adagio amoroso: Yavaş usülde bestelenmiş şarkıların klasik müzikte ismi./ vibrato: Titreşimli ses perdesi değişiminden oluşan müzikal bir efekt. / vivace: Canlı ve enerjik biçimde çalınan müzik.
“Elbette gerçek bir devrimci değilsen sözünde ve eyleminde tekleşen, böyle çifte kalbin olur başını ağrıtır durursun insanların demişti ağabeyin, hapiste, içgüveysi kaldığı evden kapı dışarı edildikten sonra kesilmişti tunç bilek, işkencede verem olup ölmeden önceki kesik öksürüklerle işlenen son görüş gününde; belki de onu haklı çıkarmak üzere birbirinden ayrı iki kalbin nabız sarsıntısıyla başlamışım atmaya her yerde ve bu evde; adagio amaroso, tatlı bir çocuk gibiydi bütün ağabeylerin yüzüyle dolu dünya öte yanda her an tazelenen ateşiyle saydam bir nargileydi durmadan fokurdayan unutuluş, kaybolma istenci ve hiçlik, vibrato ve vivace: ya uymak ya yok olmak!” (Erbil, 2020: 22)
ahir: Geniş anlamda son, sona yakınlık.
“Şu ahir ömründe rengârenk karıncalar, ezan sesleri ve parasızlıkla daralttığın benliğini aldı morarmış avuçlarına yeis; vaktiyle ay ışığında şıpır şıpır çocukluğunun dalgalarına açılan sandalla yıkanmış benliğinin durduramadın ele geçirilmesini ve mumyalanmasını kara kefenle…” (Erbil, 2020: 23)
akne: Yüz, omuzlar, sırt ve göğüsteki yağ bezleriyle ilgili bir deri hastalığı. Fransızca kökenli olduğu belirtilen akne sözcüğü Türkçede sivilce ve sızanak olarak da ifade edilmektedir.
“Pasaklı bir hanımdı oldukça; çok az eşyası vardı, yine de eşya yığılı darmadağın bir ev sezerdim boşlukların altında, koltuğa otururken toz kaplardı havayı, yapış yapıştı çay fincanları, duvarların asıl renginin yerini alan akneli akıntılar değişik bir manzara resminin önünde oturduğum duygusunu uyandırırdı.” (Erbil, 2020: vii)
Altılar Grubu: Georges Auric, Louis Drey, Arthur Honegger, Darius Milhaud, Francis Poulenc ve Germaine Tailleferre adlı altı bestecinin bulunduğu 20. Yüzyılın başlarında çıkan grup. Klasik Romantik akımın dışına çıkıp, müziklerine caz armonilerini ekleyerek daha kompleks müzik yapmışlardır.
“Hayatı boyunca “Cuir de Russie” sürünmüş! Giderek Jean Cocteau, Darius Milhaud, Francis Poulenc’in de içinde olduğu “Altılar Grubu”yla sıkı fıkı arkadaşlık etmiş… Bu hesaba göre doksanlarında falan olmalıydı ama doğrusu göstermiyordu hiç.” (Erbil, 2020: ix)
anafor: Ters bir akıntı yüzünden suyun ortasına doğru çukurlaşarak burgu gibi dönmesi sebebiyle meydana gelen girdap.
“Kara anaforu bulma isteğiyle delice labirentlerinde acının dört dönmektir dönüş yeniden başlamak üzere düşüşe.” (Erbil, 2020: 9)
andante-vivace: Klasik Müzik’te tempo terimleri. Andante yavaşça anlamında, vivace de hızlı ve enerjik anlamındadır. Andante-vivace sırasıyla yavaş ve hızlı anlamında kullanılmıştır.
“Bildiğin şu anda, burada bahçe kapısının önünde röportaj sanatçısını beklemekte olduğundu iki kalbinin artık tekleşmeye başlayan sesiyle andante-vivace …” (Erbil, 2020: 58)
Aristoteles: Antik Yunanistan’ın Klasik döneminde yaşamış olan filozof. Günümüzde kullanılan pek çok bilimsel terim ve araştırma metodu kendisine dayanan Aristoteles, tarih boyunca özgün felsefi düşüncelerin ve tartışmaların, bilimsel görüşlerin ve araştırmaların kaynağı oldu.
“Orada, Boston’da üniversitede “Aristatalis’te ‘Hayvan İnsan’ Sevgisi” konusunda doktora yapmış ve aynı üniversitede profesör olarak, “İslam’da Yalansızlığın Ürettiği Estetik Merhametin Dünya Hümanizmine Katkıları” üzerine ders vermişti.” (Erbil, 2020: xi)
armada: Bir devletin deniz kuvvetleri, donanma.
“…ortalıkta Menipo, onun bu halini seyrederken bile değiştiğimi duyumsuyorum, yüzüm saatle belki de gerçekten eşleşiyor Latin ve Arap rakamlar, armalar ve armadalar, alemler, ay yıldızlar, kubbe ve çanlarla başka nedir onu bu denli heyecanlandıran anlamaya ona yaklaşmaya çalışıyorum, bir görebilsem şu fotoğraflarımı…” (Erbil, 2020: 72)
atkuyruğu: Tıbbi olarak yararları da bulunan bir bitki. / aynısefa: Gösterişli, sarı renkli çiçekleri olan kır bitkisi.
“…içinde barındırdığı o tılsımlı güçle, civanperçemi, ebegümeci, atkuyruğu, eğir kökü ve aynısefadan olma o tılsımlı güce tutunsan da sen bir elik gibi bakakaldın bulantına; karanlık bir kalyonun incecik ip uçurumuna; yıllarca en acı çabalarla edindiğin inceliklerin, düşünüşün cömertliği, itilmekte korunduğun bin yıldır uzak durduğun o zebani kültürün uçurumuna; kendinden hoşnut sırıtkanlığın karşısında duyulan çaresizliğin yarığıdır bu diyordun ancak İslami ülkelerin kendilerini var edebilen bireylerinde rastlanması gereken yarık, Batı’nınki değil!” (Erbil, 2020: 26)
Babaîlik: Anadolu Selçukluları devrinde, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Baba İlyas’a bağlı Türkmenler’in isyanı dolayısıyla ortaya çıkan ve gelişen dinî-tasavvufî hareket. İsyanı Amasya yöresinde faaliyet gösteren Baba İlyâs-ı Horasânî (ö. 637/1240) adında bir Türkmen şeyhi yönettiği için hareket onun adına izâfeten Babaîlik adıyla anılmaktadır.
“Babasının, “Babai” şeyhi olduğunu bir gün ağzından kaçırmış gibi yapmıştı.” (Erbil, 2020: ix)
camgöbeği: Yeşile yakın mavi renk. / beniz: Suratın bürünmüş olduğu renk, ton.
“Camgöbeği gözleri kim bilir bu benizde ne aradı…” (Erbil, 2020: xi)
Chanel: Chanel S.A., bilinen adı ile Chanel Fransız moda tasarımcısı Gabrielle Bonheur “Coco” Chanel tarafından 1909-1910 yıllarında Paris’te kurulmuş moda evidir. Yıllar içinde haute couture, parfüm, saat, hazır giyim, çanta ve kozmetik gibi alanlarda uzmanlaştı ve dünyaca ünlenmiş lüks bir markaya dönüştü.
“Bu hesaba göre doksanlarında falan olmalıydı ama doğrusu göstermiyordu hiç. Chanel giysileriyle olduğunda araya her zamankinden değişik tırtıklı bir uzaklık koyar, biraz yukardan bakardı bana.” (Erbil, 2020: ix)
civanperçemi: Civanperçemi (Achillea millefolium), papatyagiller familyasının üyesi olan çiçekli bir bitkidir. Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika gibi kuzey yarımkürenin ılıman bölgelerine özgüdür.
“…içinde barındırdığı o tılsımlı güçle, civanperçemi, ebegümeci, atkuyruğu, eğir kökü ve aynısefadan olma o tılsımlı güce tutunsan da sen bir elik gibi bakakaldın bulantına; karanlık bir kalyonun incecik ip uçurumuna; yıllarca en acı çabalarla edindiğin inceliklerin, düşünüşün cömertliği, itilmekte korunduğun bin yıldır uzak durduğun o zebani kültürün uçurumuna; kendinden hoşnut sırıtkanlığın karşısında duyulan çaresizliğin yarığıdır bu diyordun ancak İslami ülkelerin kendilerini var edebilen bireylerinde rastlanması gereken yarık, Batı’nınki değil!” (Erbil, 2020: 26)
Cuir de Russie: Chanel adlı markanın, Rus eski çarına atfettiği 1927’de çıkan parfüm.
“Hayatı boyunca “Cuir de Russie” sürünmüş! Giderek Jean Cocteau, Darius Milhaud, Francis Poulenc’in de içinde olduğu “Altılar Grubu” yla sıkı fıkı arkadaşlık etmiş… Bu hesaba göre doksanlarında falan olmalıydı ama doğrusu göstermiyordu hiç.” (Erbil, 2020: ix)
çımacı: İskele veya gemilerde çıma atan veya toplayan işçi.
“Kayarak ona daha yakın bir dala geçtim ve elmayı ağzımdan sol elime alıp tek elim boşlukta, halatlaştırdığım gövdeme bir düğüm atıp, Beşiktaş iskelesinin çımacısı gibi fırlattım alt dala ve bu durumda poz verdim Menipo’ya.” (Erbil, 2020: 84).
çitilemek: Kirini çıkarmak için çamaşırın iki yanını birbirine sürtme işlemi.
“Su ısıtıp içine dökeceksin çok kolay yıkaması, çitileme, kurtulursun hiç olmassa.” (Erbil, 2020: 18)
Dali: Salvador Dali, 20. Yüzyılda yaşamış sürrealist ressam. Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imgelerle ünlendi. Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilendi, Amerikan animasyoncu Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, 2003’te “en iyi kısa animasyon filmi” dalında Akademi Ödülü adayı oldu. / Yoz: El değmemiş, işlenmemişi verimsiz.
“Yok kızmak! Kafanızdaki düzeni bozacak her olaya karşı… Amannn!, oluyor şimdi, yürüyor yüzün oraya, bir şeyin üstüne anlıyor ve seviniyor ruh, çok güzel, tamam tamam böyle işte, aklına Dali’yi getir o çözük, yoz adamı onun saatini… tamam böyle,,, tamam, tamam!..” (Erbil, 2020: 72)
Dame de Sion: Tam adıyla Notre Dame de Sion, İstanbul’da, bulunan 1856’da kurulmuş özel Fransız lisesi. Osmanlı Devleti’nin ilk kız lisesi olarak eğitim hayatına başlayan kurum, günümüzde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı karma bir okuldur.
“Söylediğine göre, Dame de Sion’ u burada bitirdikten sonra, bir ara bazı sol gruplara yataklık ettiği iddiasıyla cezaevinde yatmıştı; uzun süre tecritte hücrede bırakmışlar, koltuk altlarına kızgın yumurtalar oturtarak ağzından laf almak istemişlerdi ama konuşturamamışlardı Zenime Hanım’ı.” (Erbil, 2020: x)
desti: Farsça “dest” kelimesinden türemiş el ile yapılmış olan, testi. / burgaç: Su ya da hava akıntısının, önüne bir engel çıkma durumunda dönerek oluşturduğu çevrinti. / bezim: İçkili, eğlenceli yiyip içme ve sohbet meclisi. / teganni: Nağmeli biçimde, içten şarkı okuma.
“Kaban mutfağın bir serin köşesinde su küpüyle birlikte bir ortaçağ hatırası gibi duran, tahta kapağının üzerini örten işlemeli beyaz örtüsü sarkmış, bakır maşrapası kumpas edilmiş nakarat olarak hiç rutubet almaz bu ev küplerin üzerine kuruludur derdin, aynen anneciğin gibi kurumlanarak, çünkü buranın kalfası Birinci Ayasofya’dan almıştır ilham Nikoforos’tan belki de yapı ustası İsidoros’tan künyesindedir tüm atalardan sonra sana kalan bu yüzden nem yoktur çürümez hiçbir şey var ve yok olmaz yatmaktadır temelde yüzlerce binlerce küp o gün bugün soluk almakta üzerinde sayısız tümsekler halinde yaşayan yeşil karıncanın çılgınca devindiği yarılmış duvarın içine ağızları yukarı yukarı destiler dizildiğini o yüzden evin sesleri, ağlamaları, bağırmaları konuşmaları gözyaşlarını ağıtları ilahi ve gazelleri bir kumsal kadar güzel yankıtıp yansıtarak olduğundan başka gösterdiğini, ahh kumsalların bu kentin kıyılarını koylarla burgaçlar irili ufaklı konakçıklarla bin kat güzelleştiren denizin her an her yerden karşımıza çıkacak kadar yakınımızda ve bol olduğunu el aleme anlatıp ardından anneciğinin pek sevdiği, “Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz … ” şarkısını içli içli ederdin teganni…” (Erbil, 2020: 43)
devinmek: Hareket etmek.
“…o gün bugün soluk almakta üzerinde sayısız tümsekler halinde yaşayan yeşil karıncanın çılgınca devindiği yarılmış duvarın içine ağızları yukarı yukarı destiler dizildiğini o yüzden evin sesleri, ağlamaları, bağırmaları konuşmaları gözyaşlarını ağıtları ilahi ve gazelleri bir kumsal kadar güzel yankıtıp yansıtarak olduğundan başka gösterdiğini, ahh kumsalların bu kentin kıyılarını koylarla burgaçlar irili ufaklı konakçıklarla bin kat güzelleştiren denizin her an her yerden karşımıza çıkacak kadar yakınımızda ve bol olduğunu el aleme anlatıp ardından anneciğinin pek sevdiği, “Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz…” şarkısını içli içli ederdin teganni…” (Erbil, 2020: 44)
ebegümeci: Çiçekleri bazı hastalıklara iyi gelen, ilaç olarak kullanılabilen bir ot. / labada: Tıpta yararlanılan, yaprakları sebze olarak kullanılabilen bir bitki. / kazayağı: Yaprakları kazayağına benzeyen kokulu, otsu bitki.
“Sonra da şu penye eldivenleri geçir ellerine bir süre suya sokma, sokacağın zaman bu bez eldivenleri çıkarmadan üstüne çek lastikleri öyle gör işini, bak burada, “beybi lastik eldivenleri” al bunları sen, hadi al!… Alsana! istemez, ben sıkılırım yapamam öyle, gideyim toplayım ebegümeciylen labada az da katayım içine kazayağı, dedi.” (Erbil, 2020: 18)
ecdat: Geçmişteki büyükler, atalar. / iyelik: İyelik ekleri veya sahiplik ekleri, isimlere ve isim görevinde kullanılan sözcüklere eklenerek kime veya neye ait olduğunu bildiren ekler.
“Size doğru dediğime bakmayın, onca ecdadını çiğneyerek “sana doğru” demeye varmıyor dilim de ondan; biliyorum, kaçmışımdır iyelik sıfatlarından, zamirlerinden ve kiplerinden hayat boyunca kaçtığın gibi resmi kâğıtlardan.” (Erbil, 2020: 1)
efsane-perdaz: Hikâye yazan, masal uyduran, meddah. / füsunkar: Büyüleyici. /efsun: Sihir, büyü, hile ile yapılan kötü işler. / efsus: Yazık, eyvahlar olsun tabirinde söz edatı. / füsun: Şaşırtıcı, hayret verici, büyüleyici.
“Çık şu masanın üstüne, çık ve tavana bak, hadi hadi kaçmasın esin, kaçmasın hadi, sandalyeye bas da çık, çok güzel, müthiş bir esvap bu, bu kıyafetle yerde kalamazsın, hadi sıçra sıçra yaparsın, başlıyoruz bir efsanesin sen aslında biliyor musun? Efsane-perdaz, efsun, efsus, füsun, füsunkar, füus … İnatçı da! Şu işi bir an önce sonlandırmalıyım. Çıktım üzerine masanın bir efsaneyi yok etmek üzere, bulduktan sonra ruhsal dengemi aşağıya ona baktım ve buldum!.. Menipo bu! Menipo! Ta kendisi! Güldüm.” (Erbil, 2020: 65)
eğreti: 1.Belirli bir süre geçtikten sonra kaldırılacak olan, geçici. 2.Yerine iyi yerleştirilememiş olan, yerini bulmamış olan.
“Büyükçe bir kafatasıydı bu, gözler çukurda kalmış, biri kısık, batık yüz engebeli, burun başkasınınkini alıp kondurmuşun; eğreti, genişçe sıkı, garip gülümseyişte çene ve ağız… Bu yüzü bir yerlerden tanıyorsun sanki!..” (Erbil, 2020: 60)
Ella Fitzgerald: 20. Yüzyılda yaşamış Amerikalı caz vokalisti. / A Tisket A Tasket: Bu uyarlama şarkı, 1938 yılında, Chick Webb’in grubunun şarkıcısı Ella Fitzgerald’ın aklına gelen bir fikirle ortaya çıktı. Ella Fitzgerald, aranjör Van Alexander’dan, A Tisket A Tasket oyununu oynarken çocukların söylediği tekerlemeyi kullanarak bir şarkı düzenlemesini ister (Bu oyun Türkçede Yağ Satarım Bal Satarım olarak bilinir).
“Be -Bob-Be -Bob . . . İn artık in harikaydın!.. Be -Bob dansa başladı, gel buraya gel, harikasın, Ella Fitzgerald’dı değil mi en taptığın, oydu değil mi, hakkında yazılı olan ve yazılmamış olan her şeyi biliyorum, hah şöyle kaç sefer kaçtın kaçtın geldin, neydi o gerginlik, sarıl bana! A Tisket A Tasket … dönmeye başladık!..” (Erbil, 2020: 72)
en’am: Yaratılmış her varlık. / amen: İbranice’de “öyle olsun” anlamına gelen, birçok dinde dualardan sonra kullanılan söz. / amentü: “İman ettim” anlamına gelir. İnanç itirafı veya beyanı yazımlarına da amentü denir.
“İngilizce’de I am, Zimmer’de ama-mayaya diye geçen, Hinduca’da ah-am, Asya’da es-em, Mısırca’da t-ama (kitap), Vedalar’da aum, Kuran’da en’am olan, insanı doğuran tüm harflerin hecelerin sözcüklerin içinde barındığı ilk canlı nesneyi kitaba çeviren Ben’i; “T’ama, Amen, amentü…” “M” ile titreşen saf sesini ilk doğanın…” (Erbil, 2020: 6)
eprimiş: Çürümüş, bozulmuş, yıpranmış / katmerlenmek: Kat kat duruma gelmek.
“Kahvesini yudumluyor kadın, camın önündeki kadifesi eprimiş koltuğa geçip kim bilir kaç bininci kez arka bahçenin ağaçlarını; sarı meyve veren kiraz ağacını, zarifçe uzanan ceviz ağacını, çınarı, artık hiç meyve vermeyen kurumaya yüz tutmuş elma ağacını, vaktiyle durundan kazanlarla pekmez kaynattıkları ağacı sayıyor kendine bir bir; sokağa çıkmamaya, kimseyle buluşmamaya uğraşarak (kiminle buluşacaktın zaten), bulantıyla katmerlenmiş kirli bir hayatı daralta daralta böyle yaşamayı deniyor.” (Erbil, 2020: 30)
esvab: Giysi.
“İkinci olarak da, konuğun olacak fotoğraf sanatçısının işini hoşlaştıracağını düşündüğün en göz alıcı giysini çıkardın sandıktan; erguvan rengi (alurges-purpura) zeminde, laleyi andıran stilize haç ve balta motifli upuzun esvabı kuşandın Portugaliya imparatoriçesi edasıyla.” (Erbil, 2020: 2)
falya: Eskiden ağızdan dolma toplarda bulunan, topu ateşlemek için ağızotunun konulduğu delik.
“…zihnin ilk tabakalarına bir kazıyla bir yalanı yedirtip sahici kılmak sahiciyi tutuşturmak bir falya sesiyle geçmişi o içinde bulunmadığın ve hiç de ilgini çekmeyen bayağılığına dayanamadığın bir sürü kanlı kansız saçmalığı…” (Erbil, 2020: 38)
farbela: Büzgülü, pilli, düz veya verev kumaş bandı.
“Alacakaranlıkta uyandın, koridora çıktın, seni daha da yaşlı gösteren göğsü farbelalı papatyalı sarı geceliğin üzerindeydi, aynaya baktın! Baktığında aynaya yoktu orada yüzün!” (Erbil, 2020: 35)
felek: Gökyüzü, talih. / Radyolin diş macunu: Radyolin’in ruhsatını alan ve reklamını yapan, Necip Akar eczacılık okulunda teorik bilgiler öğrenirken, eczanede de krem ve diş macunu yapımı konusunda pratik bilgiler edindi. Eczacılık okulundan mezun olup askerlik görevini yaptıktan sonra altı ay kadar Ankara’da Eczacı Hüsnü Bey’in eczanesinde çalışan ve burada da bazı bilgiler elde eden Necip Akar, ağabeyi Cemil Akar ile ortak olarak ilk önce “Şampuan Cemil” , “Necip Bey Kremi” ve “Necip Diş Macunu” müstahzarlarını üretmeye başladı. Kısa bir süre sonra Necip Bey Kreminin üretimi durduruldu, Necip Diş Macununun formülü değiştirildi, daha ilmi ve ideal bir formül hazırlandı ve 28 Temmuz 1927 tarihli ruhsatname alınarak “Radyolin” adı ile yeni bir diş macunu imalatına başlandı. Üstelik ülke çapında afiş reklamı ilk yapan ve bu alanda orijinal bir çığır açan, reklamcılığı ilmi şeklinde modernize eden Necip Akar Radyolin’i piyasaya çok iyi tanıttı ve bir ayda Necip Diş Macununun iki yılda yapabildiği satışı yaptı.
“…ve gönlün hicranla dolu, her an meleksel renkler saçan alnın gülümsüyor aleme, feleğe ve bu kente; fırçalıyor dişlerini hala çocukluğunun Radyolin diş macunuyla, yiyip içip okuyor, uyanıyor karıncaları öldürme eldivenini takıyor eline kalın koyu renk kurmuş olan öbekleri haklıyorsun ilkin…” (Erbil, 2020: 27)
filitlemek: Filit, böcek ilacı püskürterek ilaçlamak.
“Konuğunu karşılamakta gösterdin büyük özen, ilk iş: bugün günlerden çarşamba ya da salıdan filitledin evi; kurtulmak için içinde yaşadığın şu köhnede yaz kış yakanı ve senin naçiz vücudunu bırakmayan rengârenk kalın, ince ve dolgun karıncalardan, bölerek aklını ve günlerini eden zindan…” (Erbil, 2020: 2)
fresk: Islak kireç sıva üstüne, ezildikten sonra su ya da su ve kireç bileşimi bir bağlayıcı ile karıştırılan pigmentlerle yapılan resim. Yüzey kurudukça kireç, pigmentin sıvaya nüfuz etmesini sağlar. / ikonoklazm: Bir kültürün kendi dini ikona ve diğer sembollerine dini ya da politik güdülerle planlı saldırısı.
“…hadi tırman merdivene, bir basamak daha, eteklerine basma, saatin yüzü seninkiyle yan yana duracak ve sen de hani bir fresk gibi zamanın zamansızlaşması diyordun ya bir yerde; sanki eritip bir potaya dökmüşün… Ne istediğimi senden anlamalısın; tüm zamanları bir potaya eritip dökmek ve o anlamı yüzünde toplamak! Yeni bir çalışma olacak bu! Nereden bu saat böyle? Duvarlar da bomboş! İkonoklazma akımına uğramış sanki. Bir fotoğraf bile yok!” (Erbil, 2020: 70)
Frida Kahlo: 20. Yüzyılda yaşayan Meksika doğumlu kültür ikonu, ressam. Resimlerinin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanındı. Sanatı sürrealist olarak tanımlanmışsa da kendisi bu tanımı reddetti. İki Frida, Kırık Sütun, Yaralı Geyik en önemli eserlerindendir.
“Mutlaka abartılı bir makyajdır ne ki sevmişindir abartıyı da her vakit aynen gençliğinde olduğunca çektin bir uçtan bir uca kulaklar arası rayı Frida Kahlo kaşlar, dudaklar kim bilir nasıl taşıyor ırmaklar sığmayan etli butlu dudaklarını gördükçe seninkileri bulmaktasın çok ince; yanaklar şakaklar batmış aynı renk allığa, gözler kömür ve saçlar!..” (Erbil, 2020: 3)
Gazi Olayları: 12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde birçok Alevi vatandaşın olduğu kahvehane ve pastanelerin otomatik silahlarla taranmasıyla başlayan olaylar farklı mahallelere de yayılarak dört gün sürdü.
“Gazi Olayları Olarak Bilinen Davanın 31. Duruşması Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde Görüldü.” (Erbil, 2020: 29)
gedikli: Bir yerin sürekli müşterisi olan, sürekli orada bulunan kişi.
“Basma, basma diyorum sana, sağır mısın!” diye bağırarak onları yerden toplattı, gedikli üstçavuş edasıyla, “Al götür sakla, sana emanet ediyorum işte!” dedi. (Erbil, 2020: xii)
giz: Açığa vurulmak istenilmeyen şey.
“Hayatının herkese kapadığı bir noktası bir gizi, gerçek bir acısı olmalıydı bence, ama yine de dolu dolu yaşamış dünyanın her bir yerinde sevgilileri olmuş; gözü arkada kalmamış, güçlü bir kadına benziyordu.” (Erbil, 2020: ix)
hançere: Gırtlak.
“Şükran da değil “Şukhgran” gibi bir ses çıktı hançeresinden!” (Erbil, 2020: xiv)
Havra: Yahudilik inancına inanan Yahudi ve Samirilerin ibadet etmek için gittikleri ibadethane. / cühela: Bilgisiz olan kişi.
“İnsan zayıf bir yaratık olduğu için, “Eline kiliseyi, camiyi, havrayı vererek onları öbür dünyayı boylayana kadar oyalıyorlar biliyorum ama biraz da iyileştiriyorlar onları, cahil cühela takımı bunlar; inanıyorlar işte, çaresizler; bir amacı oluyor hayatlarının!” dedi.” (Erbil, 2020: xii)
hımış: Ağaçtan, tahtadan yapılmış şey.
“Emekli olduktan sonra Türkiye’ye, bizim köydeki babasından kalmış olan hımış eve yerleşmişti.” (Erbil, 2020: xi)
hicap: 1.Utanma, sıkılma 2. İki kişiyi ayıran perde, örtü.
“Sustuk, sonra ben Athena’ma yüzsuyu dökerek ve bakarak hicabımla harap otlara birlikte yamyassı ettiğimiz…” (Erbil, 2020: 86)
hodgam: Kendini düşünen, sadece kendi derdini düşünen, bencil, kendini beğenmiş. / kari: Okur. / havar: “İmdat” anlamında bir çığlık, ünlem.
“…bir günlüğüne bağrı yanık kara bahtlı ve hodgam karilerine görünmekle altın dişleri hiç kesmeyen gerçeği; seni görseler ne olacaq görmeseler ne olacaq, kimler unutuşun obur toprağıyla göğün mürekkep rengini tutuşturacağ zaten insaoğlu ha yok ha var uy havar, yaparak nefsini bastırsan aslaa bir daha asla diyorsun ya, ne gelen var ne giden, yol uzun gurbet ıraq…” (Erbil, 2020: 17)
Humeynicilik: 1.Eski İran lideri Humeyni’nin izinde olan. / Humeyni: İranlı siyasetçi ve Şii din adamı. İran İslam Devrimi’nin siyasi ve ruhani lideri.
“Geçen yaz mayıs ayıydı (2000) telefonla gene çağırdı beni. Gittiğimde, başını kara ipek bir şalla sımsıkı Humeyniciler gibi bağladığını gördüm ve çok şaşırdım. Bana, bilimin ve insan istencinin insanları mutlu etmeye yetmeyeceğinden, herkesin bir inanca gereksinimi olduğundan söz etti.” (Erbil, 2020: xii)
ikona: İkon, Ortodokslarda önemli kişilerinin yapılmış eserlerine verilen ad. / La-rahate-fi-d-dünya: Dünyada rahat yoktur anlamına gelen sözdür ve Kuran-ı Kerim de, illâ fil âhire/ancak ahirettedir, diye devam eder.
“Kaban’ı (köpeğini) özlediğini anlattı. Başını çözmüştü gene, gür siyah kıvırcık saçları başının çevresinde havaya kalkmış kara bir ikonaya dönüştürmüştü onu belki de bu saçları sürekli “La-rahate-fi-d-dünya, la-rahate-fi-d-dünya” diye beş on kez yineledi.” (Erbil, 2020: xiii)
İsidoros: 5. Yüzyılda yaşayan Yunan mimar ve matematikçi. Bizans imparatoru Justinianus’un tarafından, Konstantinopolis’teki (günümüzde İstanbul) Ayasofya katedralini yeniden tasarlatmak için, Anthemios ile beraber görevlendirilen Yunan mimar ve matematikçi.
“Kaban mutfağın bir serin köşesinde su küpüyle birlikte bir ortaçağ hatırası gibi duran, tahta kapağının üzerini örten işlemeli beyaz örtüsü sarkmış, bakır maşrapası kumpas edilmiş nakarat olarak hiç rutubet almaz bu ev küplerin üzerine kuruludur derdin, aynen anneciğin gibi kurumlanarak, çünkü buranın kalfası Birinci Ayasofya’dan almıştır ilham Nikoforos’tan belki de yapı ustası İsidoros’tan künyesindedir tüm atalardan sonra sana kalan bu yüzden nem yoktur çürümez hiçbir şey var ve yok olmaz yatmaktadır temelde yüzlerce binlerce küp o gün bugün soluk almakta üzerinde sayısız tümsekler halinde…” (Erbil, 2020: 43)
istirahatgâh: Dinlenme yeri. / hicran: Bir kimseden ayrılış, ayrılığın verdiği acı.
“İlerde, gelecekte; artık kabrine az gelen karıncalı toprağında çürürkene) kendini bozdurmadan kalmış bir kadavra, paraya mülke erkeğe üne takıya aldanmadan ve tümünde aklı kalmış olarak uyurken karıncaların yönettiği ebedi istirahatgahında, bir hırka bir lokmayla Hatçaabla’nın getirdiği…” (Erbil, 2020: 16)
kadırga: Yelken veya kürekle yol alabilen, geçmişte kullanılan harp gemisi.
“Onların iriyarı esmer mitoslardan çıkma taş ustalarına, uzun yıllar süren çalışmalarla, arı peteği biçiminde ördürdükleri, Bodrum Kalesi’nin güney ucundaki o anlamsız “Yılanlı Kale’yi andıran yuvarlak bölümünün dibine, pıhtılaşarak karaya oturmuş bir kadırga edasıyla salınıp duruyor.” (Erbil, 2020: 8)
kahhar: Her koşulda kesinlikle galip gelen, (kaba anlamda) ezip geçen. Beddualarda kötü anlamıyla kullanılır. / kampana: Gemilerde işaret vermek için çalınan çan. / rıht: 1.Dökme, döküm 2.merdivende basamağın dik yüzü.
“Bir başka gün sana benzeyen ama çok daha güzel bir kadınla rastlaştın orada; süzdünüz birbirinizi, senin artık unuttuğun, hiçbir önemi kalmamış gençliğin olan meşum kadın! seyrettin o gençliği, ne pişmanlık ne acı; dik göğüsleri, kadifemsi teni, doyulmaz cilveleri, acı alayı ve sonsuz arzularıyla istediği erkeğin başını döndürüp kendine aşık etmekten hoşlanan “kapak kızı”ydı! gülünç! O sana sen de ona öyle uzun uzun kahkahalar attınız ki karşılıklı; o gün öyle kahhar kahkahalar yükseldi ki evinizden, çın çın çınlattınız birazdan değineceğin duvar saatinin çanından bin beter kampanalarla yeryüzünü; öyle ki Kaban, mutfaktaki yün battaniyesinin üzerinden ve nedense rıhdan yüksek tutulmuş basamaklarından bu evin sürünerek çıkıp geldi yanına ve kuyruğunu ölüm kuğusunun boynundan da zarif bir ölümle üç kez çaldı yere çekerek ciğerlerine son soluğunu bu dünyanın eski aşifteliğinden kalma o hoh kahkahalar arasında.” (Erbil, 2020: 53)
kalpak: Deriden, kürkten veya kalın kumaştan yapılmış kesik koni biçiminde siperliksiz başlık.
“Ancak taraflar belli değildi -belki bir iç savaştı-, erler şalvarlı ve kalpaklı ama silahsız, elleri kılıç yerine erkeklik organlarıyla dolu gözü dönük cücemsi yaratıklardı.” (Erbil, 2020: xv)
kaltaban: Hileci düzenci, şarlatan, namussuz.
“…inatçı kaltabanları, hazırlandın konuğuna beş beşlik her ne kadar ölü izler kuru bir kahverengi yeşille krokiler, nirengi noktaları ve plan kotelerle akmaktaysa da duvarlarından aşağı…” (Erbil, 2020: 2)
kapitalizm: Üretim araçlarının özel ellerde bulunmasına, anamala ve kâr amacına yönelik üretime dayanan toplumsal düzen.
“Öyle olsun bakalım! Küs değilim, kızgın değilim sana; baş eğmiştin bulantının sonuçlarına, sessiz sedasız, belleğinin bir gözünde saklı bireyi taşıyarak başlamıştın yeniden yaşamaya dünyamızda Pessoa gibi. Zorunlu bir yaşayıştı bu, tarihin yeniden akıl ötesine kilitlenmesinden doğan durumdur diyordun kapitalizmce dayatılan.” (Erbil, 2020: 51)
kargış: Kötü dilek sözleri.
“Oysa, çıkmışın şuraya bahçe kapısının önüne sıcak da basmak üzere, beklemektesin gazeteciyi uzun Bizans eteklerine kargışlar yağdırarak; onca dilden; Arapça, Türkçe, Lazca, Kürtçe, Rumca, Boşnakça, Çerkezce, Fransızca, İngilizce’den…” (Erbil, 2020: 17)
kaşkorse: Kadınların giydikleri, süslü ve ince fanila. / fütursuzca: Aldırış etmeden, önemsemeden yapılan. “Ekmeğinin içinde, çorbanda, kaşkorselerinde, sabunlarında ve kitaplarının yaprakları arasında fütursuzca gezinenleri yaralayıp öldürmekle geçirdiğin zamanını kırıntılar halinde kemirip taşıyan yuvalarına koca kış beslenen her şeyin her şeyin artıklarıyla karıncaları…”(Erbil, 2020: 2)
katharsis: Antik Yunan’da “ruh dönüşümü” olarak kabul edilen olgu. Arınma olarak da bilinen katharsis, Aristoteles’in Poetika adlı yapıtından alınmış bir sözcük olup ilgili yapıtta trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatır.
“Zorlu çabalarla kazandığın şu yerden caydıramayacaklar seni. Katharsis niteliğinde hızlı bir kurtuluş özlemi!” (Erbil, 2020: 80)
kıyam: Karşı gelme, baş kaldırma, ayaklanma.
“Arkamda değil gözüm çünkü benim naçiz vücudumu elbette bir gün işkencecilerimin ellerinden toprak alacaktır ama bu yurt sonsuza kadar kıyamla boğuşacaktır, dedi son nefesinde.” (Erbil, 2020: 22)
kitara: Gitar, telli ve perdeli bir saz.
“Neden sonra ulumalar, iniltiler, çınlamalar, havlamalar ve ezan sesleriyle dolu uykumun arasında, kitarayla söylenen yaslı bir şarkı eşliğinde patlama ve haykırışlar arasında ismimle çağrıldığımı işittim ama kalkıp bakmadım.” (Erbil, 2020: 88)
kolorataur soprano: Müzikte uzmanlaşmış bir tür operatik soprano sesidir. / fecr: Sabaha karşı ortalığın aydınlanmaya başladığı zaman, tan vakti. / hicaz: Türk Sanat Müziği’nde kullanılan majör tonda bir makam. Dügah (La) perdesinde (notasında) karar alır. Batı müziğinde “Phrygian Dominant” olarak benzeri vardır ancak Hicazda si bemol notasına bir koma konduğu için aynı değildir. /hicazkar: Türk Sanat Müziği’nde rast (sol) perdesinde (notasında) karar alan makam. Birçok şed (birleşik) makamda yer alır, örn: Kürdilihicazkar. / makam: Klasik Türk Müziği’nde kullanılan, çok fazla sayıda çeşitlilikleri bulunan diziler. Batı armonisindeki “mod” anlayışıyla benzerlikleri olmasına rağmen birçok farklılıkları da bulunmaktadır.
“”Neden böyle en yükseklere çıkmak zorundayım?!” diye soracak oldum en nazlı en yumuşak işveyle koloratur soprano olan annemle birlikte; aile dostumuz Cazip Bey’in koklasam saçlarını ta fecre kadar, utuna eşlik ettiğimiz hicazdan, hicazkara tüm makamlarda.” (Erbil, 2020: 76)
koroner: Kalbe kanı taşıyan iki damar.
“Şişenin dibinde biriken tortuluğuna, koroner yetmezliğine, merhametten doğmuş olan çifte semavi ve sevdai nedenlerle sürekli kalp sancısı çekenlere önerilen bu “Kalp Şarabı”nı da denedin uzunca bir süre.” (Erbil, 2020: 23)
köhne: Bakımsız kalıp eskimiş, yıpranmış.
“…kurtulmak için içinde yaşadığın şu köhnede yaz kış yakanı ve senin naçiz vücudunu bırakmayan rengârenk kalın, ince ve dolgun karıncalardan, bölerek aklını ve günlerini eden zindan…” (Erbil, 2020: 2)
Kreisleriana: Schumann tarafından 19. Yüzyılda yazılmış bir beste. Parça Schumann tarafından Chopin’e ithaf edildi.
“Bir gün ona, aynaya (hala aynanın dolunayındayım), bakmadan geçerken önünden, sevdiğin müzik parçalarından biriyle “Kreisleriana”yla seslenir gibi oldu küflü hayatına ki birden çöktün iki dizinin üstüne ve dua etmeye başladın insan aklını yaratan doğaya; sesleri sözcükleri notaları güç istencinin göz yaşartıcı yüceliğiyle gönlünün dinledin bütün parçayı o gün yerinden fırlayan ikinci kalbinin staccato’suyla dolu nargilesini dindirene kadar neler çektin…” (Erbil, 2020: 53)
kumkuma: 1. Küçük testi, çömlek. 2. Olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay ya da mekân.
“Kısa bacaklı hasır koltuk elbette onundur. Annesinin (Yezdan’ın) şerrinden kurtardığı için cüce damatla öyle mutlu göründüğünü düşünecektin Sebiyye’nin ama belleğin kırbacı bir anda sel gibi boşaltıyordu önüne aileden kalma o kumkuma sözcükleri; “Cüce! Cüce ama sen bakma, ne cüceydi o! Ne cüce! Ters giydirir pabucu şeytana!”” (Erbil, 2020: 43)
kuşdili: Hz. Süleyman’ın kuşlarla iletişim kurmak için konuştuğu iddia edilen dil. / Süleyman Peygamber: MÖ 900’lu yıllarda İsrail Krallığı yapmış olan, hayvanlara, rüzgârlara ve cinlere hâkim olduğu iddia edilen Kuran ve Tevrat’ta geçen peygamber. / keşişe: Evlenmemiş, elini eteğini hayattan çekmiş, manastırda yaşan rahibe / rua: Kral, iskambil kâğıdında papaz.
“Oysa, çıkmışın şuraya bahçe kapısının önüne sıcak da basmak üzere, beklemektesin gazeteciyi uzun Bizans eteklerine kargışlar yağdırarak; onca dilden; Arapça, Türkçe, Lazca, Kürtçe, Rumca, Boşnakça, Çerkezce, Fransızca, İngilizce’den, kuşdilinden Süleyman Peygamber’in, felsefeden, isyandan, keşişelikten, pokerden, rua ve valeden, tövbeleden, üç aylardan sonra ne işin var elin gastesinde bir günlüğüne bağrı yanık kara bahtlı ve hodgam karilerine görünmekle altın dişleri hiç kesmeyen gerçeği…” (Erbil, 2020: 17)
künye: Bir kimsenin kişisel özelliklerini gösteren resmi kayıt.
“…buranın kalfası Birinci Ayasofya’dan almıştır ilham Nikoforos’tan belki de yapı ustası İsidoros’tan künyesindedir tüm atalardan sonra sana kalan bu yüzden nem yoktur çürümez hiçbir şey var ve yok olmaz yatmaktadır temelde yüzlerce binlerce küp o gün bugün soluk almakta üzerinde sayısız tümsekler halinde…” (Erbil, 2020: 43).
lain: Lanetlenmiş kişi. / Leva: Bulgaristan’ın para birimi. / Florin: Hollanda’nın eski para birimi. / Drahmiye: Eski bir Yunan para birimi.
“Çünkü, ANCAK BU YOLLA DOĞANIN ADALETİNE HİZMET EDEBİLİYORUM, amentüsü baykuş olan yeryüzünün GERÇEK ruhuyla sende var olan şeytan-ı lain, kaçıncı ölmen bu hain diye kalkışan ve yüzülen derisi gerçek bir elmas olmak istersin gitmeyen pul paraya levaya yeşile ve çeyreğe florin ve drahmiye tam böyle değilse de seçimin senin buna benzer şeylerdin nasıl anlatsan hakikate olan büyük aşkını bilmemektesin insanlara, uymuyorsa da bu çağın hırsları hırslarına sanırım sen ilerde (çağın gerçeğine varmak için daha ilerde); dönüp bakılacak bir motif olmak arzusu içindesin?” (Erbil, 2020: 16)
Las Meninas: Velazquez’in 17. Yüzyılda yaptığı Nedimeler tablosu. Bu tablo illüzyon duygusu yaratan muammalı kompozisyonu ile İspanyol resim sanatının üzerine en çok konuşulan, yorum yapılan ve etkilenilen tablosudur. Madrid’deki Prado Müzesi’nde sergilenmekte olan tablo, sanat eleştirmenleri tarafından Velazquez’in başyapıtı olarak görülür.
“Gülmemi ağzımda büzerek, gözlerimi kirden isten kararmış, yer yer kabarıp dökülmüş karıncaları bol tavana diktim sevecen bir iblis olarak; tanıdım onu, tanıdım tanıdım: Las Meninas’ın cüce Menipo’su aynen o! ne benzerlik!” (Erbil, 2020: 66)
Madam Matisse: Henri Matisse’in eşi ve aynı zamanda modeli oldu. Henri Matisse’in erken dönem başyapıtı sayılan Bayan Matisse: Yeşil Çizgi tablosunun konusudur.
“Bir seferinde de gene siyah payetlerle işlenmiş muslinden bir Chanel kılıfıyla oturdu oklava yutmuş gibi; kafasında da Madame Matisse’in şapkasını andıran ufak siyah tekerlek şapkası! Gençliğinde bir Chanel tutkunu olduğunu da o gün kendisi söyledi.” (Erbil, 2020: viii)
magma: Yerin içinde, uçucu gazlarla doymuş durumdaki eriyik.
“Kimi sabahlar aynanın merkezinde, en derin mağmasında boşluğun saman alevi gibi yanıp sönen kendine rastlasan da yeniden sana dönmek isteyen o deniz fenerine, durmadın hiç üstünde; hangi sana dönecektin?” (Erbil, 2020: 51)
maşrapa: İçecek içmekte kullanılan küçük kap.
“Kaban mutfağın bir serin köşesinde su küpüyle birlikte bir orta çağ hatırası gibi duran, tahta kapağının üzerini örten işlemeli beyaz örtüsü sarkmış, bakır maşrapası kumpas edilmiş nakarat olarak hiç rutubet almaz bu ev küplerin üzerine kuruludur derdin…” (Erbil, 2020: 43)
mayasıl: Egzama, basur.
“Hatçabla’nın ölü yüzünü gördün yıkanırken. Göz kıyılarından akmış göyaşları donmuştu şakaklarında taşlaşmış akıtmalarla, iki kaş arasını bölen derin yarık ve tüm kırışıklıkları silmişti ölüm. Şaraptan ve ölümden yontuktu yüzü. Ellerinin mayasılları geçmişti; iyi gelmiş olacaktı ısırgan otu, ebegümeci, labada…” (Erbil, 2020: 57)
M. Ali Çelik: 1991’de gözaltına alınan ve infaz edilen devrimci.
“Emniyet yetkilileri, Yusuf Erişti’nin gözaltına alınmadığını savundu. Erişti’nin şubede öldürülmüş olabileceğine tanık yapan M. Ali Çelik, tutuklu bulunduğu Sağmalcılar Cezaevi’nde öldürüldü.” (Erbil, 2020: 29)
merdaneli çamaşır makinesi: Eskiden kullanılan üstünde merdane olan bir çamaşır makinesi.
“Sabah karşılaştın Hatçaabla’yla, yoğurt mayalanmış, domates toplamış, yanına azcık fasulya katmış, taze sovan… Elleri mantar tutmuş! Bizim tavan arasında eskiden kalma, merdaneli bir çamaşır makinası olacak Hoover alsana onu, dedin.” (Erbil, 2020: 18)
meşum: Uğursuz, kötü.
“Bir başka gün sana benzeyen ama çok daha güzel bir kadınla rastlaştın orada; süzdünüz birbirinizi, senin artık unuttuğun, hiçbir önemi kalmamış gençliğin olan meşum kadın!” (Erbil, 2020: 53)
metafizik: Duyularla kavranamayan, doğaötesi özelliği bulunan bir felsefe dalıdır. İncelemeleri varlık, varoluş, evrensel, özellik, ilişki, sebep, uzay, zaman, tanrı, olay gibi kavramlar üzerinedir.
“Bana altmış yıl kadar önce Amerika’da Habsburg Yayınevi’nce İngilizce olarak basılmış olan tek kitabı, felsefi romanı, Hiçlik’i armağan ettikten sonra birbirmize olan yakınlığımız arttı, çünkü bu kitabı tam olarak anlayamasam da – birbirini aşan metafizik göndermelerle doluydu- çok ilginç bulmuştum ve bu da Zemine Hanım’ın bana güvenmesini sağlamıştı.” (Erbil, 2020: xi)
Metin Göktepe: 1996 yılında, gözaltında işkenceyle öldürülen gazetecidir.
“Kaban’ın ölümünden, Metin Göktepe’nin katillerini saklayan devletten, Gazi kıyımından, Sivas olaylarından akıl almaz yorumlarla delice sözler etti!” (Erbil, 2020: xiii)
metronom: Müzik parçasının ölçüsünü ayarlayan, yardımcı araç.
“Ellerime tutunuyor, boynuma sıçrıyor, bacaklarını sırtımdan aşağı sarkıtıyor, kafasını, o sanki büyümesi aniden dondurulmuş kafasını koca bir metronom gibi bacaklarımın arasında sallandırarak çılgınca haykırıyordu.” (Erbil, 2020: 72)
metruk: Terk edilmiş, kullanılması bırakılmış. / bostan: Sebze bahçesi.
“Metrukça bir köy burası ne olsa, çoğu terk edilmiş birkaç ahşap ev, bir de bitiğimizde Merzifonlular’ın incir bahçesinden önceki dönümlerce bostanı satın alan neyin nesi olduklarını kimselerin bilmediği Bragodiç’lerin yepyeni kale evi!” (Erbil, 2020: 1)
mezra: Kırsal, seyrek aralıklı yerleşim yeri.
“Ne var ki, dünyada yoksa da örneği, modeline rastlanmamışsa da “hiç yazar”ın milattan öncede ve sonrada sandığımızdan da çoktur onlar, halkın olanları gibi ve değillerse mezralarda, işkencede, dağlarda bayırlarda ya da toprak altlarında.” (Erbil, 2020: 19)
mine: Metal eşya üzerine vurulan renkli cam katmanı. / Faraday: İngiliz kimya ve fizik bilgini. Elektromanyetik indüklemeyi, manyetik alanın ışığın kutuplanma düzlemini döndürdüğünü buldu. Elektrolizin temel ilkelerini belirledi. Klor gazını sıvılaştırmayı başaran ilk kişidir ve elektrik motorunu icat etti. / elektroliz: Elektrik akımı yardımıyla, bir sıvı içinde çözünmüş kimyasal bileşiklerin ayrıştırılması işlemi. 1800 yılında Anthony Carlisle ve William Nicholson, 1807 yılında Humphry Davy ve 1833 yılında Faraday’ın keşifleri sayesinde bulundu.
“Kendini düşündüğün an, -ki hep düşünürsün kendini- annenin, onca yıldır işinizi gören minesi solmuş çatal bıçak takımını, gümüş suyuyla kaplatmaya götürüşünü anımsarsın Kapalıçarşı’ya (1830’larda elektroliz kavramını bulan bilgin Faraday olmasa ne yapacaktı kim bilir?” (Erbil, 2020: 26)
monolog: Sahnede yalnız kalındığında sunucunun konuşması ve duygularını açığa vurması.
“…bıkmış koltuklar, baş eğmiş kapılar, baygın düşmüş eşikler ve isyana hazırlanan kitaplarla birlikte; boş zamanın da o kadar çok ki, düşüncelerin bir orta çağ salgını gibi ürkütüyorken seni, geçemedin bu monologdan yemek odasındaki çocuk takımı, hasır yemek masası, bir oturak, cüce bir yatak ve taburelere ait canlandırmalarla…” (Erbil, 2020: 39)
Musiki Mekteb-i Hümayun: Padişahın malı olan müzik okulu devletlerin yapısında müzik, ordu motivasyonu, düşmanın direncini kırmak ya da devletin görkemini pekiştirmek amacıyla kullanılan bir araç olarak büyük önem taşıdı. Törenlerde çalınan marşlar, padişahlar için yapılmış besteler vb. araçlar geçmişten bugüne tüm devletlerde yönetici kademenin gücünü korumasını sağlayan unsurlardan biri oldu. / Nazariye-yi Musikiye: Müzik teorisi. / Billur: pürüzsüz, akıcı, tertemiz (ses için).
“Vaktiyle “Ümraniye Musiki Mektebi Hümayunu” nda “Nazariye-yi Musikiye” dersleri de aldığını anlatmıştı bana; bir akşamüstü, buzlu cin eşliğinde sohbet etmiş kafayı bulunca şarkılar söylemiştik; o yaşta bile billur gibi şıkırdıyordu sesi.” (Erbil, 2020: x)
muslin: Bez ayağı desenli, genellikle boyalı veya baskılı, hafif pamuklu kumaş. / Kösnü: Şehvet.
“Sarma ipek işlemeli, siyah muslinden askılı Chanel giysimi geçirdim kırışmış tenimin üzerine. Sanatsal bir şey görmeden sevişemeyen son sevgilimin, bazen, “Infanta Marie-Therese” saçlım benim!” diye, bazen “Sevgilim bu akşam Matisse’in kadınlarını andırıyorsun” diyerek üstüme kapandığı kösnüyü seyrettim bir süre önümdeki yatakta parfönler, mırıltılar, kimsede bulamadığım dokunmalarla ve günlerce en görkemli sevişmesini gerçekleştirdiğimizi sandığımız dünyanın şimdi rahmetli olan sonsuz özlemiyle uzandım ıssız yatağa.” (Erbil, 2020: 88)
mütecessid: Ceset şekline giren, vücut bulan. / mütecevviz: Mecazlı konuşan. / mütecezzi: Parça parça ayrılan, ufalanmış olan. / mütedebbir: İleriyi gören, tedbirli ve ölçülü hareket eden. / mütedennis: Tedenni eden, gerileyen, aşağılayan. / müteessir: Üzülmüş, üzüntülü, tesir altında kalmış. / müteyakkız: Uykudan uyanmış, uyanık, gözü açık, uyanık.
“Elbette benim için de öyle, müteyakkız olmalı! dedim, hem de mütedennis! Ve mütecevviz ve mütecessid, mütecezzi, mütedebbir, müteeddib, müteessir de olmalıyız diye saymayı sürdürdüm içimden, babamın karşısına alıp çocukken ezberlettiği…” (Erbil, 2020: 64)
nağme: Müzikte, notalar arası geçişte yapılan uyumlu ezgi.
“Ayrıydı yollarınız; seninkisi belirsizliğin konforuna mı yaslı; kadın olmanın ağırlığıyla mı ürperik biraz, hoş bakıyorum da bugün yaşayan üç beş devrimcinin sona kalmış bir tek kalbine her şeye seyirci iki kalbin senin daha mı az yaralı diyorum ruhunu saran inleyen nağmelerle?” (Erbil, 2020: 23)
namiye: Yetişen, büyüyen, artan. / nalekar: İnleyen, feryat eden.
“Sen hep böyle neşeli misindir? Lanetin biridir, demişlerdi senin için… Ta kendisiyimdir, lanet, namert, namiye, nalekar ve lain… Kim bu böyle, ben ona “siz” diyorum o bana “sen” diyor, şaşırtmak mı istiyor beni; neden bunu gönderdiler bana; işi kısa tutmalıyım:” (Erbil, 2020: 64)
nara: Bağırma, haykırış.
“”Oldu oldu!” diye o vücuttan çıkması olanaksız koca bir nara attı.” (Erbil, 2020: 73)
Naumann-Ideal: 1930’lu yıllarda çıkan daktilo, yazı makinesi. / Q klavye: Dünyada en yaygın kullanılan, 1874’te patenti alınmış klavye çeşidi.
“Düşünüyorum da seksenlerinde (?) bir kadın tek bir kitap yayımlamış kimsenin haberi yok, bir iç yarası gibi daktilosu sürekli açık Naumann-İdeal, Q klavye.” (Erbil, 2020: x)
nazıra: Nazar eden, nezaret eden, bakan, (göz). / falaka: Kalınca sopayla ipten oluşan, bir dayak cezası. / temaşa: Hoşlanarak seyretme, gezme, seyir, piyes. / sahra topu: Bir topçu silah türü. / nazır: Yüzü bir yöne doğru olan, bir yeri gören, bir yere bakan.
“Bakınız efendim, eyleyiniz nazar, temaşa, nezaret ve nazır, nazıra ve falaka! dedim, gene aldırmadı… Geniş omuzların üstünde sahra topu gibi yükselen kafasını oraya buraya çevirerek arka bahçeyi ve beni uzak uzak süzdü.” (Erbil, 2020: 61)
nefti: Siyaha yakın koyu yeşil.
“…dev bir karıncayı boğazlıyorlardı yeşil bereli, çizmeli bir parmak çocuk acı yeşil bir hortumla su sıkıyordu ortalığa kolum gibi ama su kocaman nefti dalgalar halinde akan kanı tutuşturuyor arıtamıyordu bir türlü; kum emiyor olmalıydı akanı, darbeler altında debelenirken insan sesini andıran dev çığırış karışıyordu çölün yasasına.” (Erbil, 2020: 79)
nobran: Davranışı sert, kırıcı olan kimse.
“…TIRMAN! dedi, “TIRMAN BÜTÜN RUHUNLA ATALARINDAN KALMA!” komutuyla geçtim tırmanışa o anda… Kim ne derse desin, sesi binlerce yıldır dünyanın rahmini elinde tutan o buyurgan ve nobran erkek sesti atalarımdan kalma…” (Erbil, 2020: 76)
Non pasaran: İspanya’da faşizme karşı mücadelede kullanılan slogandır. Türkçe meali geçit yok demektir.
“Seni iğrendiren ne çok şey var: biri de, her fırsatta başkası nın onurundan kemirerek yükselmeye bakanlar; öylelerinden de kaçtın hep, konuşamadın onlarla, örneğin katledilmiş bir dostu nun anısına basarak: “Onunla omuz omuza ‘non pasaran’ türküleri patlattım” (!) diyebilen tiksinç bir insana tanık olmuştun! Terk etmiştin o toplantıyı; ötekiler alkış tutuyorlardı aptal aptal bilmeden gerçeği…” (Erbil, 2020: 19)
nü: Çıplak./ rikkat: İncelik, naziklik. / Les Pieta: Kucağında ölü İsa’yı tutan Meryem’in resmi.
“Hayır, Hatçabla’yla nasıl ağlaştığınızı, Kaban’ın durmadan, “mutlu ölüyorum üzülmeyin” demek istediğini binlerce kez yineleyip durduğunu, can verdiği yerin nü’sünü çıkarıp oraya yerleştirdiğin yemek tasının içinde o gün bugündür mum yakmakta olduğunu, onu arka bahçeye iki ucundan tuttuğunuz battaniyeden kefeniyle nasıl taşıdığınızı, ceviz ağacının dibini depderin nasıl kazdığınızı sonra orada cansız gövdeyi battaniyesiyle birlikte ayakta kollarına alıp başı geriye düşmüş olarak, kapalı gözlerine son kez bakarak “les pieta” sırrıyla, onu nasıl toprağa verdiğinizin öyküsüne girişerek eve doğru yaklaşmakta olan sisi anlatmakta gecikmemelisin artık. Asıl içini acıyla donduranın belki de, battaniyeden dışarı fırlamış rikkat dolu o boz kuyruğun toprağa konur konmaz nasıl da yem olacağıydı karıncalara ve sen ölünce nasıl…” (Erbil, 2020: 56)
opal: Silis grubundan, birçok çeşidi bulunan, silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini içine alan camsı görünüşlü taş. / topaz: Kahverengi ya da sarı renge sahip sert, değerli taş.
“Bakın ne cevher var burada “ama-maya, amentü, amen” bir cevher ki kendi benliğine ait opal, kristal ve topaz bir taş atımı uzaktayken herkesin erişmek istediği neden insanların çıkarılması öne bırakılması arkada gider bu kadar çok gücüne.” (Erbil, 2020: 14)
pastav: Ucu yaldızlı çuha kumaşı topu, Ortaoyunlarında çeşitli yerlerde ses çıkartmak için kullanılan maşa. / cesim: Büyük, cüsseli, önemli.
“Çünkü kimse içinden çıktığı çirkeften leke almadan gezinemez bu gezegende artık bil bunu; bir yazarın tutmasa da bir dediği ötekini, sabuklayıp abuklaşa da görünmelidir hayal perdesinde elinde pastavla ve çemkirmelidir cesim laflarla ki getirmeli ses ve öfke kabul ve ret, kırmızı ve siyah dediler görün, göz göze gel, göze iliş, göze gir, bakıl, söyle, ki tenceren kaynariken maymunun oynariken gir parlamentoya çık aredimentoya bul adamını yanaş eyi dolaş hoşamediyle höşmerim.” (Erbil, 2020: 12)
Pessoa, Fernando: 1888-1935 yılları arasında yaşamış Portekizli şair ve yazar. Portekiz Modernizminin öncülerinden biri olarak sanat dünyasında yerini alır. Huzursuzluğun Kitabı, Anarşist Banker gibi eserleri Türkçeye çevrildi.
“Öyle olsun bakalım! Küs değilim, kızgın değilim sana; baş eğmiştin bulantının sonuçlarına, sessiz sedasız, belleğinin bir gözünde saklı bireyi taşıyarak başlamıştın yeniden yaşamaya dünyamızda Pessoa gibi. Zorunlu bir yaşayıştı bu, tarihin yeniden akıl ötesine kilitlenmesinden doğan durumdur diyordun kapitalizmce dayatılan.” (Erbil, 2020: 51)
postal: Konçlu ve kaba ayakkabı.
“Ayağında yüksek ökçeli, palet tabanlı postallar. Yumru yumru, tok kasları hemen göze çarpıyor gövdenin.” (Erbil, 2020: 60)
Pythia: Eski Apollo Tapınağı’nda kâhin olarak görev almış kişi.
“Başka bir kolun Karaim’lerin, inmelerini Balkanlar’a ve binlerce yıl önce onlardan biri olan “Pita” ki yaşarmış tuzsuz ekmeksiz Delfi Tapınağı’nda topraktan çıkan kokuları ve gazları koklayıp, acımasız geleceğini yüzlerine sayarak insanların, asıl adı “Pythia” olan, o ninenin dalından iki bin yıl sonra bu eve inen Yezdan Hanım’ın, kocasının hamile bıraktığı kızını nasıl intihara sürüklediğinin inanılmaz hikâyesini anıp konuşmaya başladın boş zamanlarında hayatından bıkmış koltuklar, baş eğmiş kapılar, baygın düşmüş eşikler ve isyana hazırlanan kitaplarla birlikte; boş zamanın da o kadar çok ki, düşüncelerin bir ortaçağ salgını gibi ürkütüyorken seni, geçemedin bu monologdan yemek odasındaki çocuk takımı, hasır yemek masası, bir oturak, cüce bir yatak ve taburelere ait canlandırmalarla…” (Erbil, 2020: 38)
rayiha: Güzel, hoş koku.
“Azıcık tarçınlı, zencefilli, bergamut karışımlı çok hoş bir rayiha yayılıydı bu eve.” (Erbil, 2020: viii)
rençber: Çiftçi, ırgat.
“Sokmazdı evine yakınımızdaki tarlada rençperlik eden Hatice abla’dan, oğlu Yıldırım’dan bir de benden başka kimseyi.” (Erbil, 2020: vii)
Rene Clair: 20. Yüzyılda yaşamış film yönetmeni. Sessiz film çağında yönettiği filmler ve filmlerine eklediği mizah ve bazı fantastik öğeler film dünyasında önemli bir yere sahiptir. Başlıca senaryo ve filmleri Perde Arası, Paris Damları Altında, Hileli Aşk gibi eserleridir.
“Sis yerinden kalktı; topraktan göğe doğru aykırı aykırı uçuşan siklamen rengi kar parçacıklarıyla havalandı, sardı rüzgarla ortalığı yoğunca ıhlamur çiçeği kokusu mis gibi; bu koku her yıl bu aylarda karşı bayırdaki Zeki Beylerin bahçesinden çıkar, malların bol bol çevreye saçtığı mayısları bastırır dört gün dört gece bütün köyü kaplardı. Yerde, toprak yolda gölgeler ancak Rene Clair’in serpebileceği…” (Erbil, 2020: 60)
sahih: Olması gerektiği gibi, doğru, sahi.
“Göz göze durduk bahçe kapısının önünde, şüphelenmişti birden benden; gözüme sahih konuşan insanların perdesini indiriverdim ve “Yazdıklarınızı düzenleyemedim henüz ama öyle karışık okuduklarımdan bile ne denli üstün bir yazın adamı olduğunuz anlaşılıyor nasıl yakarım onları?” dedim.” (Erbil, 2020: xiv)
salt: Bütünü kendi öğesinden olan, arı. / palas pandıras: Hazırlanmaya olanak bulamadan, yaka paça.
“Ağabeyinin evleneceği aileye ziyafet vermeden önce palas pandıras koşuşunu: “Zengin evine içgüveysi gidiyor, yüzü yerde kalmasın!” deyip duruşunu, ağabeyinin sesinin çıkmayışını (susardı ve okudu sürekli o zamanlar eline geçen her şeyi, bilmezdi hiç karşı gelmeyi büyüklerine bilirdi salt Kuran’da yazıldığı gibi itaat etmeyi), onun çıkmayışı sesinin, postuna kurulmuş babanın değişmez aldırışsızlığı geçiyor gözlerinin önünden kervansaraylarla birlikte şimdi.” (Erbil, 2020: 26)
sedef: Sedefçilikte kullanılan, midye, istiridye gibi deniz hayvanlarında bulunan parlak, sert madde.
“Çünkü, ettiklerinde telefon anlattılar gelecek olanın nasıl sürüklediğini fotoğraf sanatını ve röportajı sedefli dal uçlarından ayrıca savaş muhabirliği boyunca almışmış dediler ödüller…” (Erbil, 2020: 1)
semavi: Göksel, din ile alakalı olarak gökten gelen, İlahi güçten gelen. / sevdai: Sevgiden gelen.
“Şişenin dibinde biriken tortuluğuna, koroner yetmezliğine, merhametten doğmuş olan çifte semavi ve sevdai nedenlerle sürekli kalp sancısı çekenlere önerilen bu “Kalp Şarabı”nı da denedin uzunca bir süre.” (Erbil, 2020: 23)
sicim: Keten, kenevir gibi bitkilerin liflerinden yapılan, bir şeyi bağlamak, sarmak, tutturmak gibi işlerde kullanılan ince ip.
“Kimi zor kavşaklarda kuyruğumu sicim gibi fışkınlara sarıp geriyordum bedenimi. Böylece inişim de çıkışım kadar kolaylaştığında, ruhsal fiziksel ve zihinsel enerji uyumunu sağladığında istencim ağzımdaki cimanın kenarından “atisssket atasssket” nağmesiyle ıslık çalmaya başladım.” (Erbil, 2020: 81)
siklamen: Kırmızımsı eflatun renk ve o renge sahip olan bir bitki.
“Sis yerinden kalktı; topraktan göğe doğru aykırı aykırı uçuşan siklamen rengi kar parçacıklarıyla havalandı, sardı rüzgârla ortalığı yoğunca ıhlamur çiçeği kokusu mis gibi; bu koku her yıl bu aylarda karşı bayırdaki Zeki Beylerin bahçesinden çıkar, malların bol bol çevreye saçtığı mayısları bastırır dört gün dört gece bütün köyü kaplardı. Yerde, toprak yolda gölgeler ancak Rene Clair’in serpebileceği…” (Erbil, 2020: 60)
snop: Kendi görünüşünü seçkin çevrelere yönelik gösteren, o kesime hayranlık duyan ve onlar gibi olmaya özenen birey, züppe.
“Snop sayılmazdı ama sizin kuşkularınızı doyurmaya da hiç yanaşmazdı.” (Erbil, 2020: xi)
söbe: Biçimi yumurtaya benzeyen, oval. / bilye: Çocukların oyun oynamak için kullandığı, taş, maden, cam, plastik gibi şeylerden yapılmış küçük yuvarlak nesne, misket, cilli. / savsak: İşi gelişigüzel yapan ya da önemsemeyen kimse.
“Aşağılara baktığımda görünmez olduğunu algıladım samansı yorgun toprağın, Menipo ağacın dibinde söbe bir aylayla kendi çevresinde dönen bir topaçtı, asılmaktaydı kamerasına ve geliyordu sesi savsak bilyelerle: “Yeter, ne oldu orada son şansımız,,, seni göremez oldum!.. Kamaştı gözlerim; hiçbir şey göremiyorum, dur arcık! Ayna gibi parıldıyor orası! Dön, geri dön, dön geri!.. Göremez oldum seni!.. Söz vermeler /yeminler / öpüşlerimiz…” (Erbil, 2020: 77)
sökün etmek: Birçok kişi veya birçok şey ardı ardına ve kesilmeden gelmesi.
“Karşıdaki kayalıklardan Hatçabla’run ahırının oradan, ayva ve sakız ağaçlarının kabarttığı tepeleri boynuz boynuz aydınlatarak doğan ilk aylar, buğulu yarım aylar, bulutların dişlerine takıp sürüklediği şişko şen dolunaylar, kaç yıl seyrettin copları robokopları kurtlarıyla parçalanan insanları Kaban’la birlikte, kaç ılık lodos, poyraz ve karayel, kaç kestanekarası ıssızca sürdü geçti üzerinden, kar selleri, zerrinleri ve mimozalarıyla sökün eden kaç bahar…” (Erbil, 2020: 37)
staccato: İtalyanca kesik kesik anlamındadır. Bir notanın süresini kısaltma amacıyla kullanılır. Müziğin ölçüsü staccato dâhil olduğunda kısa süreliğine değişebilir.
“…öte yanda her an tazelenen ateşiyle saydam bir nargileydi durmadan fokurdayan unutuluş, kaybolma istenci ve hiçlik, vibrato ve vivace: ya uymak ya yok olmak! Staccato-Staccato…” (Erbil, 2020: 22)
şer: Kötü eylem, kötülük, dince kötü olan iş.
“Kısa bacaklı hasır koltuk elbette onundur. Annesinin (Yezdan’ın) şerrinden kurtardığı için cüce damatla öyle mutlu göründüğünü düşünecektin Sebiyye’nin ama belleğin kırbacı bir anda sel gibi boşaltıyordu önüne aileden kalma o kumkuma sözcükleri; “Cüce! Cüce ama sen bakma, ne cüceydi o! Ne cüce! Ters giydirir pabucu şeytana!” (Erbil, 2020: 43)
şoson: Kumaş veya ince deriden, çoğunlukla düz topuklu, ayağı bütünüyle saran ayakkabı.
“…annenin tüm özenli giysilerini, şosonlarını, şallarını ve kürkünü, elsiz eldivenlerini; durup dururken yatağından “El öpenleriniz çok olsun yavrum!” diye uzattığı her gün yüzlerce olmayan insana öptürdüğü yüzlerce ellerini; ama o gene ıslak çamurlu şalvarı, ekose peştamalı ve üzerinden eksik etmediği kaba yün kazağıyla çalışır dururdu bostanda mutlu, kavrulmuş el ayaları, düğüm düğüm parmaklarıyla.” (Erbil, 2020: 47)
taife: Grup hâlindeki insan topluluğu, bölük, fırka, takım, cemâat.
“Ya doğru çıkarsa? Ya büsbütün yok olup karışırsan “hiçlik” taifesine?” (Erbil, 2020: 22)
telef: Yok etme, boş yere harcama. / nirengi: Belli sayıda noktaların konumunu doğruluk ile tespit edebilmek için, bu noktaları tepe kabul edip bulundukları bölgeleri üçgenlere bölme işlemi. / plankote: Projelere alt taban yaratmak için, arazinin coğrafi durum bilgilerini kullanarak meydana gelen kotlu, ölçekli kroki.
“Bir günlüğüne de olsa etmekle telef bu sömürgeci çalışkan ve inatçı kaltabanları, hazırlandın konuğuna beş beşlik her ne kadar ölü izler kuru bir kahverengi yeşille krokiler, nirengi noktaları ve plan kotelerle akmaktaysa da duvarlarından aşağı…” (Erbil, 2020: 2)
telek: Kuşların gövde, kanat kuyruklarında bulunan, örtü uçma ve kuyruk telekleri olarak üçe ayrılan, türlü renklerde ve kalın eksenli tüy. / deklanşör: Fotoğraf makinesinde, fotoğraf çekilirken basılınca objektifin açılmasını sağlayan düğme. / Guillaume Tell’in elması: Germen folklorundaki efsanede motif olarak ortaya çıkan bir yay ile nişan becerisi.
“Türkiye’nin esir pazarlarına nasıl sığındıklarını bizim bahçeye bir başka öyküde hafif suluboyalı telek uçları engine lavanta rengi yakarışlarla nasıl çakıldıklarını) ve buldum bu sözlerde hayatımın hakiki cilvesini sevgili okurlarım tam neydi karşılığı çıkaramasam da ruha, hiçliğe, aynaya, bulantıya, istence ait püf noktasının orada yattığını son şansımız, son şansımız bilmemle ve saplanmasıyla sözcüklerin kan kırmızı (alourges purpura), Guillaume Tell’in elmasına beynimin, uzun eteklerimin ayaklarıma dolanacağına falan aldırmadan, yukarılara doğru attım kendimi artık bir ağaç yüzücüsü gibi baltayla haçtan stilize edilmiş desenli derisiyle ve yavru maymun neşesiyle, kadınruh-gövde titreşimiyle o daldan bu budağa sıçrayıp hoplayarak o çubuktan bu fışkına işittikçe deklanşörün trik trik’lerini döne döne uçuyordum bir doruktan öteki doruğa!..”(Erbil, 2020: 77)
telkari: Gümüş veya altından örülmüş el işi.
“Her şeyi, her şeyi şuradan bakarsan kısa buradan bakarsan uzun algılamaktasın ama asıl boyutlar zihninde saklı ve eline yıllardır kullanmadığın telkâri bir ağızlık almış takmışın ucuna sigarasını gençliğinin Camel; görür görmez gazete sanatçısını aldırışsız bir tavırla yakılacak sıkılacak eli; ahh,,, bu ilk tanışmalar, buluşmalar, konuşmalar, dili yapıştırır damağa ilk gençlik röportajcısı “Alâaddin Abi” den beri bu arkalarında bir yabancı güç taşıyan karınca adamlar ve kadınlar heyecanla bayıltır seni…” (Erbil, 2020: 3)
tensikat: Düzenlemeler.
“Oysa! Bu hayatı paylaşmayalı nasıl da değişmiş her şey; değil hiçbir şeyi yerli yerinde arkadaşın ya zaten çoktan o gazeteden çıkmış, “tensikata” uğramış, yerine “terk etmeyip seven” biri atanmış ya da ben seni en yakın zamanda ararım diye anlatan biri var karşında ya da bacak kadar bir muhabire bağlayarak telefonu başından savıp kapatıyor ahizeyi eski dostun!” (Erbil, 2020: 34)
tirşe: Yeşille mavi arası renk. / safiyet: Saflık, temizlik. / onulmaz: İyi olmaz, iyileşmez.
“…gecemi aydınlatan tirşe gözyaşlarımı ya tutamazsam derken, durdu cüce duvar saatinin önünde: – Hahh! Bak bu saat olur işte, çok yüksekte değil ama, deneyeceğiz! dedi tüm yaşamını başarısız da olsa işine adamış sevimli adamların onulmaz safiyetiyle ki bende uyandırır delice bir sevecenlik o hastalık…” (Erbil, 2020: 67)
Übermensch: Friedrich Nietzsche’nin felsefesinde yer alan ve onun tarafından felsefeye kazandırılmış bir kavramdır. Üstinsan felsefesini, özellikle Böyle Buyurdu Zerdüşt isimli eserinde tanımladı.
“Kaban’ın ölümünden sonra ne ona ne takvime baktın; bir tek işte şu duvar saatinin her tam saatlerde en yüksek perdeden çıkan sesiyle silkinerek yaşıyordun iki kalbinle birlikte tek başına artık şu at hırsızı dedelerinden kalma ve Pisa Kulesi’ni andırsa da hiçbir yıkılma belirtisi göstermeyen bu hımış evde onların duacısı olarak, üne de, paraya da dünya nimetlerinin tümüne de sırt çevirmiş, çevirdiği sırtında ise sözüm ona “übermensch” kazılı arması uzaktan okunabilen bir kaplumbağa gibi sürüklenip giderken otların arasında geldi o telefon işte:
Dünya çapında savaş muhabiri röportaj ve fotoğraf sanatçısı… Sanki bunca çileyi bu telefonu beklemek adına çekmişin, hemen buyur ettin!” (Erbil, 2020: 58)
“Yağız atlar kişnedi meşin kırbaç şakladı…”: F. Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinden bir alıntı. (Erbil, 2020: 43)
yeis: Umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü.
“Zaman zaman kederli, derin yeislere kapılmış bulurdum onu, zaman zaman neşeyle taşmış kırıp geçirirdi gülmekten insanı.” (Erbil, 2020: viii)
Yusuf Erişti: 1991’de gözaltına alınan, işkence edilen ve “kaybedilen” devrimci.
“Emniyet yetkilileri, Yusuf Erişti’nin gözaltına alınmadığını savundu. Erişti’nin şubede öldürülmüş olabileceğine tanık yapan M. Ali Çelik, tutuklu bulunduğu Sağmalcılar Cezaevi’nde öldürüldü.” (Erbil, 2020: 29)
zenime: Bir kavme ait olmayan, soysuz.
“Zenime’ydi adı. Kendisi evden çıkmazdı pek. Bana gelmeyi de hiç kabul etmedi. Sürekli iç savaştan söz ederdi. Konuşurdu: ‘İç savaş çıkarmaya uğraşıyorlar, bölmeye uğraşıyorlar Cumhuriyet’i!..’” (Erbil, 2020: xvi)
zernigar: Altın ile işlenmiş, yaldızlı. / golgotha: İncil’deki anlatıma göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği tepe.
“Sonra aynaya koşmaların! O ıssız loşluğa! Karşında yatay dikdörtgen biçiminde zernigar golgothasında gerili dura; oradaki “tanrı ana -MA!”” (Erbil, 2020: 27)
zerrin: Bir çeşit çiçek, fulya, altından yapılmış, sarı.
“Karşıdaki kayalıklardan Hatçabla’run ahırının oradan, ayva ve sakız ağaçlarının kabarttığı tepeleri boynuz boynuz aydınlatarak doğan ilk aylar, buğulu yarım aylar, bulutların dişlerine takıp sürüklediği şişko şen dolunaylar, kaç yıl seyrettin copları robokopları kurtlarıyla parçalanan insanları Kaban’la birlikte, kaç ılık lodos, poyraz ve karayel, kaç kestanekarası ıssızca sürdü geçti üzerinden, kar selleri, zerrinleri ve mimozalarıyla sökün eden kaç bahar…” (Erbil, 2020: 37)
KAYNAKÇA
A Tisket A Tasket : Melodik Hikayeler. (n.d.). The Swing Post. 10 Mart 2022’de https://www.theswingpost.com/melodik-hikayeler-a-tisket-a-tasket/’den alındı.
Ella Fitzgerald. (2022). Wikipedia. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://en.wikipedia.org/wiki/Ella_Fitzgerald’den alındı.
Fernando Pessoa. (2021). Wikipedia. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://tr.wikipedia.org/wiki/Fernando_Pessoa’den alındı.
Fresk bir eser. (2022). Duvardaki Sanat. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://duvardakisanat.com/blog/fresk-sanati/’den alındı.
Frida Kahlo. (2021). Yaralı Geyik. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://www.tesadernegi.org/frida-kahloyu-anlamak.html ‘dan alındı.
Gazi Olayları. (2020). Milliyet. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://www.milliyet.com.tr/gundem/gazi-mahallesinde-karanlik-eller-6164712’den alındı.
Güncel Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu. Erişim 1 Kasım 2021. https://sozluk.gov.tr
Kubbealtı Lügati Sözlük. Erişim 1 Kasım 2021. http://lugatim.com
Medya, O. (n.d.). Kurucumuz Necip Akar: Kurumsal: Gripin i̇laç A.Ş. Kurucumuz Necip Akar | Kurumsal |Gripin İlaç A.Ş. 10 Mart 2022’de http://www.gripin.com/tr/KURUMSAL/Kurucumuz-Necip-Akar.html’den alındı.
Pişkin, S. (2020). Las Meninas. Bir Sanat Bir Kitap. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://birsanatbirkitap.com/art/art-history/diego-velazquez-and-las-meninas/’den alındı.
Radyolin Diş Macunu. (2022). Koleksiyon Evi. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://www.koleksiyonevi.net/urun/1882317/radyolin-dis-macunu-orijinal-kutusunda-4-x-16-cm’den alındı.
Osmanlıca Türkçe Sözlük. (2020). Osmanlıca Türkçe Sözlük. Erişim 1 Kasım 2021. https://osmanlica.ihya.org/
Oxford University Press. (2021). Oxford Languages and Google. Erişim 1 Kasım 2021. https://languages.oup.com/google-dictionary-tr/
Salvador Dali. (2021). Wikipedia. fotoğraf. 10 Mart 2022’de https://tr.wikipedia.org/wiki/Salvador_Dal%C3%AD’den alındı.
Türkçe Ne Demek? – Türkçe Kelime Anlamları. (2020). Türkçe Ne Demek. Erişim 25 Kasım 2021. https://turkcenedemek.com/
Wikipedia Özgür Ansiklopedi. Erişim 1 Kasım 2021. https://www.wikipedia.org/