.

“Tabiatta hiçbir şeyin sonbaharı insanınki kadar zengin ve parlak olmuyor.”

Tevfika İkiz

tevfika.ikiz@sanatkritik.com

Yazımın başlığı edebiyat dünyasında önemli bir yeri olan Reşat Nuri Güntekin’in “Gökyüzü” isimli eserinden bir alıntı. Reşat Nuri Güntekin neredeyse hemen hemen her anlatısında kahramanlarının ya da çevresindekilerin bedensel sorunlarına vurgu yapmış bir romancı. Hatta öyle ki özel olarak hastalık teması üzerine inceleme yapılacak bir zenginliğe sahip. [1]

Gökyüzü’nün günümüzün en çok üzerinde durulan ve anlaşılmaya çalışılan “yaşlılık” sorunsalına yaklaşımı açısından çağdaş bir metin olarak hâlâ güncelliğini koruduğunu düşünmekteyim. 60 yaşına gelmiş kahramanımız, ki romancı ona bir isim vermeden onu sadece emeklilik, tekaütlük gibi tanımlamalarla anlatır, bize yaşlılığın kişinin kendini nasıl hissettiği mi yoksa sayılarla hesaplanan bir dönem mi olduğunu da sorgulatmaktadır. Güntekin yaşlılığın olumlu ya da olumsuz yanlarını kahramanımız ve Raşit çocuk olarak isimlendirdiği arkadaşı üzerinden anlatır. İnsan her yaşta kendisini yaşlı gibi hissedebilir oysa Raşit çocuk hayatı ve duygularını anlattığında bilinçdışında bir zaman olmadığından yaşlanmanın da olamayacağının kanıtı olarak gözükmekte. Yazarın betimlemesiyle adı Raşit çocuktur çünkü o hep gençtir, canlıdır. Bedenimiz görünümümüz özellikle saçlarımız beyazlamakta çeşitli hastalıklar daha çok üstümüze yapışmakta ama insan her şeye rağmen varlığının devamlılığını sürdürmek istemektedir. Geçmişini emekli olunca sorgulayan kahramanımız aslında tıp fakültesinde öğrencilikle başlayan ve çeşitli ülkelere sürüklenerek geçen hayatını sonunda her telden karışık bol bilgili birisi olarak geçirdiğini söyleyerek eleştirir: Raşit çocuk gibi basit ama işlerine önem veren hayatın içinden bir kişi olmayı becerememiştir. “Benim mazim yok onun var” derken de sanırım kişide iz bırakacak olan anıların onun için “ölü manzaralar” olması zaten çok erkenden yaşlanan bir ruhun içinde yerleştiğini düşündürtmektedir. 

Benlik sonsuza kadar yaşamak ister. Ama kahramanımız zaten dış dünyanın yaşlanan bireylere bakışını kendi içinde hissetmekte ve inanmaktadır; hiçbir fikri beğenemez, “gökyüzü” meselelerine inanmaz, inanarak savunacağı bir alan yok gibidir, kendini  ateist olarak tanımlasa da ömrü hep karşı gelmekle geçmiştir. Yani etrafımızda bazı yaşı ileri kişilerden duyduğumuz “yaşım ileri ama içim 18 yaşındaki gibi heyecan duyuyor” diyen bedeni yaşlı zihni genç kişilere pek benzemez. 

Bütün bu tanımlamalara “eğer öleceksek neden nesnelere yatırım yapmalıyız?” şeklinde bir soru ile bakabiliriz. Sigmund Freud’un  Rilke olduğu düşünülen genç şair ile olan konuşmasını anlattığı  “Geçicilik” metni yaşlanma ve gençliğin geçicilik ve kalıcılık üzerinden sorgulanmasını yalın bir dille anlatır.[2] Madem her güzel şey bir gün bitecek o zaman neden nesnelere yatırım yapacağız? Freud bize iki yaklaşım önermekte, ya şair Rilke gibi geçici olan güzelliklere acı bir ümitsizlikle boyun eğeceğiz ya da başkaldıracağız. Genç şair aslında bir anlamda yas yasın zorluğunu anlatmakta, kaybedilenin ardından yapılan yas çalışmasının da devamında kaybedilen nesnenin yerine başkasının geçmesinin zorluğunu ifade etmektedir. 

60 yaşına gelen Gökyüzü romanının kahramanı kaybettiği gençliğin yerine ne koyacaktır? Çünkü o hem yaşlı bedene hem de değişmez düşüncelere sahiptir. Reşat Nuri bu duygularla baş edebilmesi için kahramanına uzak bir akrabası olan genç Sevim’i, o güne kadar “sevmeye vakit bulamadığını” itiraf ettirerek evlat edinip canlılık bulmaya doğru adım attırır. Sevim çeşitli travmalar yaşamış, romanda hastalıklara gark olan bir genç yani kahramanımızla hastalıklar açısından ve gökyüzüne karşı inançsızlıkta özdeş olsa da spiritizma olaylarına katılmak isteyerek ruhsallığa doğru bir kapı aralar. Sevim’in ruh çağırma seansları ve sonrasındaki hastalık hikâyesi aslında başlı başına bir inceleme konusudur. Yaşlılık meselesi içerisinde anlaşılması gereken bu durumda hayatı reddetmek yaşlılığı reddetmek midir? Sonsuza kadar yaşamak istemek zamanı durdurmak değil de nedir? Aslında edebiyatın yaşlılık ile ilgili tüm yaklaşımlara ne denli sade ve yalın baktığını Gökyüzü romanındaki kahramanın düşünceleri gösterir: “Etrafındaki insanlarla burun buruna yaşama ihtiyacı da, yalnız yaşamak korkusu da, hatta bu fark ettiğin zaaflara saman alevi gibi üç, beş dakika parlayıp sönen hiddetlerle kızmanda hepsi ihtiyarlıktan geliyor.”  

Kahramanımız bedensel değişikliklerin farkına varıp aynı zamanda kayıp ve yalnızlık gibi acı verici duygularını da anlatırken, hayatın amacı hayatta olmaktır, diyesim geliyor. 

Freud’un yas yapma kapasitesinin sonucunda başka nesnelere yönelebileceğini söylemesinin yanı sıra S.de Mijolla’nın sorusu burada daha başka bir yolu da düşündürtüyor?[3] Yaşlı ve hastaysak yeni nesnelere yatırım nasıl olacak? Kendisi de ölecekse insan nasıl yatırım yapacak? Gökyüzü’nde Sevim’in hastalanma süreci detaylı şekilde anlatılıp çeşitli etaplardan sonra roman aslında bir aşk hikâyesine dönüşmekte, genç kadın yeni bir nesneye yatırım yaparak uzun zamandır giydiği hastalık elbisesini çıkararak yeni bir hayata başlamaktadır. Peki kahramanımız ne olacak? İhtiyarlığını biraz daha fark edecek, Sevim’in hastalığı sırasında korktuğu intihar etme korkusunu da bir şekilde kendinin uydurduğunu fark edecektir. Bu, bir şekilde kayıp ve yalnız kalma duygularının sonucunda oluşan hislerin yoğunluğunu anlatmaktadır. 

Kahramanımızın yaşlılığı kabullenememesine verilen en dikkat çekici örnek Sevim’in hastalığı süresince başvurduğu yollardır. Önce hastanın başında beklemeye başlamanın getirdiği olumsuz duygular ve bunlarla baş etmek için çeşitli entelektüel uğraşlardan yardım umarak okumalar yapma isteği ama bunlar da yetmeyince kendini sokağa atarak bar gezme serüvenini görüyoruz. Ne o eski barların tadı ne eski içki masalarının zevki kalmış, diyerek bozulan, dağılan kötü değişimlere uğrayan mekânların tasviri aslında kahramanın iç dünyasının aynası gibidir. Barları artık başka başka bilmediği eğlenceler içerisinde olan gençler doldurmuş, kendisine yaklaşan genç kadının onunla yaşadığı anlık baştan çıkarma oyunu kahramanı heveslendirmemiş ve kendisini siste kalmış gemi gibi hissetmiştir. Aslında yaşı ileri kişilerin kendileri gibi kişilerle beraber olmalarının onlara ölümü hatırlatmasından dolayı genç insanlarla olmak istemesi anlaşılır bir duygu ama saat farkı gibi zamansal mesafeye kurban giden ilgi ve arzular mutlaka ölümle bitmeye mahkûm tek hastalık, ihtiyarlık düşüncesinin baskınlığını da romanda dramatik şekilde hissetmekteyiz.   

Kahraman, “Kuvvet yalnızlıktadır, yalnız adam herkesten kuvvetlidir, sürüden ayrılmak, çetin ve ıssız bir yolda tek başına yürümek bana vahşi bir gurur veriyordu” gibi gençlikte böbürlenme duygusu yerini evlat edindiği kızının düzelmesi ve eski sağlığına kavuşması ile “yataktan yeni bir mevsim çiçeği gibi tazelik ve gençlik içinde kalkmasına mukabil ben manen ölmüş bulunuyordum” diyerek anlatır. O zaman genç şair Rilke’ye kaybedilen nesnelerin yerine yenilerinin konacağını söyleyip geçiciliğin değeri zamanda nadirliğin de değeridir, diyen Freud’un düşüncelerine katılmak zorlaşmaktadır. 

Gökyüzü romanının son sayfası kahramanın ağzından, onun deyimiyle ihtiyarlığı acı şekilde anlatır: “İhtiyarlık ikinci çocukluk, vücut kuvvetten düşüyor, damarlar sertleşiyor, fikirler titriyor, bulanıyor, işte o zaman gökyüzü (eserdeki ruhsal alana olan atfı ile) bizi tekrar kendine çekmeye başlıyor, boş ümitleri ile bizi büyük uykuya hazırlıyor. Mevsimler yine değişecek hayat devam edecek arkamızdan gelenler bizim yarım bıraktıklarımızı devam ettirecek.”  

Bu sözlere destek ve dayanağı yine şairlerden alarak yaşlılık sorunsalına ara verebiliriz:

Hava puslu, soğuk, kırlar koyu, kırmızı
Saman sarısı, ölü yeşil
Kış gelmek üzere oysaki gönül
Kışa girmeye hazır değil 
(Nazım Hikmet) 


[1] Asiltürk, B. Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Hastalık, İkaros Yayınları, İstanbul,2009. 

[2] Freud, S (1915) “Ephemeres”,Oeuvres Completes XIII, Paris, PUF,1988. “Geçicilik” metni Türkçeye çeviren  Pınar Arslantürk, Psikanaliz Yazıları 27, Bağlam Yayınları, 2013.     

[3] De Mijolla, S “Se sentir vieux”, A2IP (uluslarası Psikanaliz etkileşimlşeri Derneği) “Etre İdentifié Vieux” adlı toplantıda yapılan konuşma, Ekim,2020. .