gaflet: Aymazlık.
“Salt kendileri insan sanki, halktan hiç çekinmiyorlar. Bu, gaflettir.” (Füruzan, 2020: 461)
Gazi Terbiye: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatı ile 1926 yılında temelleri atılan, “Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” adıyla açılan okul. İsmi 1929 yılında “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olarak değiştirilmiş, 1976 yılında “Gazi Eğitim Enstitüsü” adını almış, 1982 yılında da “Gazi Üniversitesi” kimliğine kavuşmuştur.
“… gençmiş, Gazi Terbiye çıkışlıymış. E… n’olacak, ne fark eder…” (Füruzan, 2020: 87)
Geçen Yıl Marienbad’da: Fransız yönetmen Alain Resnais’in 1961 yapımı filmi. Film, büyük bir barok şatoda geçer; şato, altın ve mermer süslemeli sonsuz koridorları, zengin desenli tavanları, heykelleri ve sessiz hizmetçileri ile terk edilmiş gibidir. Bu garip otelin misafirleri, tuhaf bir kadercilik içinde sürüklenirken, konfor ve tatminsizlik arasında gidip gelen bir ritüeli sürdürür. Hapishaneyi andıran bu lüks otelin misafirleri sanki hipnoz edilmiştir. Italyan aksanlı bir adam, labirentlerden oluşan şatoda yolunu kaybetmiş gibi dolanır, önceki yıl tanıştığını iddia ettiği bir kadının peşinde, onunla konuşmak için uğraşır. Fakat kadın bu tanışmayı hatırlamamakta ya da hatırlamak istememektedir.
“‘Geçen Yıl Marienbad’da’nın atmosferindeyim. Bir film değil o benim için, gördüğümde çıldırırdım.” (Füruzan, 2020: 434)
geçenek: Koridor.
“Şimdi geçeneği çıkıp çağıramam. Öteki dairelerin nasıl dikkatle beni izlediğini bilmez değilim. Sanki kokumu alıyorlar havada. Sabah ilk zil sesiyle hemen fırlarım. Seslere olan duyarlığım işkencelerden sonra en uç noktaya vardı” (Füruzan, 2019: 8)
gedek: Manda yavrusu, kışın doğan kuzu, çoluk çocuk.
“Kış ağzıydı. Taze gelinim konuşmaz olmuştu, oğlumsa gülüşmez, sövüşmez. Sorardım, gelin; “Terekeden indirecek hamur yok,” derdi. Oğul “Gedeklerin kaburgası kaburgasına çarpar, koç katımına salacak kuzu anası yok,” derdi. Kiraz kız eteğimin ucunda dinlerdi, anasının babasının demelerini. Öteki körpe canlarsa ölü gözü yanan ocak ağzında küflü hamur kemirirlerdi. Tam on dört başız. Ben kocamışım ya beter ağzım kocamamış. Yerim içerim. Açlığım yatışmaz. Başım eğerim, çare bulamam. Ölmem. Bir tutum edip, on gün pınar suyuyla doyayım dedim. Vay kurban vay…” (Füruzan, 2019: 32)
gemi azıya almak: Söz dinlemez olmak.
“Hoyratlığın gemi azıya aldığı bir dalaşmadaydı o ölümün gerçekleşmesi.” (Füruzan, 2020: 347)
Georges Rouault: Tam adı Georges Henri Rouault olan, 27 Mayıs 1871’de Paris’te doğan Fransız ekspresyonist ressam, baskı resim ve seramik sanatçısıdır. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimi görmüş ve hocası Gustave Moreau’nun etkisinde kalarak Orta Çağ sanatına ilgi duymuştur.
“‘O ikonlar ki’ der ‘eşsiz Rouault’nun sanatında etkisi açıktır.’” (Füruzan, 2020: 172)
Gerard Philipe: 4 Aralık 1922 Cannes doğumlu, dünyaca ünlü Fransız aktör. Paris Konservatuarı’nda drama okumuştur. Onlarca tiyatro oyunu ve sinema filminde yer almıştır. Albert Camus’nun yazdığı Caligula oyunundaki performansı ile üne kavuşmuştur. 25 Kasım 1959’da karaciğer kanserinden hayatını kaybetmiştir.
“‘Gerard Philipe Caligula’yı oynarken’ diye belirtmiş Atakan altına.” (Füruzan, 2020: 195)
Giacometti: 1901 doğumlu İsviçreli heykeltıraş ve ressam. Heykellerinde çoğunlukla zayıf ve yalnız figürlere yer vermiştir. İlk eğitimini Cenevre Güzel Sanatlar okulunda almıştır. 1922 yılında heykeltraş Antoine Bourdelle’in derslerine katılmak üzere Paris’e taşındı. Burada, kübizm ve sürrealizmi iyi kavramış önde gelen heykeltıraşlardan biri olarak görülmeye başlandı. Joan Miró, Max Ernst, Picasso gibi sanatçılarla tanıştı. 1962’de Venedik Bienali’nde Heykel dalında Büyük ödülü aldı ve dünya çapında ün kazandı. Daha sonraki yıllarda eserleri bir dizi büyük Avrupa galerilerinde sergilendi. Ardından 1965 yılında başta Museum of Modern Art New York olmak üzere Amerika’daki sergilerini sürdürdü.Sanatçının eserlerini bir akıma sığdırmanın çok zor olduğu bilinmektedir. Ekspresyonist tavırlı bir sürrealist aynı zamanda bir kübist olarak tanımlanmıştır. Giacometti’nin tüm işlerine oranla resimleri sadece küçük bir bölüm oluşturmaktadır. Geç dönemine ait olan tek renkli tablolarını hiçbir sanat tarzına atıfta bulunmadan üretmeye özen gösterdi.
“Giacometti bir orijinal olansa Ermitage’ı da görmenin, gezmenin Ortodoks ikonları için gerektiğini.” (Füruzan, 2020: 172)
Gima: Türkiye’deki ilk ulusal süpermarket zinciri. Sonrasında CarrefourSA tarafından satın alınmıştır.
“1970 yılında, Ankara’da babasıyla birlikte yürüyorlardı. Akşamın gece kol verdiği bir saatti. Gima’nın oradaki insanların itiş kakış gidiş gelişine bakıyor Emine.” (Füruzan, 2020: 51)
goblen: Kanaviçe veya telleri sayılabilecek türde kumaş üzerine renkli iplikle yapılan özel bir işleme.
“İlk telefonlara benzetilmiş, incecik almaçlı, üstü mineli yel değirmeni deseniyle süslü goblen kaplamalıydı telefon.” (Füruzan, 2020: 205)
göğermek: Yeşermek.
“Karlar erimede toprak ışıyıp göğermede imiş.” (Füruzan, 2020: 31)
güfte: Müzik eserlerinin yazılı metni, söz.
“Ah o güfteler, ah o besteler! Bambaşkaydı…” (Füruzan, 2020: 507)
gün atmak: Güneşin doğması.
“Kimsesizdi sokaklar. Gün atmamıştı.” (Füruzan, 2020: 167)
gürbüz: Sağlam, güçlü ve iyi gelişmiş.
“Gürbüz bir kızmış, güzelmiş de.” (Füruzan, 2020: 334)
Hafız Burhan: Asıl adı Burhaneddin olup soyadı kanunundan sonra Sesyılmaz soyadını aldı. Bunun dışında “Beşiktaşlı Burhan” ve “Müzikalı Burhan” olarak da bilinir. Küçük yaşlarda sesinin güzelliğiyle dikkat çekti ve daha hıfzını tamamlamadan mukabele, mevlid, mersiye okumaya, zâkirlik ve müezzinlik yapmaya başladı. 1918 yılında hanende olarak Mızıka-i Hümayun’a (Türkçesi Devlet Askeri Bandosu) alındı; ancak bir süre sonra kendi isteğiyle buradaki görevinden ayrıldı. Zamanla dinî ve din dışı musiki mahfillerinin aranan ismi oldu. Hâfız Burhan’ın doldurduğu plaklar halk arasında büyük ilgi gördü. İstanbul Radyosu’nun ilk kuruluşunda ve Dârütta’lîm-i Musiki (Türkçesi müzik okulu) kadrosunda yer aldı. Çoğu Atina’da olmak üzere yurt dışında konserler verdi. İstanbul’da çeşitli fasıl topluluklarında hanendelik yapmasının ardından bu faaliyetini kendi adına kurduğu zamanın meşhur hanendelerinden oluşan bir grupla devam ettirdi. Hâfiz Burhan ayrıca türkü, şarkı, ninni, kanto, tango, operet, marş türlerinde pek çok eseri plağa okudu. Abdülhak Hâmid’in Târık adlı piyesinde yer alan “Her yer karanlık pür nûr o mevki” mısrası ile başlayan ve halk arasında Makber adıyla anılan mersiyesi, Hâfız Burhan’ın icrasıyla oldukça tutuldu ve sonrasında yetişen sanatçılar da eseri onun gibi icra etmeye çabaladılar. Bazı filmlerin müziğini hazırlayan Hâfız Burhan ayrıca birkaç şarkı bestelemiştir. Bunlar arasında uşşak makamındaki, “Hasta kalbimde açılmış ebedî bir yarasın” mısraı ile başlayan şarkısı ile nevâ makamında ve gazel tarzındaki “Yeni ninni”si (mihnet-i dünyâ) en bilinenleridir.
“Yandan kurmalı gramofonunda Hafız Burhan’ın plağı dönmeye başlıyordu.” (Füruzan, 2020: 507)
Hafız Burhan, Aşkın Gözyaşları (Kalan Müzik)
Halk Partisi: Halk Partisi (HP) ya da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 20 Aralık 1989’da Selahattin Bingöl liderliğinde Ankara‘da kurulan Türk siyasi partisi. Kurulduğu 20 Aralık 1989’dan 13 Temmuz 1990’a kadar Halk Partisi adıyla tüzel kişiliğini sürdürdü. Partinin kurucular kurulu 13 Temmuz 1990’da toplandı ve orada alınan kararla partinin adı “Cumhuriyet Halk Partisi” olarak değiştirildi.
“Kaç yıldır burdayız Selahattin, diyordu. Sanırım Emine ortayı bitirmeden Ankara’ya naklimiz gelecektir. O zaman bankadaki birikmiş birkaç kuruşla Akaretler’deki evin kirasını da denkleştirirsek senin okuma süreni kolaylıkla atlatırız. Sühendan ablan da bu masrafa ortak olur sanıyorum. Biliyorsun kocası Halk Partisinin önde gelenlerinden. Sarıkamış’ta Enver Paşa’nın safderunluğuna kurban giden kardeşlerinizin öcünü alıyormuş Sühendan ablan aklı sıra. Ne ilgisi var Cumhuriyet Halk Partisiyle Enver Paşa’nın.” (Füruzan, 2019: 62)
Halkevi: Halkı eğitip millî birliğe ve ülküye yöneltmek amacıyla açılan kuruluş.
“İşte, ana kız ne haliniz varsa görün. Halkevlerini düşmanca yok eden, biz halktan yanayız diye ezanı Arapça okutup, milletimizi gericilerin kucağına atan o topluluğun önünde dans etmek. Allah kahretsin, beni rezil etmeniz yetmiyormuş gibi aynı adamla iki kere dansa kalkmak, böyle bir densizliğe ne diyelim bilmem.” (Füruzan, 2019: 38)
Hamidiye Marşı: 2. Abdülhamit iktidara geldiğinde kendisi için yazılan marşlardan bir tanesidir. Sarayın orkestra şefi Ahmet Necip Paşa tarafından bestelenmiştir. Osmanlının güftesi olan ilk marşıdır.
“Şimdi sana Hamidiye marşını çalacağım.” (Füruzan, 2020: 507)
handiyse: Yakın zamanda, hemen hemen.
“Bak handiyse gün atacak. Seni ne de çok seviyorum.” (Füruzan, 2020: 469)
Havuz Yavuz Davası: Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanının mahkûm edildiği ilk davadır. Bahriye (Denizcilik) Bakanı İhsan Bey, Yavuz zırhlısının tamirinde yetkin olmayan bir şirkete ayrıcalık tanıdığı ve bu şirketten komisyon aldığı iddiasıyla Yüce Divan tarafından yargılanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerden kaçan iki zırhlıdan biri Goeben, ismi Yavuz olarak değiştirilerek Osmanlı tarafından alınmıştı. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu zırhlı tamir ettirilerek donanmaya yeniden kazandırılmak istenmiştir. Yavuz zırhlısının tamiri için İzmit’te bir havuz kurulmuş, havuz gerektiği bir şekilde doldurulmadığı için Yavuz zırhlısı da havuz da zarar görmüştür. Davanın sonucunda İhsan Bey görevi kötüye kullanmaktan ve rüşvet alma girişiminden iki sene ağır hapis cezasına çarptırılmış ve iki sene memuriyetten men edilmiştir.
“Türkiye’de neler olmuş biz doğuncaya kadar. Neler neler geçmiş. (…) 1927: Havuz-Yavuz davası. 1928: Harf İnkılabı. (…)” (Füruzan, 2020: 301)
Henry Moore: İngiliz heykeltıraş. Taş ve tunçtan yaptığı soyut ama organik biçimli yapıtlarıyla, 20. yüzyılın önde gelen sanatçılarından biri olmuştur. Tam adı Henry Spencer Moore’dur. On bir yaşında Michelangelo Buonarroti‘nun başarılarını duyduktan sonra heykeltıraş olmaya karar verdi.Kullandığı şekiller genellikle insan figürünün soyutlamasıdır ve çalışmalarında özellikle anne ile çocuk ve yaslanmış figürler kullanmıştır. Moore’un eserleri -1950’lerde aileleri resmeden heykeller yaptığı dönem hariç- sıklıkla kadın vücudunu işler. Şekilleri deliklidir ya da boş hacimler içerir. Birçok yorumcu yaslanmış figürlerinin dalgalı şekillerini doğum yeri olan Yorkshire’ın tepelerine benzetir.
“Vinci’den tutun da Henry Moore’daki boyut mekân ilişkisine değin çırpıştıracak lafları vardır.” (Füruzan, 2020: 172)
Ho Chi Minh: 19 Mayıs 1890 yılında Vietnam’da doğan ve sarayda Fransızlar için çalışan babanın oğludur. İlk başkaldırısını da o zaman yapmış onların sarayında onları eleştirmiş ve saraydan kovulmuştur. Onun için küçük yaşta unutulmayacak bir ders olan bu olay geleceğini şekillendirmiştir. Politika ile ilk tanışması 1919 – 1923 yılları arasında Fransa’da çalışırken sosyalist arkadaşlarıyla vakit geçirmesiyle başlamıştır. Ardından 1923 yılında Moskova’ya giderek Lenin öğretisini almıştır. Daha sonra 1924 yılında Güney Çin topraklarına geçmiştir. Oradaki genç Vietnamlıları eğitti ve bir araya getirmiştir. 1930 yılında bir araya getirdiği mülteci Vietnamlılar ile Hintçin Komünist Partisini kurmuştur. İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Japonlar Vietnam’ı işgal etti ve Japonlara karşı savaşmak için ülkesine dönmüştür. 10.000 kişiyi bulan askerleri ile bağımsızlık savaşını başlatmış ve bu harekâta Siyah Giyen Adamlar adını vermiştir. Savaştan sonra Japonlar yenilince Vietnam’da bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlığın ilan edilmesine rağmen Fransızlar ülkeden çekilmeyince Fransızlara karşı savaş devam etmiştir. Kuzey Vietnam’ın devlet başkanı olan Ho Chi Minh tüm Vietnam’ı Komünist çatı altında birleştirmeyi amaçlamıştır. Ancak ABD’nin desteğini alan Güney Vietnam bir süre direnmiş, başarılı olamamıştır. 1969 yılında hayatını kaybettikten sonra bile mücadele tarzı sürdürülmüş ve 1975’te Güney Vietnam’ın başkenti (şu anda Vietnam’ın en büyük şehri) Saygon şehrine onun adı verilmiştir.
“Ho Chi Minh’in bir Orta Asya bilgesi sabrını taşırken porselenimsi saydamlıkta uçucu bir gülüşü ayrı bir resimde.” (Füruzan, 2020: 194)
hücre: Tutukluların veya hükümlülerin yalnız olarak kapatıldıkları küçük oda.
“Hücrede öylesine ince bir aydınlık matematiği yapmışlardı ki gölgesini bile salamıyordu kişi bulunduğu yere. Birkaç gün, birkaç gece ya da işte bir gün diye saptamaların elinden yakasını kurtaramıyordu insan. Oysa dışardan gelen hiçbir ipucu yoktu. Birkaç gün geçti demekse zamanı daha da soyutlamaktan öteye gidemezdi.” (Füruzan, 2019, s.11)
ılgın ılgın: Belli belirsiz, çok hafif.
“Kiraz toparlanmış, içini ılgın ılgın alan çaresizlenmeyi itermişçe, kaldırıp indirmişti kollarını.” (Füruzan, 2020: 60)
içtepi: Bir işi yapmak, harekete geçmek için duyulan ve bireyin engelleyemeyeceği kadar güçlü istek.
“Ona sezdirmeden geceliğinin koluna sildi kanı. Annesinin içtepisiyle göstereceği ilgiyi istememişti.” (Füruzan, 2020: 57)
içtimai: Toplumsal.
“Sanmıyorum anne, “içtimai” dediğiniz şeyler insanların koyduğu yasalar değil mi? Bunların neden ve kimler çıkarma getirildiğini iyice düşünürsek İclâl öğretmen işi sizlerin çabuğa gönüllü yargınızı çürütecek karışık bir olay olarak çıkar karşımıza. Arkadaşlar topluluğunuzun ona duyduğu öfke yıllardır beni düşündürmüştür. Ama nedenlerini şimdi biliyorum. Siz de biliyor musunuz diyeydi sorup durmam.” (Füruzan, 2019: 197)
ihtilat: Tıpta karmaşıklık.
“En korkunç ‘ihtilat’lardan biriydi. Neyse ki ‘şükür, sağ salim atlatmıştı’ kızı hastalığı.” (Füruzan, 2020: 429)
ikircik: Kararsızlık, tereddüt.
“Aydın fikir yükleriyle dolu bir şeyler, soyut kavramları içeren bir soru bekleyerek o geceye değin taşımadığı bir sorumlulukla ‘Nasıl açıklayabilirim, iletebilirim?’ ikirciğiyle olanca dikkatini Kurban’a yöneltiyordu.” (Füruzan, 2020: 495)
iskarpin: Ökçeli, konçsuz ayakkabı.
“Hadi bakalım, bu ay paranı falan fazlaca tuttuk. Çünkü görüyorum ki bir çift iskarpine ihtiyacın var.” (Füruzan, 2020: 114)
işkence: Düşüncelerini öğrenmek amacıyla birine uygulanan eziyet.
“Şimdi geçeneği çıkıp çağıramam. Öteki dairelerin nasıl dikkatle beni izlediğini bilmez değilim. Sanki kokumu alıyorlar havada. Sabah ilk zil sesiyle hemen fırlarım. Seslere olan duyarlığım işkencelerden sonra en uç noktaya vardı. Oysa yatak odası nedense annemin salon saydığı dörde üç büyüklükteki oda, girişle odayı ayıran kapı, apartman geçeneğine açılan öteki kapı. Onları dış seslere karşı sıkıca örtmem yararsız. Uykularım sınırı belirsiz dalgınlıklar oldu. Bazı geceler koyulaşıyor ya vız geliyor. Yeter ki elektrikle sağlansın sesler. Tam bir çekimin içine giriyorum. Vücudumdaki onca yığılı elektriğin çekimi bu.” (Füruzan, 2019: 9)
İvecenlik:Acelecilik.
“Kubilay ivecenlikle söze başlamıştı.” (Füruzan, 2020: 17)
Joan Baez: 9 Ocak 1941 New York doğumlu Amerikan folk müziği sanatçısı ve aktivist. Şarkılarının çoğu sosyal konularla ilgilidir. 1961 yılından bu yana kariyerinde özgürlük ve insan hakları için yazılan şarkıların vazgeçilmez sesi olmuştur. Geleneksel baladlar, blues tınıları, ninniler, cowboy şarkıları ve etnik folk melodileri arasına sakladığı mesajlar Joan Baez’in izleyici kitlesini günden güne artırmasına yol açmıştır.Vietnam Savaşı’na karşı çıkanları destekleyerek ABD ve Kanada’da konuşma gezilerine çıktı, halkı askere alınmaya karşı direnişe çağırdı. “Şiddete Başvurmaktan Kaçınma Sanatını İnceleme Enstitüsü”nü kurdu. Çıktığı TV programlarında barışçı amaçlar doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalıştı. 1959 yılından beri 30’dan fazla albümü ve sayısız kırkbeşlik plak çıkardı. En çok yetmişlerdeki hit parçaları olan “Diamonds & Rust”,”The Night They Drove Old Dixie Down”,”We Shall Overcome”,”Sweet Sir Galahad” ve “Joe Hill” ile tanınır. Güney Asya’daki saldırgan tutumun azalışa geçmesi ile, dikkatini Augusto Pinochet‘in diktatörce baskısı altında inleyen Şili’ye çevirdi. Böylece, bu insanlara ithaf olarak İspanyolca albümünü çıkardı. Bu albümdeki “No Nos Moveran” (Biz Sürülmeyeceğiz) adlı şarkısı, İspanya’da Diktatör General Franco tarafından 40 yıldan fazla süre ile yasaklandı ve tüm kopyaları toplatıldı. Humanitas International İnsan Hakları Komitesi’ni kurdu ve 13 yıl boyunca da yöneticiliğinde kaldı.
“Joan Baez’den sonra Cemşit’in söylediği bir türkü dinlemiştik hani bir gece Emine, hatırlarsın değil mi?” (Füruzan, 2020: 360)
kabare: Çeşitli gösterilerin yapıldığı eğlence yeri.
“Batıdaki kabare türü yerlerin, müzikhollerin canlılığı, rengi bizde onunla başladı.” (Füruzan, 2020: 114)
kalemkâr: Tavan ve duvarlara kabartma gibi görünen resimler yapan sanatçı.
“Sümer’in kara saçları, İran kalemkârlarından alınma gözleri beliriyor.” (Füruzan, 2020: 205)
kapitone: İçi pamuk veya yün vatka ile doldurularak dikilmiş, döşemelik veya giyim eşyası yapımında kullanılan kumaştan yapılmış.
“Kapitone pembe sabahlığın biraz açılıvermesiyle gevşemiş bağrı beliriyor.” (Füruzan, 2020: 399)
kaput: Asker paltosu.
“Sonra çoğunluk fırtınalı olan gecenin içinden çıkıp gelmişçe başkalaşan Leylim nine, kaputunu açardı.” (Füruzan, 2020: 31)
katar: Taşıt dizisi.
“Üstelik artık annesi birinci mevki yataklı vagonda yolculuk ediyordu. Erzurum’un posta katarlarını anımsamaksa gittikçe güçtü.” (Füruzan, 2020: 74)
kavilleşmek: Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak.
“Sen ölün mü? Neydi kavilleşmemiz!” (Füruzan, 2020: 348)
kavlamak: Kabarıp dökülmek, soyulmak.
“Kanım kavlayıp dolanmıyor belli.” (Füruzan, 2020: 156)
kerrat cetveli: Çarpım tablosu
“Küçük oğlan bir yana, seninle yaşıt olanı kerrat cetvelini ezberleyene kadar sınıf bölmelere geçti.” (Füruzan, 2020: 390)
kesmik: Taş gibi olmuş toprak parçası.
“Anadolu bozkırlarında kesmikli toprakları tepen insanları da tanımayışın getirdiği kolaylığı taşıyordu o beyinler.” (Füruzan, 2020: 47)
kıran: Bir topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka neden, afet.
“Kars’ın düzünü özüme danışana cayamam ki demekten başkadır kıran giresice.” (Füruzan, 2020: 29)
kıvanma: Övünülecek bir olaydan dolayı sevinmek, iftihar etmek, memnun olmak.
“Sonra günlerden bir gün ya da bir gece gerçek bir insan sesi duymuştu, evet. Hem de türkü söyleyen bir ses. Çılgınca bir kıvanma almıştı içini. Yüreği artık hiçbir şeyle durulamaz sanmıştı. Ağlamaya başlamıştı. Gövdesini yeniden ediniyordu. Elektrik sonrasında ellerinde, kollarında, bağrında beliren ince mor pullanmaların hastalıklı dizileri kopup gidiyordu sanki. Ellerini de görmüştü. Onları yüzüne basıp mutlu denebilecek bir ağlama tutturmuştu. İnsan olmasını sağlayan her şeyine uzanıp zedeleyenler yok olmaya başlamışlardı. Ağlamamalıydı. Gözyaşı, ardından yumuşamayı getirirdi. Delirmeyle mutluluk arasında bir benzerlik buldu.” (Füruzan, 2019: 11)
kombinezon: Kadınların giydikleri kısa ve kolsuz iç çamaşırı.
“Artık patiska kombinezon mu kalmış, kendini yorduğuna değmez, benim jarselerimi, epriyen yerlerinden içeriye alıp sana da ablana da yapıveriyorum.” (Füruzan, 2020: 84)
konken: Bir tür iskambil oyunu.
“Başını kaldırıyor Seçil. Sarıya boyalı saçların maden parıltısı çakıyor odada. Emine’ye: Yüreğine iner kadının, diyor. Ankara’da yılın anası seçiyorlar biliyorsun. Anamız da derneğin seçicilerinden. Örnek bir kadın olmak zorunda. Öyle mi? Bilsen nasıl da beziğe, konkene merak sardı son yıllarda. Parayı nerden buluyor? Alayı bırak Emine.” (Füruzan, 2019: 126)
konsome: Et suyu ile kemiklerin birlikte kaynatılmasından ve yağının alınmasından sonraki durumu.
“Görüyorsun ben olmasam, eniştende gastrit başlangıcı var da, konsome falan yaptırmalı.” (Füruzan, 2020: 220)
kotan: Pulluk, büyük saban.
“Gün dönümünden sonra kotana çıkmasıyla bizim karnımız doymaz ya mal sahibine akar akar.” (Füruzan, 2020: 484)
koyak: Vadi.
“Düşe vardığımda ak tüylü koyunlar yayarım dağların koyaklarına.” (Füruzan, 2020: 36)
Krapp’ın Son Bandı: Nobel Edebiyat ödüllü şair, eleştirmen ve oyun yazarı Samuel Beckett tarafından yazılmış tek kişilik oyun. Oyunda Krapp bir masanın başında oturarak gençliğinde kaydettiği kendi ses kayıtlarını dinler ve ara sıra sahneyi içkisini yudumlamak üzere terk eder ve sahneye geri gelir. Şimdiki Krapp’a göre ses kayıtlarındaki genç aslında naif ve aptal bir yabancıdır. Şimdiki Krapp, genç Krapp’ın umudunu ve idealistliğini yerse de kendinin bu daha genç ve umutlu hâline kapılmaktan kendini alamaz.
“O yıllarda öğrenci şenliğinde Beckett’in Krapp’ın Son Bandı, bir de Brecht’in Kuralla Kural Dışı oynanmıştı. Bunların ayrımı öfkeli, acımasız tartışılıyordu, öğrenciler arasında.” (Füruzan, 2020: 74)
kudüm: Mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmış olan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuş usul vurma aracı.
“Dedesi ölürken ‘Bir kudüm ve ney üfleyen olaydı.’ demişti.” (Füruzan, 2020: 352)
kulunlamak: Kısrak veya eşek yavrulamak.
“Oysa Kurban, Haydar’ın küçüklüğünden, asker kaçağı babalarının çılgın sigara tutkusundan, eski gürbüz kulunlamış hayvanlarına değin açtığı konuşmasını taşkınlıkla sürdürüyordu.” (Füruzan, 2020: 495)
kunt: Ağır, kalın, dayanıklı ve sağlam.
“Yurdum için yeterince çok şey bilmediğimi anladım. Bilseydim kendimi daha kunt yapma hazırlığım olurdu.” (Füruzan, 2020: 99)
Kuralla Kural Dışı: Bertolt Brecht’e ait bir öğreti oyunudur. Geleneksel bir Çin oyununa dayanan metinde Çang ailesinin öyküsü anlatılır. Brecht bu oyunun özellikle profesyonel olmayan topluluklar tarafından sahnelenmesini tavsiye etmiştir.
Oyun şu şiirle açılıyor: “Biraz sonra size/Bir yolculuğun öyküsünü anlatacağız. Bu yolculuk/ Bir sömürücü ve bir sömürülen tarafından yapılacak./ Bu insanların davranışlarını iyi inceleyin:/ Bu davranışları yabancı bulmasanız da yadırgatıcı bulun./ Alışılmış bulsanız da açıklanamaz,/ Kuralına uygun bulsanız da anlaşılmaz bulun./ Düzenlenmiş bir düzensizliğin, planlı bir bencilliğin hüküm sürdüğü/ İnsanlıktan çıkmış insanların yasadışı bir dönemde/ Hiçbir şey doğal olamaz. /Ancak, o zaman her şeyin değiştirilebilir olduğu anlaşılacaktır.”
“O yıllarda öğrenci şenliğinde Beckett’in Krapp’ın Son Bandı, bir de Brecht’in Kuralla Kural Dışı oynanmıştı. Bunların ayrımı öfkeli, acımasız tartışılıyordu, öğrenciler arasında.” (Füruzan, 2020: 74)
kuzina: Hem ısıtmaya hem de üzerinde veya içinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
“Kuzinada tutuşturduğu kömürleri seyredip nedense bu ikili coşkuya katılmazdı.” (Füruzan, 2020: 45)
kübizm: Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı.
“Senin o kübik merakın bunu kaldıramaz.” (Füruzan, 2020: 88)
lenduha: Çok iri ve kaba.
“Emine, Beşiktaş’ın ıhlamur ağaçlarının olanını kesecekler gör bak. Yerine lenduha apartmanlar yapacaklar.” (Füruzan, 2020: 507)
leyli meccani: Parasız yatılı okuma, kanunda belirtilen şartları taşıyan öğrencilerin ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında karşılıksız olarak barındırılmak, beslenmek, giydirilmek ve kendilerine harçlık verilmek suretiyle okutulmalarına denir. “Leyl” gece, “meccani” ise bedelsiz manasına gelir.
“Sizi leyli meccani okutmak vardı ya, gel gör ki ana yüreği kıyamadım. Saygısız, saygısız. Öldürürmüş kendini, geber…” (Füruzan, 2020: 44)
lohusa: Yeni doğum yapmış kadın.
“Seçil’in görkemli lohusalığından ufacık bir sızıntı kalmamıştı şimdi o odada.” (Füruzan, 2020: 209)
Lumumba (Patrice Lumumba): Kongo’nun Che Guevara’sı olarak bilinir. Lumumba, Kongo’nun seçimle işbaşına gelen ilk hükümetinin başkanıydı. Ancak sadece Haziran ve Eylül 1960 arasında görevde kalabilmiştir. İzlediği siyasetten ziyade ölümüyle tüm dünyada tanınmıştır. Genç siyasetçi, Kongo’nun sömürgeci geçmişin zincirlerinden tümüyle kurtulmasını ve birçok etnik gruptan oluşan devasa ülkeyi birleştirmeyi hedeflemiştir. Ayrıca rağbet gören hammadde kaynaklarını yabancı firmalara devretmek istememiştir. Bu yüzden Belçika ve ABD, onun siyasi etkisini kendilerine bir tehdit olarak algılamıştır ve bunun etkisiyle Lumumba Eylül 1960’ta Kongo Devlet Başkanı tarafından başbakanlıktan azledilmiştir. Ev hapsine konmuş, bir ay sonra kaçmıştır. Ancak CIA etkisindeki Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Mobutu’nun birlikleri tarafından yakalanmış, vahşi bir biçimde dövülmüş ve işkence görmüştür. Lumumba 17 Ocak 1961’de burada Belçikalı subayların komuta ettiği bir birlik tarafından kurşuna dizilmiştir. Resmi olarak Lumumba’nın kaçtığı ve öfkeli köylüler tarafından öldürüldüğü açıklanmış, gerçekler saklanmıştır. Lumumba’dan sonraki yönetim de Başkomutan Mobutu tarafından darbeyle indirilmiş, Mobutu Kongo’yu 1965’ten 1997’ye kadar yönetmiştir.
“Evet. Yorgunsun Emine. Beyin, fosforunu yitirir gibi oluyor. Sakin düşün, bunlar seni şaşırtmasın, ortanca. Hadi başlayalım, evet. Vietnam, evet. Filistin, evet. İspanya iç savaşı, evet. Mustafa Suphi, evet. Babi Yar, evet. Sacco ile Vanzetti, evet. Lumumba, evet. Ne kadar çok. Daha yakınlardakini düşün.” (Füruzan, 2020: 326)