Yalız: Düz ve parlak.

“… yalız yüzlü iri çakılları çukurlara doldurup gömüyorlar, üstünü örttükten sonra yeniden açıyorlardı.”  (123) 

Tansımak: Alay etmek.

“… erik kütürü yeşili her an yeniden tansıyarak yüzüyorlardı.” (124)

Ağnamak: Debelenmek, yatıp yuvarlanmak.

“… o başlığın ardından gelen düzenli bilgilerin kanla deniz suyu arasında bulunduğunu gösterdikleri benzerlik ağnamaktaydı tembel tembel.” (125)

Yıldıramak: Parıldamak.

“… fundalığın içinden gelen bir hışırtıyla irkildi, yıldıradı şöyle bir.” (126)

Yansılamak: Birinin söylediklerini, yaptıklarını alay ederek tekrarlamak.

“Uzun boylusu onu yansılardı: Heye! Heye!” (126) 

Sakıntı: Sıkıntıya yol açabilecek durumlara karşı alınan önlem, ihtiyat.

“O ilk karaya çıkan yaratığın bütün sakıntısını duymağa çalışıyorlardı.” (126)

Balkımak: Parlamak, parıldamak.

“… pençelerin yukarısında pullar ıslak ıslak balkıyordu…” (127)