak birtakım bilgilere ulaşmaya çalışır. Sıcaktan bunalıp biraz serinlemek için geminin güvertesine çıktığında ise farklı sosyal sınıflardan insanlarla karşılaşır. Sözgelimi bu sırada iletişim kurduğu bir genç, gemiye dair tahayyüllerini dile getirir. Gemiyi ele geçirip ona yeni bir rota çizmek isteyen bu genç, daha sonra gemiyi batırma hayalleri kurduğunu söyler. Gençteki bu önlenemez öfke ve arzu, anlatıcıyı da giderek etkisi altına alır ve onun zihnindeki soruları çoğaltır. Bir süre sonra ise anlatının aslında yazar olduğu ve “tuhaf” bir metnin peşinde olduğu dile getirilir. Mutlak kurtuluş, geminin batmasındadır, der anlatıcı/yazar.
“Kanca” iki alt bölümden oluşan bir öyküdür (“Gün” ve “Gece”). Öykünün ilk bölümünde (“Gün”) anlatıcı ilk gençlik yıllarına giderek ve ablasının arkadaşı Gün ile temmuz ayında yaşadıkları bir yaz aşkını hatırlar. Gün’ün güzelliği, konuşmasının tatlılığı, sevimliliği, aralarındaki diyalog ve bir sevişme hikâyesi ile genişleyen sıcak bir anlatıdır söz konusu olan. Bozkayalar’da geçen bu sıcak vakitler, “Gece” bölümüyle beraber giderek farklı bir hâl alır. Gün, Gün’ün annesi ve ablasıyla bir akşam yemeğinde buluşan anlatıcı, Gün’ün annesinin kendisine karşı yakınlaşma çabasını, ona dokunuşlarını ve iltifatlarını hisseder. Ardından Gün, odasına kapanarak büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Ardından ablasıyla beraber evine dönen anlatıcı, hayatına dair büyük bir boşluğun gün yüzüne çıkmakta olduğunu fark eder ve bunu şu sözlerle dile getirir:
“Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım, değil mi?” (Edgü, 2014: 57)
“Kanca”nın ikinci bölümü, anlatıcı kahramanın “bugün”e dönüşüyle sonlanır. Deniz kenarındaki izbe evinde bir başına yaşayan anlatıcı, geçmişi ile bugünü arasında debelenip durur. Hayatı büyük umutsuzluklar, mutsuzluklar ve bir yaz aşkından geriye kalanlarla kuşatılmış, bu arada onca yıl gelip geçmiştir. Geriye kalan ise yalnızca yaşlı bir beden ve yarım yamalak hatırlanan tatlı hatıralardır. Yakmakta olduğu ateşin külleri arasında, bir orkinosun gırtlağına takılı olarak bulduğu kanca, tüm yaşamını etkileyen bir yumru gibi onun içine çöker.
“Dönüş”, yine türlü belirsizlikler ve güvensizlikler üzerine kurulu bir öykü olarak değerlendirilebilir. Onca yılın ardından yazarlıktan emekli olmak ve bahçe işleriyle uğraşmak için babaevinin olduğu adaya dönen ana kahraman, burada yeni bir yaşama yelken açar. Arkadaşları tarafından ev işlerine bakması için tutulan hizmetli ile birlikte olur ve hiç istememesine rağmen kadının hamile kaldığı haberini öğrenir. Ardından adadan gitmek istese de bu arzusunda muvaffak olamaz. Gemi bileti satan görevli onun adadan uzaklaşmasına izin veremeyeceğini söyler. Ancak mülki amirden izin alabilirse adayı terk edebilecektir. Bu sırada büyük bir sarmalın içerisinde eve dönen anlatıcı, pencereden kendi odasına bakar. Orada bir şeyler yazmakta olan yazarı (kendisini) görür. Anlatıcının kendisiyle karşılaştığı noktada öykü sonlanır.
“Seksek”, oldukça karmaşık ve birçok farklı alt anlatının işin içerisine dâhil olduğu bir öyküdür. Bu metnin ana kahramanı olan yaşlı adam, yaşamı boyunca birçok farklı olay ile karşılaşmıştır. Onca olayın ardından bir parkta oturmuş gazete okurken küçük bir kız çocuğuyla karşılaşır ve onun sohbet eder. Bu sırada aklına türlü şey gelir. İzlediği bir sessiz film, yaşadığı küçük bir olay, park, sarı saçlı küçük kız…. Sözgelimi yemeğinden kurt çıkan askerlerin gemide nasıl isyan çıkardıkları, filmin aklına kazınan sekansları bir ânda onu esir alacak güçtedir:
“Yemekte kurtlar çıkıyordu.
Asker kumandana kokmuş eti gösteriyordu.
Budun üstünde kurtlar oynaşıyordu.
Kumandan (ya da zırhlının doktoru),
Hayır, diyordu. Bu et kokmamıştır. Kokuşma olayı yoktur.
Demiyordu (çünkü film sessizdi),
ağzı açıp kapanıyordu, ama dediklerini duyar gibi oluyorduk.
Kokmuştur, diyordu askerler.
Kumandana (ya da doktora) nasıl anlatmalı ki bu ortamda her şey kokmuştur, kokuşmuştur ve kokuşmaktadır?” (Edgü, 2014: 70)
Tüm bunlar, yaşadıkları, tanık oldukları, izledikleri, yaşlı adamın zihninde dolanıp durur. Daha sonra küçük kızın elindeki gazeteyi istemesi üzerine yaşlı adam parkın çıkışına yönelir, ancak gördüğü bir “Cehennem” tabelası dikkatini çeker, oraya yönelir. Kendisini bir dairede bulan adam, kendisini oradan çıkarmaya çalışan çocuklarla mücadele etmek zorunda kalır. Nihayetinde dışarıda şiddetli bir yağmurun boy gösterdiği bir ânda dairenin dışına çıkar. Yaşlı adam ile küçük kız çocuğu arasındaki diyalog ve anlatıcının zihnine dolan türlü imge, öykünün üzerine kurulu olduğu ana örgüyü meydana getirir.
“Olanak-siz”, yine bir yazar anlatıcının ön plana çıktığı metinlerden. Birçok farklı konuda öykü yazan anlatıcı, bu kez çift taraflı bir yapı kurur. Öykülerinin sonunda hep yeni bir arayışa girişen bu anlatıcı, yakın dönem öykülerinin sonunda bir oyuna girişir. Öyküler onu kaleme alan yazarın ve onun üzerine oturduğu iskemlenin gözünden anlatılır. Böylece çift taraflı, canlı olan ile cansızın kuşatıldığı, farklı tür bir gözün söz konusu olduğu bir yapı geliştirilmeye çalışılır. Aynı zamanda anlatıcı, burada neden yazdığı, neden yazmak zorunda olduğu, neyi yazmak istediği gibi türlü sorulara da cevap vermeye/bulmaya çalışır. Bir noktada “Olanak-siz” yazarın kendisini ve kendisini yazma konusunda motive eden temel dürtüleri aradığı bir metin olarak değerlendirilebilir.
Bir Gemide’nin son öyküsü olan “Melek Cici”, aslında bir sinopsisidir. Kuzgun Acar tarafından kendisinden filme alınacak bir öykü yazmasının istendiğini belirten yazar, daha sonra yarım kalan bu projeyi metinleştirir. Öykü zamanında Edgü tarafından sanatçı dostu ve öyküyü kendisine sipariş eden Acar’a adanmıştır:
“Bu filmin öyküsünü bana yazdıran, filmin
yarısını çeken, ama filmler yandığı ve oyuncular
kaçtığı için işi yarıda bırakmak zorunda kalan
KUZGUN ACAR dostumun anısına.”
(Edgü, 2014: 79)
Boğaz’daki bir yalıda geçen bu öykü, türlü kedi ile birlikte yaşan bir balıkçı ile yaşlı bir kadının hikâyesi üzerine kuruludur. Uzun yıllardır kullanılmayan, kedilerin, güvercin ve türlü canlının yuvalandığı, içerisindeki eşyaların eskimeye yüz tuttuğu bu yalı, zamanın insanla beraber nesneleri/objeleri de ne derece eskittiği, eskiyen her şeyin zamanla unutulmaya yüz tuttuğu fikri üzerine kuruludur. Melek Cici’nin gözünden anlatılan öykü, zamanın insan üzerindeki yıkıcı etkisini de açıkça ortaya koyar.
Ferit Edgü’nün 1979 Sait Faik Hikâye Armağanı’na da değer görülen öykü kitabı Bir Gemide, birbirlerine paralel şekilde gelişen sekiz metinden bir araya geliyor. Aralarında belirli ortaklık ve yakınlaşmanın söz konusu olduğu bu öyküler, ele aldığı mesele ve sorunsallarla da Edgü öykücülüğünü üzerine kurulu olduğu temel dayanakları görünür kılıyor.
“Öyleyse niçin yazıyorsun?
Susmak için.”
(Edgü, 2014: 78)
[1] Stephen A. Barney (1989). “Allegory”. Dictionary of the Middle Ages. vol. 1.
Wheeler, L. Kip (2020). “Literary Terms and Definitions: A”. Literary Vocabulary. Carson-Newman University. Retrieved May 19, 2020.